İlahi Bakış Açısı:
Zehra ve Ebrar fitness sonrası soyunma odasında hazırlanıyorlardı. Ayça, Cansu ve bir kaç arkadşlarıyla buluşacaklardı. Buluşma öncesi yemek için hangi yeri tercih etmeleri konusunda tartışıyorlardı.
"Lahmacun mu yesek Zehra yaa?"
"İçmeye gidicez. Lahmacun yedikten hemen sonra gitmek... bilemedim şimdi."
"Tavuk pilav?"
Yüzünü buruşturdu Zehra.
"Şu an akmaz bence."
Uzun uzun ofladı Ebrar. Zehra'nın hiç fikir ortaya atıp asla öneri sunmaması sinirlerini bozmuştu.
"Salata alalım mı?"
"Canım istemiyor hiç."
"Bok mu yiyelim Zehra."
"Cık."
Ebrar farketmişti ki Zehra yere bakıyor sadece olumsuz sesler çıkarıyordu. Transa geçmiş gibiydi adeta otomatik pilottaki araba gibiydi.
"Bana bak! Sen niye dalgınsın bu kadar, bir şey mi oldu?"
"Yok ya, genel daral geldi sadece."
Ebrar 'ciddi misin' dercesine ona baktı. İnanmamıştı ona kim olsa inanmazdı fazlasıyla belli oluyordu onu geçiştirdiği, içini sıkan bir şey olduğunu. Ancak Zehra, Ebrar'ın konuşmasına izin vermeden atıldı söze.
"Salata olur aslında. Tavuklu güzel gider. Alıp arabada yeriz kızların yanına giderken ne dersin?"
"Tamam." demekle yetindi Ebrar ama çok üstelemedi.
"Ben şimdi duşa giriyorum."
Zehra duştayken Ebrar hazırlanıyordu. Bir yandan da Cansuyla konuşuyordu. Bukuşacakları mekanın yerini öğrenmesi gerekiyordu sonuçta.
"Zehra! kolyeni düşürmüşsün."
Yerdeki altınımsı kolyeye baktı. Rose gold gibiydi ama soluktu hafif. Buna rağmen yeni gibi duruyordu. Tiffany & Co markasınındı. Orta boy bir zinciri vardı ve ucunda papatyaya belki de menekşeye benzeyen bir çiçek vardı.
"Atıver çantama!" diye bağırdı Zehra içeri girerken. "Hangisi düşmüş bakayım."
"Bu senin değil mi?"
"Evet zambak var en sevdiğim çiçek." kolyeyi Ebrar'dan alıp çantasına koymuştu
"Zambak mı bu? Ben papatya sanmıştım."
"Hayır zambak olduğu için takıyorum zaten en sevdiğim çiçek. Papatya daha yuvarlak olur bak bu daha sivri."
"Şey dicektim ben..." Ebrar umursamadan yeni konuya geçmişti çünkü bitkilerden anlamazdı. Ona göre çiçekler biraz sahtekardı, birbirlerine benziyordu hepsi anlamak zordu onları, karışyıyordu sürekli. "Haftaya tenis sezonu başlıyormuş. Hande'nin öaçını izlemeye gitmeyi düşünüyoruz gelsene sen de."
"Düşünüyoruz derken, kim kim düşünüyorsunuz?" Zehra tişörtünü kafasından geçirdi. Hazırlanırken bir yandan da Ebrar'ı dinliyordu. "Ne zamanmış ki? Bilemedim şimdi. Ben gelmeyeyim gidip de ne yapacağım? Zaten tenhada denk düşsek döveriz herhalde birbirimizi."
"Taramalı tüfek gibi ne diyorsun Zehra? Gidelim işte ne olacak, merak ediyorum şu kızları."
"Tamam ya tamam. Ben de izlemedim daha önce canlı bir şekilde."
"Kimi?"
"Kimi olacak Ebrar tenisi!"
"Pardon heyecanlandın gibi Hande deyince."
"Ne?"
"Ne ne?"
"Bilmediğin şeyler hakkında imada bulunup canımı sıkma Ebrar. Hadi kızları bekletmeyelim."
Çok sorgulamadan onu takip etti çünkü Zehra'nın böyle atarlı hareketleri olağandı ama bir yandan da konu Hande'ye gelince bu alevlenen öfkesine anlam verememişti.
***
Zehra:
Tribünlerde oturmuş maçın başlamasını bekliyorduk. Tıklım tıklım dolu değildi, voleybol gibi kitlesi de yoktu kesinlikle.
Cansu elinde kolalarla gelmişti. Hemen içmek istiyordum sanki susuzluktan ölmek üzereymişim gibi kaptım ve kafama diktim. Üzerimde acımasız bir gerginlik vardı ve midemi bulandırıyordu. Şekersiz kola içmek bana iyi gelecekti. Bu inanca sıkı sıkı tutunuyorum.
Çok az kişiydik önümüzde Semih ve Yiğit vardı. Bağlantılarını merak ediyordum aynı sınıfta değillerdi ama ikisi de sporun içindeydi. Bu spor nelere kadir dedim kendi kendime. Ne güzel insanı buluşturuyordu, bir araya getiriyordu biz sporcuları.
Dünya barış elçisi triplerimi bir kenara bırakıp etrafa bakmaya başladım. Rosa sahaya daha yakın bir yerdeydi, herhalde tanıdık olduğu içindi özel yeri. Seyirci pek yoktu, sayıları azdı. Çoğu bizim gibi öğrenciydi ama aralarda yaşlı dikdörtgen doktor gözlüğü takan teyzeler ve amcalar vardı. Polo yaka tişört giyen ve sanki tenis maçı izlemek için Amerika'ya gidecek tiplerdi. İşte köklü tenis taraftarı!
Yavaş yavaş sahaya hakem falan giriyordu.
Acaba ne giyecekti Hande. Tenisçilerin estetik bir spor yapmamasına rağmen çok şık giyinmeleri hep ilgimi çekmiştir.
Kapıdan girince gördüm onu yine beyaz bir elbiseydi geçen onu gördüğümdeki elbise ama önemli değildi çünkü yüzüne baktığımda kıpkırmızıydı, ağlamış gibiydi sanki. Maç öncesi bu psikolojide olmasına üzülüdüm çünkü kendimden biliyorum ki bu iyi değildi.
Ama nedense ona güveniyordum. Üstesinden gelemeyeceği şey yokmuş gibi geliyordu.
Şimdi maç başlamıştı. Hakem anons yapıyordu ve herkes çok sessizdi sanki belgesel izlermişçesine suspustular. Şu an holiganlık yapasım vardı ama sanırım fazla nezihti bu yer.
Maçın sonuna doğru geliyorduk. Beşinci sete uzamıştı maç Hande çok kötü başlamıştı ama harika devaö ediyordu. Yalnız çok yorgun gözüküyordu toplara fazla koşmuyordu. Tamam ben bir tenis duayeni değilim ama buna rağmen anlıyordum. Yüzü sirke satıyordu.
Nedense ona merhamet eyleyesim gelmişti. İnsanlara karşı vicdan yapmayı sevmezdim ama bu hali beni buna zorlamıştı.
Beşinci set 7-5'e uzamasına rağmen mağlup taraf o olmuştu. Voleybolda final setinde 18-16 kaybetmek demekti herhalde bu.
Maçın bitmesiyle tüymesi bir olmuştu.
"Gözüm yoruldu ya top çok küçük, takip falan edemiyorum miyoptan hep." Ebrar söylene söylene yürüyordu. Şakakalarına kendi eliyle masaj yapıyordu. "Voleybol daha zevkli yaa! Ben topla içli dışlı olmak isterim, elimle dokunmak isterim."
Hiçbir şey demedim ve kortların arkasındaki parka yürüdüm. Geçen sefer onunla burası hakkında konuşmuştuk. Bu hüsranla oraya gidebileceğini düşündüm.
Tam da tahmin ettiğim gibi salıncakta hafif bir tempoyla sallanıyordu.
***
Bu bölüm için kusura bakmayın. İstediğim gibi olmadı ama geçiş bölümü olarak varsayım. 🙏🙏
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Simply Falling #HanZeh / gxg
RomanceBana nefreti, arzuyu, öfkeyi, şehveti ve daha da tehlikeli bir şeyi hissettiriyor: aşk. Kurgudur, gerçek değildir.