2.Bölüm: Sanrı

72 7 0
                                    

Ben Güneş.

Henüz kendini bile tanıyamamış olan o kızım. Her şey anlamsız geliyor bazen. Üzülmem veya mutlu olmam farketmiyor. Üzülsem her şeyin gelip geçici olduğunu, hiçbir şeyin beni üzecek kadar değerli olmadığını düşünüyorum. Sonra bir ses bana değersiz olduğumu fısıldıyor. Yine üzülüyorum...

Mutlu olsam bu mutluluğu hak etmiyormuşum gibi geliyor ve mutlu olmak bir suçmuş gibi hissediyorum. Her mutlu olduğumda sanki biri bana "Mutlu olamazsın," diyor ve ben bu durumdan hiç hoşnut olmuyorum.

O kadar insan acı çekerken sen mutlu olamazsın.

Ve olamıyorum, olmuyorum.

Duygularımı yitirmeye başladım gibi. İnsanları mutlu etmek için uğraştığım kadar kendi mutluluğum için uğraşsaydım belki her şey çok daha farklı olabilirdi. Kimse beni mutlu etmek için çabalamadı. Ben ise hep sevdiğim insanların mutluluğu için uğraştım -kendimi herkes gibi bende umursamadım-. Bu yüzden bu hale geldim.

Her şey için uğraştığım ama hiçbir şeyin benim için olmadığı hissini yaşıyorum yalnızca. Çok üzülüyorum çünkü insanlar bana çabalarımın karşılığını vermiyorlar. Ve ben bir kez daha her şeyi anlamsız görmeye başlıyorum.

Kapının bir anda açılmasıyla irkildim, "Güneş?"

Bu hayatta sahip olduğum veya öyle sandığım kişi gelmişti, babam. Annem... Annemin nerede olduğunu bilmiyorum. Küçükken beni o soğukta yalnız bırakmıştı.

Yazı yazdığım defteri yastığımın altına koydum, "Efendim baba?"

"Yine ne yazıyorsun bakalım? "

Cevap veremedim. Babam üzgün olduğum zamanlar yazı yazdığımı bilirdi. Acaba yazdıklarımı okuyor muydu? Bunu hiç istemezdim.

Yatağa oturdu, kalem tuttuğum elimi tutarak bana şefkatle baktı. "Niye bana anlatmayı denemiyorsun?"

Başımı eğdim yine cevap veremedim. Babam sessizliğimi kabul edip başıma bir öpücük kondurdu, "Hadi hazırlan, okula geç kalmak istemezsin. "

"Tamam" dedim soluk bir sesle. Babam acı bir tebessümle odadan çıktı. Kendimi çok suçlu hissediyordum. Onu üzmekten nefret ediyordum. Ama ben kendimi kendime anlatamazken babama hiç anlatamazdım.

Yatağımdan kalktım. Üstüme beyaz bir gömlek, altına siyah beyaz kareli bir etek giydim. Bu okul formasını çok seviyordum. Tek nedeni ise siyah beyaz olmasıydı.

Çantamı omzuma attım, odamdan çıktım. Babam bana bu güne kadar hem annelik hem babalık yapmıştı. Şu anda ise yine annelik yapıyordu. Liseye gitmeme rağmen bana beslenme hazırlıyordu. Ve ben bunu çok seviyordum.

Ona doğru ilerleyip ona sıkıca sarıldım, "Ellerine sağlık, dünyanın en iyi babası!"

Çantama hazırladığı beslenmeyi koydu, "Afiyet olsun prenses, geç kalacaksın farkındasın değil mi?"

Bir yandan tezgahtaki çeşitli çikolataları ağzıma atıyordum. Çikolata yemek varken okula gidesim gelmiyordu. "Hıhı... Doğru." diye mırıldandım, "En iyisi ben gideyim."

"Hadi bakalım, iyi dersler."

Kapıyı açtım, siyah ayakkabılarımı hızla giydim. Gördüğüm ilk taksiyi çevirip okulun adını söyledim. Çok geçmeden okula vardığımızda ücreti ödeyip taksiden indim.

Bana doğru gelen Yeliz'i gördüğümde sırıttım, "Kızım sen neredesin? Dersin başlamasına bir dakika var!"

"Off, Yeliz. Bilmiyorsun sanki beni." Okula ilerlemeye başladık. Üzerimde olan bakışlara aldanmıyordum. Kimse umurumda değildi, kimin ne düşündüğü veya ne söylediği...

Sana Bu Siyah Laik Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin