1. Bölüm Aydan Gelmiş Gibi

40 7 24
                                    

Gül kokuyorsun bir de
Amansız, acımasız kokuyorsun
Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
Dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun
Hırçın hırçın, pembe pembe
Öfkeli gül gibi,
Gül kokuyorsun nefes nefese

Edip Cansever

~~~

20 Ocak 1940

"Ziraat Vekâleti Toprak Mahsulleri Ofisinin İstanbul'a verdiği buğdayların ihtiyacı karşılayamamasından ötürü son günlerde un ve buğday fiyatlarında ciddi bir artış görülmüştür. İktisat müdürlüğü fırıncıların müracaat etmesi üzere ekmek fiyatlarını yeniden tetkik etmiş, on para on kuruş olarak sabit kılmıştır..."

Ocak ayının soğuğuna zıt olarak dumanı tüten çayını yudumladı. Bir bacağının üstüne attığı diğer bacağına yaslamış olduğu gazeteyi katlayarak masanın üzerine koydu. Sağ eli masanın üstündeki fincanını kavradı. Sol elini uyluğuna koydu. Kendinin fark etmediği bir hayli müddet sonra omzunun dürtülmesiyle irkilerek doğruldu. Kafasını yanı başında dikilmiş olan genç çocuğa kaldırdı.

"Ağabey seslendim de işitmedin. Çayını yenileyeyim mi buz gibi oldu?"

Oturağına geri yaslanırken hafif tebessüm ederek başını salladı. "Sana zahmet ağabeyciğim."

Genç çocuk fincanını alıp gitti. Geri döndüğü vakit yüzünde sebebi belirsiz bir tebessüm vardı.
"Söylemedin ama limon da attım içine ağabey. Salgın var diyorlar hastalığı kırar."

Yüzünde manalı bir tebessüm meydana çıktı. "Eyvallah koçum."

Çocuk çayı masaya bırakıp gideceğinde sormadan duramadı.

"Herkesin siparişine kafana göre ekleme yapıyor musun sen?"

Temiz yüzündeki tebessüm bozulmadı. "Yok be ağabey nerede? Keserler valla ufacık hatada. Seni cana yakın gördüm de o yüzden."

Genzinden kaçan sesli gülüşe engel olamadı. "Adın ne senin?"

"Osman."

Tıraşlı çenesini sıvazladı. "Adınla yaşa Osman."

"İnşallah ağabey."

"Mektebe gidiyor musun?"

"Lise okuyorum. Hafta sonları burada çalışıyorum harçlık çıkarmak için."

Başını salladı ağır ağır. "Anlıyorum. Osman, madem beni cana yakın gördün, ben ilk kez geliyorum bu çay ocağına, beni ağabeyin say. Bir derdin, meselen olursa bana gel."

Genç çocuk şaşırarak geriledi. "Yok ağabey. Yani eksik olma ama sana yük olmayayım şimdi."

"Sen de bana bunun karşılığında buralarda ne oluyor ne bitiyor onu anlatırsın."

Fal taşı gibi gözlerini açtı. "Sen yoksa Amerika ajanı mısın?"

Çocuğun aksine gözlerini kısarak cevapladı. "Ona mı benziyorum?"

Gözlerini kırpıştırarak yüzünü yaklaştırdı. "Şöyle bir baktım da, masmavi gözlerin, yakışıklı da yüzün var." Aniden geri çekildi. "Ben vatanımı satmam!"

Çenesini sıvazladı gülerek. "Ne bağırıyorsun oğlum? Yakışıklı yüz diyince anlamalıydın Türk olduğumu."

Yüzü anlamsız bir hale büründü. "Değil misin yani?"

"Yok, değilim."

Bakıştılar birkaç saniye. "Değilsin değil mi ağabey?"

"Değilim lan!"

İstanbul Anıları Saklar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin