beş.

251 10 24
                                    

Önünde durduğum bina ile telefonumdaki konuma göz attım. Evet. Yılmazlar Kıraathanesi. Nihayet bulmuştum. Ve elbette ki iyi bir konumda oturmanın ekmeğini yiyerek çok kısa sürede tek bir minibüse binerek gelmiştim bu kıraathaneye. Evet, İstanbul konusunda övünebileceğim sayılı şeylerimden biri evimin konumuydu.

Şöyle bir süzdüm dışarıdan. Kapıları açık değildi. Küçük bir yerdi ama bu sokaktaki bütün dükkânlar gibi nostaljik bir havaya sahipti. Kapıya yaklaştım. Etrafımdaki insan kalabalığının arasında sırıtacak hâlde değilsem dahi bu kapalılık durumu sırıtmama sebep oluyordu. Çünkü eğilip kapalı yazısının altından içeriyi görmeye çalışıyordum.

Ben burnumu yaslayıp içeriyi görmeye çalışırken bir silüet kapıya yaklaştı. Orta yaştan birazcık fazla, bıyıklı, uzun boylu bir adamdı. Biraz tırsıp geri çekilecektim ki arkada taktığı şapkasının ardından bana bakan Barış Alper'i gördüm.

Yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. Bu hamlemle birlikte öndeki bıyıklı amca kapıyı açtı. Gözüyle içeriyi işaret ederken "Gel." dedi.

Başımı sallayıp açılan yerden içeri girdim. O amca kapıyı kapatırken tam karşımda Barış Alper'i buldum. İçimi değişik bir neşe kaplarken gülümsemeden edemedim. Barış Alper'in ise otuz iki diş sırıtıyor olması durumu daha da karmaşık hâle getiriyordu.

Nihayet "Merhaba." diyebildim. "Seni gördüğüme sevindim."

Bana doğru bir adım atıp elini uzattı. Hm, sanırım selamlaşma konusunda ciddi anlamda sorunlarımız var...

Elini sıktım. Ben elini sıktığım sırada "Merhaba Sedef." dedi. "Ben de çok sevdi. Daha doğrusu sevindi."

"Oğlum, sen ne spastik bir herifsin ya!"

Ben fark etmeden yanımızdan geçip giden ve büyük çay makinesinin yanında çay yapan bıyıklı amca, Barış Alper'e ithafen gülerek böyle konuştuğunda gözlerim büyüdü. Şaşırdım. Ama komiğime gitmediğini de söylemezdim elbette...

"Amca! Ne diyon!" Barış Alper böyle söylese de gülümsüyordu. Sonra bana döndü. "Amcam, Sedef. Seni kendisiyle tanıştırmayı isterim. Buranın sahibi."

Adama döndüm. Saygılı bir tebessüm eşliğinde "Tanıştığıma memnun oldum, efendim." dedim. Bana hoşgörüyle baktı. Sonra Barış Alper'i işaret etti. "İlk kez düzgün bir arkadaşı olduğunu görüyorum, kızım. Hoş geldin. Ben de çok memnun oldum."

"Hayda! Amca sen beni niye gömüyor?"

"Sen niye Türkçe özürlüsü oluyor? Johnny misin oğlum sen? Sen basbayağı Karadeniz'in sık ormanlarının sertliğinde, bozayılar gibi bir adamsın. Şu Türkçeye bak Türkçeye!"

Bozayı demesine kıkırdamamı bastıramadım. Elimi ağzıma götürürken susmaya çalışsam da ikisi de duydular. Barış bana eliyle masalardan birini gösterirken "Buyur, Sedef." dedi hafif bozuk. "Eyvallah gül sen de."

"Ama ne yapayım?!" dedim gülmemi bastıramazken. "Amcan seni çok hoş zorbalıyor. Çok beğendim."

Barış'ın amcası da olduğu yerden güldü. "Sağ ol, Sedef kızım. Bu hergele hep böyle. Saça baksana Allah aşkına. Hayatında daha kötü bir saç boyası gördün mü? Yeminle Ümit Davala saçına vursa daha çekici olur. Eleman öyle bir kötü zevkli ki arada yırtıklı pantolon falan giyiyor. Eril enerjisi Bülent Ersoy'dan üç segment altta." (Yazar Notu: Yani açıklamak zorunda kaldığım için de üzgünüm ama hiçbir transfobi içermemektedir 😬 Ben Bülent Ersoy'u severim.)

Oturduğum yerde gülmemek için kendimi o kadar sıktım ki kıpkırmızı kesildiğimden emindim. Ben böyle şekilden şekle girerken Barış Alper amcasına itiraz etmekle meşguldü elbette. "Amca! Niye beni rezil ediyorsun lütfen ya!"

Ufak Bir Rastlantı || Barış Alper YılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin