- Ben hazırım. Anne senin durumun ne?
- Hazırım.
- Hadi o zaman geri sayım başlasın. Arkanıza yaslanın bayanlar, kalkıyoruz.
10-9-8-7...
(Kalktıktan biraz sonra)
- Baba, sence ne zaman varırız bu mükemmel gezegene? Üç ay yoksa üç hafta mı?
- Aa! O kadar kısa olacağını sanmıyorum. Bir saniye hemen bakayım. Ooo! Hesaplamaya göre üç yıl sürecekmiş.
- Ne ne ne? Üç yıl mı? Yok artik!Bir şey de istediğimiz gibi olsun ya.
- Anne yeter.
- Ne var kızım ya? Duymadın mı? Üç yıl dedi ben kafayı yerim herhalde.
- Hey! Bir susun. Ters giden bir şey var. Bize doğru yaklaşan bir aaaaaaa!
- Anne, baba aaaaaaa!
- Kızım!...••••••••
- Öhöhöh! Hey, kimse yok mu? Baba! Anne! Nerdesiniz ya? Aaaa! Anne, hayır! Lütfen, ölmüş olma, nolur!...
- Kızım. Öhöhöh!... Özür dil...
- Hayır! Annee! Ihıhıh! Hayır yaa!••••••••••
Ben mükemmel bir yolculuk istemiştim. Çok muydu bu? Gemimiz bir göktaşına çarptı. Bambaşka bir gezegene düştük. Şuan neredeyiz bilmiyorum. Annem üç gün önce öldü. Babam hala kayıp. Belki gemide belki değil. Ben de en fazla bir hafta dayanırım. Gemide kalan sağlam şeylerle yaşarım belki 1 hafta. Bize yıllarca yetecek yiyecekten yalnızca bir hafta yetecek bir şey kalmış.
- O da ne? Baba sen misin? Yok hayır, babam değil. Hiiiii! Aaaa!...••••••••••
O an gördüğüm şey karşısında dehşete düşmüştüm. Çünkü bir insan değildi gördüğüm. Nasıl anlatabilirim ki onu sizlere? Kocaman bir gövdesi vardı. Uzaktan zayıf bir insana benziyordu. Yakından ise kocaman, şişman, çirkin, ve tüylü bir troldü. Beni öldüreceğini sanmıştım. Çünkü bana sinsice yaklaşıyordu. O sinsi bakışlarını üzerime dikmişti. Ancak elinde bir silah yoktu. Gerçi silaha da ihtiyacı yoktu. Sanırım benim ölü olduğumu sanmış. Çünkü ben bir taşa dayalı yatıyordum. Gezegen Güneş'e çok yakındı ve kavruluyordu adeta. Ben çok yorgundum. Gemide kalamıyordum çünkü parçalanmıştı ve hiç yer yoktu. Ben o gemiden nasıl kurtuldum onu da bilmiyorum. Ve bilmemek beni çıldırtıyor. Hala babamdan ses yok. Ben ise trollerle beraberim. O an; yani bir trolü ilk gördüğüm an yüreğim, ciğerlerim korkudan patlayacaktı adeta. Beni ilk başta görmemiş. Sonra fark edince beni, yaralıyım diye (sol bacağı kırıktı ve sağ omuzuma bir gemi parçası batmıştı. Çıkarmıştım ama çok kötüydü), almış ve yurtlarına götürmüş. Ben o sırada baygındım. Korkuya ve sıcağa teslim olmuştum. Gözümü açtığımda:
- Aaaa! İmdat, imdat!
- Sakin ol. Sana zarar vermeyeceğim.
Aslında troller kendi dillerinde konuşuyor ama benimle dünya dilinde konuşuyorlar. Wise (Bilge) adında yaşlı bir trol zamanında tüm gezegenlere gitmiş. Bizim dilimizi biliyordu çünkü en çok Dünya'da kalmış daha doğrusu bizim kötü niyetli bilim insanlarımız onu orada tutmuş. Sonra Bilge bir şekilde kaçıp gezegenine dönmüş ve buradaki herkese bu dili öğretmiş. Neyse, beni almış ve muayene etmişler. Şuan da çok iyiyim. Troller iyi varlıklar. Yanılmıyorsam aradan sekiz hafta geçti. Babam yaşıyor. Ama onu bulamadık. Yalnızca bizim uzay gemisinden Dünya'ya bazı sinyaller yollanmış. Yardım çağrıları. Bunu yalnızca babam yapabilir. Bazı troller babama ait eşyalar getirdiler. Gemiden uzakta, bazı noktalarda bulmuşlar. Babamı da bulacağım. Söz verdim kendime. Dünya'dan yardım gelir mi bilmiyorum. Ama benim bir ana önce burdan kurtulmam lazım. Çünkü troller iyi olsalar bile ben insanım ve bazen beni çok korkutuyorlar.
- Alex, hemen buraya gelir misin?
- Geliyorum.
Beni çağırıyorlar belki de bir şey bulmuşlardır.
- Bu bir insan, Alex.
- Baba, aah ne oldu sana böyle?...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMCÜL SAVAŞ
Ciencia Ficciónİnsanlar ve troller arasındaki büyük savaş. Zarar gören masumlar. Bunlara rağmen kaybedilmeyen umut. Boşlukta yeşeren bir aşk. İşte bunların hikayesi ÖLÜMCÜL SAVAŞ.