O gün sır meselesinden sonra 1 milyon kafayla odadan çıkacakken Buğra odaya dalmıştı. Doğal şartlarda sevinmem gerekirken ben ne sevinmiş, ne rahatlamıştım. Hiçbir şey hissetmemiştim. Bir de şunu fark ettim de 'Hiçbir şey' kelimesi beni temsil ediyordu sanki.
Ben, hiçbir şeyim. Hiçbir şey hissedemiyorum. Ruhum, hiçbir şey. Benim her şeyim; hiçbir şey.
Hala odadayken güya kendisine Bay D. diye tasvir eden insan, aynen şunları söylemişti: "Her şeyin içinde bir beyaz mutlaka vardır. Misal kapkara bir ruh, en derinlerine indiğin zaman, bir parıltı göreceksin. " Onaylamamıştım bunu çünkü, siyah beyazı, parıltıyı örter. Parıltı bir şey kalmaz o derin kuyuda, kaybolur. "Şu petekleri görüyor musun, dışı siyahla boyalı ama içi beyaz. Yere bak. Siyah değil mi? Evet, şimdi tavana bak, tavan beyaz. Duvarlara bak, siyah. Ama birçok beyaz şerit var üzerinde. " Kendini göstermişti sonra. "Bir bana bak, bir dünyaya. Dünya kötü, siyah. Ama üzerimdekiler beyaz. Ruhum siyah, bedenim siyah, her yerim. Bu durumda iki siyaha birden yenildim ben değil mi? Evet, öyle. Yoksa, dinleme sen onları. İyiyim ben aslında, çok iyiyim. "
Buğra beni kolumdan tutup çıkartmadan önce Bay D. -hala garip geliyor- son kelimelerinde değişik bir tavırda gülmüş, konuşurken sürekli kafasını sallamıştı. İşte o an kafamda kırmızı alarmlar çalmaya başlamıştı. Gözleri akıl sorunları olan insanlar gibi bakıyordu. Öyle bir tavra bürünmüştü. Sonrasında Buğra bir çıkarmış birkaç şey söyledikten sonra geldiğim odaya geri dönmüştü. Söylediklerini de düşünmekten dinleyememiştim. Yine bana karşı o saçma tutumları hiç olmamış gibi nazik ve kibar davranan binanın oradaki adamlar beni geri götürmeyi teklif etmişlerdi. Onlara sanki üç tane gözleri varmış bakarken bir şey olmayacağına dair yemin etmişlerdi. İçten içe Buğra'nın gelip beni onun götürmesini bekliyordum. Sanırım yüzü tanıdık olduğu için ona güveniyordum. Niyeyse? Sanki o mu beni kurtaracak şu kabustan? Yapamazdı.
Bir ara rüya görüp görmediğimi anlamak için parmaklarımı saymıştım, içimden uyanmak istediğim rüyalarda kendime hatırlattığım gibi yapıp 'bu gerçek değil, şimdi uyanacağım' demiştim. Ama nafile, gerçekti işte. Sıkılmıştım bu durumdan, hiçbir şeyi anlayamamaktan, lanet olayın biran içinde bulunmaktan... Garipti, delice.
Ve sonra, beni evime bırakmışlardı. Cevapsız bin tane soruyla kafayı yemek üzere, o adamlar. Karşı gelememiştim, ne olacaksa olsun artık diye düşünmüştüm. Ertesi gün, yani şimdi, pisliklerin ana yurdundaydım. Okulda.
"İyi misin sen?" Tenefüste ellerimi çenemin altında kilitlemiş, gözlerim boşlukta düşünürken Yağız'ın yanımda olduğunu fark etmemiştim.
"Evet," dedim. Zaten hep öyle olmaz mıydı, berbat olsan da kestirip atıp evet derdin, iyiyim.
İyi de ne demek? Berbat haldeyim.
"Ne düşünüyorsun yine?" Yağız ve bitmek bilmeyen soruları... Yine de minnettarım ona, bu okulda ki tek arkadaşım. Belkisi, galibası, sanırımı olmadan, tek arkadaşım. Ben her ne kadar arkadaşımmış gibi davranmasamda öyle işte. Diğer boşboğazlar gibi benimle 'besleme' veya 'evlatlık' diye dalga geçmediği için ona minnettardım. Hatırlıyorumda, aynı sınıfı paylaştığım başıboş hayvan olarak nitelendirdiğim, oksijen israfı insanlar bir ara benimle 'anasız, babasız' diye alay ediyorlardı? Hepsi? Yağız beni kolunun altına aldı.
-
"Sınıf! Zombi geliyor! " Ağlamaklı yüz ifadesiyle başımı kaldırdığımda Biyoloji hocası Zombi Erdem'i görmeyi şu yorgunluğun üzerine kaldıramayacağımı düşünürken, sarsıldım. Sınıftan itiraz sesleriyle birlikte yapmacık öğürme sesleri kesildiğinde anladım ki hoca gelmişti. Selam vermek ve saygı göstermek için herkes ayaktayken hoca "Tünaydın arkadaşlar, nasılsınız " demişti. Sınıftan "Sizi gördük bok gibi olduk, aynı be yaa " gibisinden mırıltılar çıkarken ben hiçbir tepki vermeden, hocaya bile bakmadan yerime oturmuştum. Yan kümenin en arka sırasına ki kızlar kıkırdarken sesleri sinirlerimi bozuyordu. Yakın oldukları için sesleri gayet de net geliyordu, lütfen, yapmayın.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARILTI
Teen FictionNe garip, güneşten kaçmak isteyenler için çare gölgededir. Ama bizim hikayemizde güneş gölgeye görünüp onu yok etmeyecek, gölgenin içindeki kafesten ruhunu kurtaracak. "Sönmeye yakın, son kez parlayacak bir parıltı işine yarar mı?" Özge Bilgiç. Biy...