6

21 3 8
                                    

bazı şarkılar vardır, sokak kedilerinin tüylerindeki silinmez kir tabakası gibi üstünüze yapışıp kalır.

yeonjun aslında ondan kaçmak için çok çabalamıştı. 

hayatının ortasında, dalları durmadan budaklanmaya devam eden ve ona adım atacak yer bırakmayan koca bir gül çalısı vardı. artık o günlere geri dönmek istemiyordu, canı çok yanmıştı. artık limondan ve denizden uzak bir hayat yaşıyordu. güvenli, görece sıkıcı ve yer yer monoton. ama güvenli.

ilk başta inanmak istememişti.

o sesi, o şarkıyı duymaya başlayınca aklını kaçırdığına inanmak istemedi. iyileşmek için çok çabalamıştı, ilerlemek için kanlı tırnaklarını çakıl taşlarına batırarak kendini var gücüyle sürüklemişti. mutlu olmayı hak ediyordu.

bu düşünce onu rahatsız ediyordu, mutlu olmayı hak etmek. tanıdığı hangi mutlu insan bu hakkı elde etmişti, etrafındaki mutsuz insanlar ne günah işlemişlerdi de mutluluğun samimi dişlerini bir kere bile görememişlerdi? 

gerçek kısa ve sivriydi, hayattan adalet beklemek suyun üstünde yürüyebilmek kadar saçma, yeniden dirilmek kadar absürt bir dilek olurdu. 

akşamları uyurken aynı mırıltıyı tekrar, ve tekrar; her gece yorganının altında ve kulakları tıkalıyken bile zihninin içine işlenmiş olan o melodiyi yeniden ve yeniden duyuyordu. titreyen elleri kulaklarını nafile yere kapamaya çalışırken birilerinin onu duyması için yalvarırdı.

bu benim cezam, 

eğer bu benim cezamsa göğsüm açık karşılamaya hazırım.

bu şarkı gençlik odalarında deneyimsiz ayakların dans ettiği valsler, kiraz çiçeklerinin altında acemi öpücüklerdi. ilk duyduğunda daha çok küçük ve toydu. hayatının gideceği yollardan, kazanacağı ve kaybedeceklerinden habersiz önüne çıkacak her şeye göğüs germeye hazırdı. şimdiyse bundan pek emin olamıyordu.

hatrından hiç çıkmayan bu şarkıyı son duyuşu bir gemideydi. 

hayatının bir gecede değişmesi ve kendini bu değişimden sonra hemen geri toparlayabilmek zordu. etrafındakiler ona ne kadar nazik ve sabırlı davranmış olsalar bile ondan hep tez vakitte iyileşmesi, başını kaldırıp hayatına devam etmesi beklenmişti. 

kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemezdi, devam etmeyi denedi. ona iyi gelir diye üniversiteye başladı, her şeyi unutmak için sevmediği bir bölüm seçti ve asla kafası basmayan konseptlere kafa yorarak vaktini geçirdi. 

yine de bir şeyler yanlıştı. insan rolü yapan bir ceset gibiydi. ruhu o gemide kalmış, bedeniyse rüzgara dayanamayacak kadar güçsüz, sürüklenerek ve savrularak hayata devam ediyor gibiydi.

tüm bu fırtınaların ve tayfunların ortasında onlarla tanıştı. 

kanın onun için bir önemi yoktu, küçük yaştan anlamıştı benzerliğin yakınlık olmadığını. kendini korumak için kaderinin soğuk bir ev ve soğuk bir kalp olduğuna inanması gerekmişti.

sadece yaşamına devam etmek ümidiyle kaydolduğu üniversitede anne rahminin suyundan çok daha yoğun bir aile bağı bulabileceğini tahmin edemezdi. kendisi gibilerin mutluluk bulamayacağına inanmak istemişti; kendi etrafına çektiği uzun ve aşılmaz setlerin ortasında, elleri kendi ilahına ettiği dualarla gübre olan ıslak toprağa dayalı, parmaklarının arasından güzel ve narin bir gül doğmuştu sanki.

onun ilahı önceden parmak izlerini ezbere bildiği, gençliğin bilinmez ve mide bulandırıcı yollarından elleri birbirine kenetli geçtiği kişiydi. 

yetişkin olduktan sonra yapılan arkadaşlıklar daha çok bakkaldan şeker seçmek gibidir. en kaliteli çiçekçinin en kaliteli gülleri teker teker incelenir; hayatı öğrendikten sonra çiçeğin toprak kokusuyla alkolün yapay kokusu arasındaki fark gün gibi barizdir. 

birlikte büyürken böyle bir seçim yapamazsınız. kökleriniz birbirine girer, dirilmeye de ölüme de beraber karşı çıkarsınız. burada yapacağınız tek seçim bırakıp gitmek ve kalmak arasındaki mübalağadır.

ama bazen bu bir seçim değildir. ayrılığın hep bir çözümü vardır, kırgınlık ve küskünlüğün zaman ve iletişim ile çözülmediği durum çok azdır. 

ölüm geri dönülmeyen tek yoldur. 

geride kalan için ise ilerlemekten başka çare yoktur. yeonjun, bahçesinin ortasındaki çiçekleri, evinden uzakta bulduğu dört kişilik ailesi sayesinde devam edebilmişti. bir daha o yolu yürümeyecekti. artık kendisini karanlığın içinde bulduğunda onun için tüm dünyayı ateşe verecek üç kardeşi vardı.

ama tabii ki gerçek hayat bu kadar kolay değildir. insanlar içlerinde kaynayan kan ve gözlerindeki yıldızlara rağmen günün sonunda, ne olursa olsun sadece insandırlar.

çaresizliğin yaşanmadan anlaşılabilecek bir duygu olmadığını öğrenmişti.

eve geldiğinde ışıklar kapalıydı, kai'nin evde olduğunu bildiği için kapıyı tıklattı, cevap gelmeyince tekrar tıklattı. tuvalette olduğunu düşünerek anahtarıyla kapıyı açtığında karanlık evlerinde içeri giren tek ışık açık pencereden dolan ay ışığıydı.

uzaktan gelen bir şarkıyla içeri girdi. hava soğuktu, açık cam yüzünden evleri de soğuktu. montunu ve atkısını çıkarmadan söylenerek pencereye ilerledi. 

"dışarıda kar yağacak neredeyse ama pencereler açık bırakılmış. sanki doğal gaz kendi cebimizden gitmiyor."

eli pencereye uzanmıştı, kafasını çevirdi. huening kai koltukta oturuyordu, içeri girdiğinde onu orada görmemişti. odada ondan başka insanî bir mevcudiyet yok gibiydi, havayla bir olmuştu. orada dik oturan, elleri dizlerinin üstünde robotik bir durgunlukla bekleyen kai ona bakıyordu.

hayır, ona değil, ileriye bakıyordu. gözleri yeonjun'unkileri delip uzağa, gökyüzüne ve şehrin ışıklarına uzanıyordu. ayın soğuk, mavi ışığı keskin yüz hatlarını okşayıp vücudunu sararken sanki ona son kez veda ediyor gibiydi.

yeonjun aptal değildi. üçüncü kez gerçekleştiğini gördüğü olayın ne olduğunu hemen anladı, ama elinden bir şey gelmiyordu.

üzülemiyordu bile, tüm hüznü ve tüm acısı damarlarını delip geçen sinire evrilmişti.

pencerenin pervazında duran çiçekli vazolardan birini eline aldı, ne yaptığını bile anlayamadan duvara fırlattı. porselenin kulak tırmalayan kırılma sesi evlerinin sessizliğine erirken ne yeonjun ne de huening kai çıkan sesten irkilmişti.

titreyen elleriyle gözlerinden akan misket büyüklüğündeki yaşları silmeye çalışırken almaya çalıştığı nefeslerle sırtı inip kalkıyordu. 

ay ışığının altındaki silüeti, ayaklarının altındaki kopmuş gül parçalarıyla kül kedisinin mağlup prensiydi.

narin kollarının arasına al beni,
çamurun içinde yuvarla

beni güller ile sar,
inciler ile kapla.

kedilerin alışkanlıkları | yeongyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin