otuz dört

1.5K 67 7
                                    

💋

"Niye Türkçe anlamıyorsun ya... Neyse, boşver ben İngilizce biliyorum." Yan tarafımda oturan, biz safkan Norveçiz, diye bağıran ailenin küçük erkek çocukları ile oynuyordum. O kadar tatlı bir çocuktu ki dişlerimi kamaştırıyordu... Beni ilk gördüğünde bir süre saf saf izlemişti ancak çatık kaşlarla onu izleyen Barış yüzünden yaklaşamamıştı. Barış'ı yanımdan kaldırıp ileride durmasını istemiş, tabii başta kabul etmedi fakat benim güzel ısrarlarım sayesinde uzaklaşmıştı. Kollarını birbirine bağlamış öylece azarlanmış erkek çocuğu gibi bizi izlemiş ardından işlemler için gitmişti

Çocuğun ailesi başta anlamasa bile sevgilim olduğunu söyledikten gülmüşlerdi.

Soğuk bir ülkeye rağmen acayip sıcak bir çocuktu. Barış ile bir olup ürüme isteğimi arttırmıştı resmen...

"Tanrı'ım, yanaklara bak!" Her ne kadar diplerinde olmama rağmen tedirgin hissetmesinler diye ingilizce konuşmaya özen gösteriyordum. İki parmağım ile yanaklarını sıkıp sıkıp bırakıyordum. Çok hoşuna gitmiş olmalıydı... Öyle geçen dakikaların ardından elinde kahve ve çay ile gelen Barış ile artık çocuğu bırakmıştım.

"Sanırım bana aşık oldu..." Yanıma kurulup elime soğuk latteyi tutturmuştu. Çayından bir yudum almış, oturduğu yerde yayılmıştı. Bir kolunu koltuğumun üstüne atmıştı.

"Ben olacağım şimdi ona." Huysuz huysuz konuşması yüzümde muzip bir gülümseme oluşturdu, oturduğum yerde ona yaklaştım. Kahve elimde düzgünce tutup diğer avcumun içi ile ağzına vurup seviyordum.

"Uy, ha bu uşak kıskandı mı?" Bir ağzına vuruyordum bir sıkıyordum resmen. Dudaklarımı büzüp konuşmam ile kafasını elimden kurtarmaya çalıştı. Telaşlı gözlerle etrafı kontrol ettiğinde saçını düzeltti. "Kızım, dursana! Birileri illa çekiyordur."

"Utanma, utanma..." Ona istediği alan tanımış ve sırtımı, arkama yaslamıştım.

Uçuş saati gelene kadar böyle geçmişti aralarda bir kaç taraftar Barış ile fotoğraf çekilmişti. Uçağa bindiğimizde ise bir süre cam kenarı için kavga etmiştik.

Ben kazandım tabii ki.

"O gün," Başım omzunda, öylece yatarken duyduğum sesi ile bakışlarımı yukarı kaldırdım. Başını koltuğa yaslamıştı, böylelikle çenesi ve boynunu rahatça görebiliyordum. "Gerçekten karıştırdın mı, numaraları?"

Aklıma gelen anılarla dudaklarımda küçük bir tebessüm oluştu. Gözleri kapalıydı.

"Hı hı," Bakışlarım tekrar aşağı kaydığımda sırtıma sardığı kolunu iyice sıkılaştırdı. "Bir kaç rakamı yanlış yazmışım, sesli bir ortamda olduğum için yanlış duymuşum. Doğru duymamı ister miydin, o numaraları?"

İlk önce kafasını sol tarafa eğmiş ardından yavaşça gözlerini açmıştı. "Hiçbir şeyi bu kadar istemezdim galiba..."

"Peki sen, nasıl bu kadar ünlü olmana rağmen tanımadığın biri ile konuşmaya devam ettin? Ya nunaranı falan yaysaydım..." Gözlerimiz birbirine değdiğinde sorgularcasına kaşlarım havalanmıştı.

"İnan bilmiyorum... Her hangi bir mantıkla yapmadım. Zaten bunun olayı da bu ya, mantık aramamak." Uçakta kimseyi rahatsız etmemek için kısık sesle konuşuyordu ve sesi kısıldıkça kalınlaşıyordu. Uçakta olmasaydık yapışabilirdim dudaklarına... Bunun acı gerçeği ile dudaklarımı büzdüm.

"Üzgünüm, Barış. Ne yazık ki, şu an bu romantik sohbetine devam edemeyecek kadar pis düşüncelere sahibim," Duyduğu şeylerle gülüşünü tutamadı, anlıma hızlı bir öpücük kondurmuştu. "O yüzden en iyisi uyumak..."

Beni zorlamak için her şeyi yaptığı yolculuk sonunda bitmişti. Gerçekten her şeyi yapmıştı.

Staj yapacağım şirket bana iki seçenek sunmuştu; küçük maaştan ayrı bir şekil de ya çalışırken burs alacaktım ya da barınma ihtiyacım karşılanacaktı. Ben de barınma ihtiyacımı seçtim. Belli bir birikimim vardı bir süre idare ederdi beni. Bu yüzden havalimanından çıktıktan sonra şehrin merkezinde olan küçük dairenin adresini bindiğimiz taksiye vermiştim.

"Of, çok yoruldum ben..." Taksi bizi işlek bir ara caddeye bırakmıştı, tuğla duvarlara sahip eski bir binaydı. Apartman kapasını açarken bavulumu çekmeye çalışıyordum. "Asansörde yok!" Fark ettiğim şeyle iyice mızmızlanmıştım.

"Ver." Elimdeki valizi kaptığı gibi kendi valizi ile merdivenlerden çıkmaya başladı.

"Kahramanım..." Savsak adımlarla merdiveni çıkmaya başlamıştım.

Eşyalı daire bizi karşılamıştı. Sade ve sadece ihtiyaç duyulan eşyalar vardı. Önde ben anahtar yardımı ile kapıyı açtığımda Barış arkamda bekliyordu. Kapıyı açıp sonuna kadar ittirdim.

"Ayakkabı ile mi girmeliyiz...?" Arkadan konuştuğunda kafa karışıklığı ile yerlere baktım.

"Ben, burayı kırk kere silene kadar çıplak ayakla basmam..." Nazikçe omzumdan ittirmiş, boş bakışlarla içeriyi süzmemi kesmişti. Görünen o ki bizi uzun bir temizlik bekliyordu

34+35 ༄ barış alperHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin