on dört

7.8K 498 156
                                    



Herkese, seee-lam!

Alın, yeni bölüm yeni bölüm dediniz upuzun bir yeni bölüm. Yani bu kitabın standartlarına göre :') Benim standartlarıma göre de, yoruldum ayol :'))) Düzenlemeden atıyorum, hatalarım affola <3

Yoruldum diyorum çiçeğim, niye anlamıyorsun...

Bu bölüm çoğunlukla düz yazı, bazı şeyleri texting olarak yazamıyorum maalesef ve hikayemiz genişliyor ve büyüyor *dolu dolu gözler emojisi*

Neyse, keyifli okumalar! Lütfen hikayenin gidişatı için görüşlerinizi benimle paylaşın, merak ediyorum düşüncelerinizi <3



Babamla geçirdiğim musmutlu, musmutlu olduğu kadar da kaoslu, kaoslu olduğu kadar da musmutlu bir günün ardından az önce kendisini havalimanında yolcu etmiştim. Babamla biz buyduk işte, yan yana geldiğimizde birbirimizi yemeden duramaz ama yine de mutlu olmaktan da kendimizi alamazdık. Annem de hep şey derdi zaten 'Babası kılıklı.'

Ama aksine herkesin de söylediği tek bir şey vardı 'Annesinin kopyası.' Bu doğruydu gerçi. Dışarıdan bakan bir göze göre tabi. Fiziksel olarak anneme benzerdim. Babamın yeşil gözlerine karşı annemin mavi gözlerini almıştım. Şu an aklar düşmüş olsa dahi kahverenginin en koyu tonuna sahip saçlarına ters, anneminkiyle bir sarı saçlarım ve hatta babamın iki metreye yaklaşan, benim 1.65'i anca gördüğüm boyumla annemin aynı zayıf vücut hatları. Yaşı ilerlese bile değişmeyen dev cüssesinin yanında annemin çıt kırıldım fiziği komple bana geçmişti sanki.

Karakter olaraksa, babamın minyatür haliydim. Aynı dik başlılık, aynı inatçı keçilik. Daha sevimli hali tabi, yoksa babam hiç de sevimli bir adam sayılmazdı. Benim gözümdeki hali hariç. Tamam benim gözümde bile bir tık korkunçtu. Sadece bana pek gösteremezdi. Kıyamazdı. E pek tabi bende ona. Ben bir tek ona sahiptim, o da bir tek bana. Kanımda kesinlikle Albay Zafer Bozok'un kanı dolaşıyordu. Kimse inkar edemezdi. Burukça gülümsedim ama güzel düşüncelerim kısa sürdü. Babamdan her ayrılışımda girdiğim saçma triplerdi işte.

Aklıma annemin düşmesiyle yeniden gözlerim yaşardı. Ben on dokuz yaşındayken annemin vefatının ardından uzakta da olsak babamla bağımız daha da kuvvetlenmişti sanki. İkimizin gözlerinde de annemin aramızdan ayrılışından sonra son dört senedeki her buluşmamızın sonunda aynı bakış vardı, sevdiğin birini yeniden kaybetme korkusu. Dikkat et, derdik sessiz bakışlarımızla birbirimize. Hiç dillendirmezsin belki karakter olarak ama, anlardık biz birbirimizi. Babamın bakışları geldi gözümün önüne yine.

Ağlamamın dozajını kaçırdığım için salya sümük bir vaziyette olduğum söylenebilirdi tam şu an. Tabi babama bu halimi göstermemiştim. Zaten uzun zamandır da göstermezdim.

Dağ gibi dik, kaya kadar sert babamın yüzündeki tek gözyaşını hayatımda ilk kez altı yaşımda gördüğümde, küçük Duru'ya ağır gelmişti. Bir daha da yüzüne karşı ağlamamıştım. Ağlayamamıştım. Benim babam hep dik, hep dağ gibi kalmalıydı çünkü. Onu küçük kızı ağlatmamalıydı.

Benim gözyaşlarımın içini burktuğunu, ilk defa kendisini kontrol edemediğini gördüğüm ve idrak edebilecek yaşa geldiğim ilk seferimdi. O tek gözyaşının ardından da her zaman onu gülücüklerle yolcu etmiştim.

Bir sonraki buluşmamıza kadar beni ağlarken değil, hep gülerken hatırlasın istediğim ilk seferimdi. Sanırım ben altı yaşında ilk defa o zaman büyümeye başlamıştım.

KOMUTAN KOMŞU|Yarı TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin