Karaktere Özel Bölüm

123 5 1
                                    

İlahi Su Lordu Arın

Tepki: Normal bir insandın, ve Elemental'e vazgeçilemez bir hayranlık duyuyordun.

Tanrı. Yaratıcı. Yok edici. Var edici. Herşeyin başı ve sonu. Tanrı neydi? Nasıldı? Cidden izliyor muydu? Cidden duyuyor muydu? Cidden insanoğlunu tek bir kelimesi ile yok edecek güce sahip miydi? Tanrı. Tanrı. Tanrı. Ona ulaşmak istiyordun. Elini uzatmak, 'Tut elimi! Al beni yanına. Kurtar beni!' diye bağırıp çağırmak istiyordun.

Ama biliyordun. Tanrı, seni bulunduğun konumda, bulunduğun coğrafyada yaratmıştı. Yaşadığın sefil hayatı sana layık görmüştü, seni bu acınası konuma getirende oydu, kurtaracak olanda, belki de sırf ona yalvarman için acı çektiriyordur. Belki de ona elini uzatman için acı çektiriyor, belki de ona muhtaç olduğunu anlamanı istiyor. Tanrı kibirli mi? Tanrı, neden zavallı insanlara, onların yalvarışlarına katlanıyor? Tanrı, mükemmel mi? Mükemmel olduğunu, tek gerçek güç olduğunu dünyaya duyurmak mı istiyor? Belki.

Başını bu düşüncelerle okuduğun kitaptan kaldırdın, okuduğun iki satırlık cümle, tüm hayatını sorgulamana, Tanrıyı sorgu altına almana sebep olmuştu. Ve aynı zamanda 'Ne haddime.' diye düşünmene vesile oldu. Sonradan gözün tekrar kitaptaki cümleye kaydı.

Rahip kocası ölen kadına:
"Tanrı büyüktür! Tanrı'dan umut kesilmez!" diyordu.
Kadın ise:
"Evet... büyüktür, ama nedense bizim için değil." diye cevaplıyordu.

Bu cümle belki de bir kitap için, belki bir yazar için. Ya da herhangi okuyan birisi için basit bir cümle olabilirdi. Ama senin için değildi, gözün o cümleyi gördüğü, beynine sinyali gönderdiği, beynin ise bu sinyali alıp, güzelce sindirdikten sonra, sana onları düşünce dalgası olarak göndermişti. Tam anlamıyla bir dalga, hatta kocaman, seni yutup daha geri göndermeyecek bir dalga. Bir tusunami, evet. Bir tusunami.

Başın iyice bir şeyler düşünmekten sulandığında gözlerini kitaptan çekip tavana diktin. Tavanın her zamanki gibiydi. Oturduğun koltukta biraz daha yayıldıktan sonra ağızını gevşekte açtın.

"Bugün, umutlarımın bir su birikintisi oluşunun 748. günü tavan. Hatta bir kaç saat sonra 749. günü olacak." Sesin yorgun, ve kesik kesik çıkıyordu. Ama bunların arasında senin için en kırıcı olanı, tavanın canlı olmayıp sana cevap verememesiydi. Yine kurduğun cümleye cevap veren tek şey, kocaman bir sessizlikti. Ve açık pencerenden içeriye giren ağustos böceği sesleri.

Sade beyaz renkli tavanı izledikçe beynin karışıyor, kendini bir ölü gibi hissediyordun. Ama biliyordun ki insanlar asıl hiç bir şey hissedemedikleri zaman ölüleşiyordu. Hissetmek konusunda iddialıydın. Yalnız hissetmek, yalnız olmak, tek başına olmak, arkadaşsız olmak, dediklerine cevap veren kimse olmaması, gece yatağında sarıldığın şeyin bir insan değil sadece yastık olması, eve her geldiğinde seni karşılayan tek şeyin duvarlar ve soğuk hava olması, sanki birisi seni duyuyormuş gibi boşuboşuna şarkılar söylemen. Konu bu olunca, evet... evet gayet iddialıydın. Kesinlikle ölü değildin.

Gözlerin sebepsiz dolduğunda ayağa kalktın ve salondan balkona geçtin. Şehire oldukça uzak, ıssız bir kasabada yaşıyordun. Ve iki katlı lüks evinin etrafında bulunan tek şey, içinde cinlerin kol gezdiği bir ormandı. Bunun sebebi canının orada yaşamak istemesi değildi, insanlardan uzak kalmak istemendi. Yalnız kalmak istemiyordun, ama Tanrı seni buna mecbur kılmıştı.

Ailen şehirin tam göbeğinde, senin evinden daha lüks olmasa da, iki katlı tatlı bir evde yaşıyorlardı. En azından birlikte. Bir aile olarak. Sen ise elindeki kandan. Arkadaşının kanından başka bir şey göremiyordun, yaşadığın evde, kimsenin adımını atmadığı lüks ve soğuk evinde gözlerin kandan başka bir şey göremiyordu. Ölümüne sebep olduğun arkadaşının kanının izleri hala elindeymiş gibi geliyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 06 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

HGOİ TEPKİLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin