üç.

307 10 29
                                    

   "Sedef, hadi kızım, nerede kaldın?!"

   Almanya maceramızın son bulduğu gün gelip çatmıştı. Daha uzun olmasını canı gönülden dilesem de maçtan sonra birkaç gün daha dolaşıp vakit öldürünce zaman, hızlıca akıp geçmişti. Barış Alper Yılmaz'la olan arkadaşlığımda ise kayda değer pek bir gelişme olmamıştı. Sonraki gün yazdığı günaydın mesajına yanıt vermiştim. Sonraki gün de ben yazmıştım, o cevaplamıştı. Böyle böyle sessiz bir anlaşmaymışçasına bir o bir ben günaydın yazıyorduk. Ama o günden sonra hiç vakti olmamıştı ki beni aramamıştı herhalde. Bu beyefendi için bir iğnelemeydi elbette!

   Önce İstanbul'a gittiğini, daha sonra ise babası çağırdığı için Rize'ye döndüğünü görmüştüm Twitter'dan. Bana arkadaş olalım mı diye çekingen çekingen soran çocuk, yeni arkadaşına hiçbir şeyden haber vermiyordu. Doğru düzgün yazmıyordu bile. İster istemez bozulmuştum.

   Ve bugün sıra bende olmasına rağmen günaydın yazmamıştım.

   Bakmadığına göre umurunda da olmasa gerekti!

   "Sedef!"

   Ablamın sesiyle çattığım kaşlarımı düzeltip önünde oturduğum valizi kapattım. Ayaklandım. Umurumda değildi. Sanki arkadaş olmayı ben istemiştim!

  "Geldim, ablacığım." Bavulumla birlikte aşağıya indiğimde ailemin tamamının kapıda bıkkın şekilde dikildiğini gördüm. Birazcık mahcup olurken "Selam." dedim. "Gitmiyor muyuz?"

   Abim gözlerini devirirken homur homur sesler çıkarıyordu. Babam ise hafif azarlı bir tonda "Uçak biletine bir ton para verdik, kızım." dedi. "Gecikmesek iyi olur, değil mi?"

   Başımı salladım. "Zaten öyle bir amacım yoktu, babacım. Şarj aletimi bulamadım." Yalanı da su gibi içiyordum ha...

   "Her şey hazırsa eğer," diye araya girdi annem. "Artık gidebiliriz."

   Ondan sonra her şey o kadar hızlı gelişti ki İstanbul'a dönene kadar pek bir şey anlamadım. Havalimanına vardık. Annem ve ablam derin bir ağıt koparıp ağladılar biz yolcu girişine gidene dek. Sonra babam zar zor tuttuğu gözyaşlarını sile sile ablam ve enişteme sarıldı. Abim, Semih ve ben ise gayet normal şekilde ablama sarıldık. Zaten bir ay sonra izinleri vardı ve geleceklerdi... Annem ve ablamın tutturduğu ağıda bu yüzden gülmemek imkânsızdı.

   "Dünya bir varmış, bir yokmuş.." diyordu annem. "Belli mi olur? Belki gelir bizi bulamaz, belki gelemez. Gülmeyin eşek sıpaları!"

   Eh, annem böyle konuşunca mecburen susmak zorunda kalıyorduk.

   İstanbul'a döndüğümüzde bir hayli yorgundum. Kaç saat uçtuğumuza bile dikkat etmeyen avelliğim ile telefonu uçak modundan çıkardığım an bildirim yağmuruna tutulmayı beklemiştim.

   Nah sana bildirim. Tek bir mesaj bile yok yav. Turkcell bile mesaj atmamış. Nasıl bir garibanlık...

   Canım sıkıla sıkıla duş aldım. Moralim bozula bozula cildimi nemlendirdim. Söve söve dişlerimi fırçaladım. Vatan toprağına giriş yapmıştık yapmasına da nedense canımı sıkan bir şeyler vardı. Ama ne olduğunu tam çözememiştim. Sabahın beşiydi ve ben içimi kaplayan garip sıkıntı karşısında ciddi anlamda öfke doluyordum.

   "Yazmadı boyu devrilesice." dedim somurta somurta. "Ama bana arkadaş olmak derken iyiydi! Zaten bir futbolcuya güvenen kafama sıçayım ben! Allah bilir kaç kız ona atkı atıyor. Ulan atkıyı bırak! Sütyenini, donunu bile atan oluyor. N'apsın benim sümüklü atkımı?"

   Söve söve O'nun bütün günahlarını almış olmalıyım. Öyle ki uykuya daldığımı bile fark edemedim.

***

Ufak Bir Rastlantı || Barış Alper YılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin