"DUVAR"

61 13 48
                                    

"Bu aralar zihnimi toparlayıp adamakıllı bölüm yazamıyorum... O yüzden de hem bölüm gecikti hem de kısa oldu. Her neyse, bunu geçiş bölümü olarak sayın.

Diğer bölümleri daha uzun tutmaya çalışacağım.

İyi okumalar dilerim.

~

Elimde dikdörtgen şeklinde ince uzun yapılı bir şey vardı: Yüzeyi siyah cam, arkası parlak metalle kaplı bir şey.

"Ne bu?" diye sordum Pulsar'a. Bir kez daha evirip çevirdiğimde bunun bir tür görmediğim teknolojik alet olduğundan iyice emin oldum. Muhtemelen daha önceleri icat edilmiş, bizim kolay kolay görme şansımızın olmayacağı üst model bir şeydi.

"O bir telefon," dedi mıntıkacılar derneği başkanı. Elindeki beş çayı fincanından bir yudum daha alırken ona döndüm.

Bugün dünden daha iyi gözüküyordu. Gerçi her daim bakımına ve dış görüşüne önem gösteren birisiydi ancak bugün simasına yansıyan soluk gün ışığına rağmen yüzünde hafif bir parlaklık ve canlılık vardı. Gözleri benim yorgun gözlerimin aksine ışıltılıydı. Her an gülümseyecekmiş de beni ayağa kaldırıp özgür bırakacakmış gibi hem de.

Kısacası o bugün mutluydu ve ben bu mutluluk denen soyut kavramın sebebini sorgulamaya çalışsam da bön bön suratına bakmaktan ileriye gidememiştim. Çünkü ne gibi sebebi olduğunu tahmin etmek benim açımdan biraz zor olmuştu ki ayriyeten kendisi garip bakışlarımı yakalayınca da pis pis sırıtması sinirlerimi anında hoplatmaya ve sorgulamamı bitirmeye yetmişti.

"Bu nasıl telefon?" dedim. İşte o an cahilliğimi konuşturmaya başlamıştım. "Tuşları yok bunun."

"Tuşlu telefonlar sizler için," dedi Pulsar. Ah tabii ya, böyle bir soruyu haşmetmeaplarına sormam hataydı.

Omuz silktim. Zaten telefonla hiçbir zaman pek bir işim olmamıştı. Kimse arayıp sormadığı için.

"Teknolojide ne kadar ileride olduğunuzu merak ediyorum," dedim. Her ne kadar Dünya Savaşı'ndan sonra kaynakların büyük bir bölümü yıkıma uğrasa da hâlâ elde tutulur bir şeylerin kaldığı belliydi.

"Çok değil," dedi Pulsar. "Üretim konusunda hâlâ sıkıntılar çekiyoruz."

"Belki de Hükümetlerin kendisi bu sıkıntıları çözmek istemiyordur?"

Ne demek istediğimi anlamış olacak ki başını sallayarak bana baktı. "Bazı şeyleri kontrol edebilmek adınaysa evet," dedi daha sonra. "Yine de bilerek yavaş ilerlemek bizi nereye taşır tam emin değilim."

Bundan ben de tam degildim. Zaten emin olmak filan da istemiyordum.

Geri telefona döndüm. Avucum kadar olan bu telefonla önceden insanların neler yaptığını merak etmek ve tahminde bulunmaya çalışmak sabahın erken saatlerinde beynimi zorlamaya devam etmişti. Aklıma birkaç şey geliyordu gelmesine lakin tahminlerimi kendi içimde tutsam iyi edecektim. Yoksa karşımdaki bay çok bilmiş yine cahilliğime gülecek ve kendisinden büyük kibriyle bana bir şeyler öğretmeye çalışacaktı. 

"Biraz öğrenmelisin," dedi Pulsar. "Ama böyle uzaylıya bakar gibi değil."

Başımı kaldırdım. "O zaman göster," dedim sakince. Demek ki insanlar önceden uzaylı denen şeyi garipsiyormuştu. "Bu ne işe yarayacak?"

Pulsar ayağa kalktı ve yanıma geldi.

Burnuma direkt parfümünün kokusu ulaşınca o an ne kadar bakımsız olduğumu bir kez daha fark ettim.

PULSARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin