Akşam vaktinin gelmesiyle birlikte havanın kırmızılığı gökyüzünü sarmıştı. Gökyüzünü çok severdim. Sanki çektiğim tüm kahırların, acıların ilacı gökteki yıldızlarda saklıydı.
Yıldızları ve gezegenleri izlemeyi sevdiğim için geceyi daha çok severdim dolayısıyla gün batımını da severdim. Benim için huzuru ifade ediyordu. Gece insanı, gündüz insanı genellemesini hatırlayacak olursak ben kesinlikle gece insanıydım.
İleride, gece sevdiğim insanla vakit geçirmenin hayalini kurardım hep onun da benim gibi geceden hoşlanmasını isterim o yüzden. Ne yapacağımız fark etmez; belki çimlere yatıp yıldızları izleyebilirdik veya gece vakti film izlerdik belki de sadece yatıp uyurduk ama bunu geceleyin birlikte yapardık.
Sınıfa girip ön sırada yerimi almıştım. Bugün yalnız kurttum, hiçbir arkadaşımın bugün akşam dersi yoktu benimde bugünkü derslerim öğleden önce başlamıştı ve yaklaşık on beş dakika sonra başlayacaktı.
Arkalar hep doluydu. Zaten küçük bir sınıftı, herhangi bir sınıf.
İspanyol dili ve edebiyatı dersiydi. Yani adına bile bakmamıştım ama buna yakın bir şeydi diye tahmin ediyordum. Pek bilgim yoktu dersle ilgili, bir haftadır derse girip alttan sudoku oynuyordum çünkü. Ek puan olsun diye aldığım bir dersti ve aralarından en kolayı buydu. İspanyolcayı sevmiyordum ama diğer seçeneğim Almancaydı. Konuşmak yerine kusabilirdim ve öğrenmeye de niyetim yoktu. Her dile merakım olmak zorunda değildi. İnsanın her zaman her şeye hizmet etme yükümlülüğü yoktu.
Sırada oturmuş ders vaktini bekliyordum sakince ama kapıdan Tenisçi kız girmişti. Ona nedense Hande demiyordum zihnimde bile. O benim için tenisçi kızdı.
Sınıfa göz gezdirdikten sonra kararlı edayla yanıma gelmişti. Arsız mıydı, cesur mu tartışılır ama bu kendinden emin halini takdir etmiştim.
Saçları nemliydi, adidas eşofman ve üstüne beyaz atlet giymişti. Dünyanın en kro kombinini nasıl güzel taşımış diye düşündüm. Adidas eşofman, plastik terlik ve beyaz aytlet giyip melek gibi gözükmek herkesin harcı değildi ama bu onu başarıyordu. Melek görüntüsünün ardından bir o kadar da şeytandı bana göre. O gülümsemesi insanı yoldan çıkarırdı, adamı öldürürdü, borca sokardı. Neyse bu beni ilgilendirmezdi sonuçta borca girecek veya adamı öldürecek ya da yoldan çıkacak kişi ben değildim değil mi? Antrenmandan çıkmış olmalıydı zaten koşarak sınıfa girmişti. Geç kalacağını düşünmüş olmalı, diye düşündüm.
"Naber?" dedi. Arkalar dolmuştu hep ama önlerde boş olan yerler vardı, özellikle oturmuştu benim yanıma. Olabilir Zehra anlam arama, dedim kendime.
"İyi senden?"
"Ben de iyi, oturabilir miyim buraya? Yoksa burası sadece ikinci sınıf, yaklaşık iki metre boylarında, yeşil gözlü tıp öğrencilerinin oturabileceği bir yer mi? Ben şimdi hazırlıktayım ya haddim mi, değil mi bilmem lazım."
"Hadsizliğinin sınırı yok zaten merak etme." sinirden gülüyordum. "Oturdun zaten sormanın bir anlamı var mı?"
"Tabii ki var. Oturamazsın burası sadece uzun boylu tıpcılar için deseydin kalkardım." felsefeye başlamıştı bile fakat bunu yaparken arsızlığından da ödün veriyor değildi.
"Eylemlerinin geri dönüşü olabileceğini mi söylüyorsun şu an?"
"Yani yol yakınken dönebilirsin. Mesela dersin ilk saati geçtikten sonra sorsam pek manalı olmazdı ama daha ders başlamadı bile."
"Felsefe mi okuyorsun sen?"
"Sence?"
"Spor bilimleri diye tahmin ediyordum aslında." aklımdan ilk geçenleri söyledim. "Ama sanat tarihi havası da veriyorsun."
"Ben mi?" badem gözlerini öyle kocaman açmıştı ki çekikliğinden eser yoktu. "Çok şaşırdım ama aslında bunu diyen ilk kişi değilsin."
Çantasından çıkardığı termostan yudum aldı. Acaba çay mıydı, kahve mi? Benim için yapmış olduğum kişilik analizinin önemli bir parçasıydı bu sorular. "Bohem olduğumu ve ciddi bir iş yapamayacağımı düşünrler genelde."
"Ne okuyorsun peki?" artık lafı gecelemek yerine söylese rahat ederdim. "Sen beni ve arkadaşlarımı nasıl olduğunu anlamadığım şekilde tanıyorsun. Ben ise bazen senin isminden bile şüphe duyabiliyorum."
"İç mimarlık." elindeki termosu bana uzattı. Sorgulamadan içtim. Normalde yapacağım şey değildi ama kuşkulanmadan ikramını kabul ettim. Çaydı bu.
"Düşüneceğim en son şey olurdu. Neden bu bölümü seçtin ki?"
Yüzüme baktı, gülümsedi ve cevap vermedi. Tembellikten öte kaçmaya çalışmıştı sorumdan, gözlerinin içi 'anla beni' diyordu. Herhalde cevap vermeye cesareti yoktu.
Yine anlamıştım onun ne kadar ulaşılmaz olduğunu. O aptal 'gizemliliğini' korumakta bir numara. İçi kapalı bir kutu gibiydi. Şu içinde balerin olan müzik kutuları gibiydi aynı. Balerinin fırlaması için o kolu birinin döndürmesi gerekiyordu aynı zamanda dışı da bunun için davetkardı. Çok güzeldi ve onda farklı bir şeyler vardı. Ondan hoşlanmasam da bunu inkar edemezdim.
"Neden bu dersi alıyorsun?" dedi. Bu sefer sırıtmıyordu. Garipsedim, hep ruh hastası gibi yüzünden eksilmeyen bir gülüşü vardı çünkü.
"Seçmeliler arasından en cazip olanı buydu. Sen peki?"
"Nadal ile tanışmak için düzgün, kurallı bir ispanyolca bilmem lazım." bu sefer gülümsemesi yerine gelmişti. Tenise olan tutkusu ta öteden belli oluyor. Gözlem konusunda iyiydim ve bu kızın hırsını da fark ediyordum.
Dersin sonunda öğretmen grup ödevi vermişti. İki, üç veya dört kişi olabilirdik. Hande kafasını bana doğru çevirdi ve dik dik bakmaya başladı. Anlamıştım onu ve kafamı sallamaya başladım.
"Bize gelebilirsin." dedim. Anlıyordum onun bakışlarını ne kadar derin biri olursa olsun bir o kadar da sığ olabiliyordu ama anlaşılması kolaydı.
"Haftasonu müsaitim. Sen?"
"Sana konum atarım." dedim. Bu gerekli miydi bilmiyorum ama görecektik. Sonu belirsiz bir yolculuğa çıkıyor gibi hissediyordum. Bitiş noktasını göremediğim bir hızlı trendeydim. Kusup kusmayacağımı görecektim lakin bu riski göze almaktansa kucaklamıştım. Sanki istiyor gibiydim ama nedense ondan gıcık kapıyordum da. Anlamıyordum insan ilişkilerini sanırım. Düşünmeyi bıraktım ve tüm bu düşüncelerime zıt olsa da "haftasonu ne giysem?" düşüncesiyle bu kaşarlığıma dur diyemedim.
(hatam varsa affola)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Simply Falling #HanZeh / gxg
RomanceBana nefreti, arzuyu, öfkeyi, şehveti ve daha da tehlikeli bir şeyi hissettiriyor: aşk. Kurgudur, gerçek değildir.