bir.

875 23 33
                                    

    

KİTABIN TAMAMI loverofshinya 'YA İTHAF EDİLMİŞTİR.

     Ülkemin en ufak zaferinde de ağlardım, mağlubiyetinde de ağlardım. Voleybol, futbol, basketbol... Hiç fark etmezdi. O an umursadığım tek şey göğsünde ay yıldızlı formasını gururla taşıyan sporcularımızın gururuna veyahut üzüntüsüne ortak olmak olurdu. Aşırı fanatik olmamama rağmen Türkiye'nin adının geçtiği her bir yerde gözlerim dolardı. Nasıl dolmasındı ki zaten? Ülkece en ufak sevince dahi öylesine ihtiyaç duyuyorduk ki sıkı sıkı sarılıyorduk hayallere. Ben de o hayallere yapışıp kalmaktan çok memnundum.

     Ta ki EURO 2024 maceramız çeyrek finalde son bulana dek...

     En son sekiz yaşında tattığım bu duygular turnuva boyunca gözlerimi delicesine boyamıştı. EURO 2008'de Semih Şentürk'ün attığı golle gelen turnuvaya tutunma arzumuz öyle muhteşemdi ki turnuvadan iki ay sonra doğan kardeşimin adının Semih olması işten bile olmamıştı. İşte tam on altı yıl sonra aynı coşkunun fitillendiğini hissetmiştim.

     Lakin bu akşam kaybettiğimiz Hollanda maçı, ruhumun derinliklerine fazlaca zarar vermişti. Boğazıma bir yumru gelip oturmuş, gözlerime her zaman sürdüğüm siyah göz kalemim gözyaşlarımla birlikte yanaklarıma akmıştı. Üstüne bir de ailemi çıkışta kalabalığın arasında kaybetmiş olmam geceyi benim için daha katlanılmaz kılmıştı.

     Türkçeden başka dil bilmeyen ahrazlığımla çıkış yönergelerinden bir şeyler çıkarmaya çalışıyordum fakat her defasında daha da kayboluyor gibiydim. Etrafımda ne taraftar kalmıştı ne başka bir şey. Telefonumu da annemin çantasına koyma hatasına düştüğüm için kelimenin tam anlamıyla dımdızlak kalmıştım. Saatin epey geçtiği aşikârdı. Ve ben karşıma biri çıksın diye dövünüp duruyordum.

     Stadyumun içindeydim hâlâ. Ama nasıl olmuştu da buralara gelmiştim, gram fikrim yoktu. Yürüdüğüm uzun koridor beni tam olarak nereye götürüyordu, yine gram fikrim yoktu. Ben öyle salaktım ki gram fikrim yoktu.

     Kollarımla kendime sarılır gibi yaptım. Oflaya puflaya yürümeye devam ederken köşeyi döndüm. Daha sonra karşımda Almanca ve İngilizce karışık yönergelere ve oklara bakarak adımlamaya devam ettim. Eskisinden daha hızlıydım çünkü bu koca stadyumda yalnız kalıp herkesin gittiğini düşünme fikri daha da korkunç olmaya başladı.

     Ancak hiç beklemediğim anda tam karşımda Türkiye yazısını gördüğümde duraksadım. Abi... Ciddi misin...

      Karşımda bizim takımın soyunma odası duruyordu muhtemelen. Ve hemen birkaç adım ileride de mor şampuanla saçlarını yıkaması gerektiğini düşündüğüm o şahıs, Barış Alper Yılmaz dikiliyordu. Pekala, o beni fark etmeden tüymenin bir yolu var mıydı? Veya ona yaklaşıp yardım istemeli miydim? Mağlubiyetin tesiri ile bana kaba davranır mıydı? Onunla konuşabilir miydim yoksa iki lafı bir araya getiremez miydim? Hah, elbette getirirdim! Çünkü ben Türk dili ve edebiyatı öğretmeniyim. Bir araya getirmeyi en çok sevdiğim şeyler kelimelerdir. Peki bunu bu sarı şey için yapabilir miydim?

     Epey dalgın ve mutsuz görünüyordu. Bakışları sabit bir şekilde duvara odaklanmıştı. Gözlerinin içi dahi düşüncelerle kavruluyordu. Kafasının içini tahmin etmek bu durumda mümkün değildi. Yutkundum. Adımlarım beni geri geri götürmeye başladı ama gözlerimi ondan alamadım. Yardım istemeli miydim yoksa tüymeli miydim? Ayrıca nasıl bir enayiydim ki Barış Alper Yılmaz'ı gördükten sonra bu kadar sakindim? Sanırım bir saattir (belki de daha fazla) ortalıkta dolaştığım için ve kaybolmanın travması bu denli etkili olduğu için bu derece sakindim.

Ufak Bir Rastlantı || Barış Alper YılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin