Araba camından akıp giden şehrin görüntüsünü izlemeye dalmıştım ki, Yeonjun bilmem kaçıncı telefon görüşmesini yapmaya başladığında dikkatim yeniden ona yöneldi. Söylediği gibi birlikte bir yere gidiyorduk ve nereye gittiğimizi yalnızca o biliyordu. Bir de şoförü. Normalin aksine gergin bir enerji yayıyordu. Hoş, onu normalinin ne olduğunu bilecek kadar uzun süredir tanımıyordum aslında ama yine de farklı bir şeyler olduğunu seziyordum. Sıkıntı ve rahatsızlıkla oturduğum yerde kıpırdandım ve araba koltuğunun çıkardığı gıcırtıyı dinledim. Yeni olduğu her halinden belliydi.
Bu sırada Yeonjun'un dümdüz yola dalan bakışları beni buldu ve telefonun öbür ucundaki sesi dinlerken gözünü benden çekmedi. Boş boş bakması daha da rahatsız hissettiriyordu. Kaş göz yaparak sorunun ne olduğunu sordum ancak sanki bir anda yok olmuşum gibi beni görmezden geldi ve tekrar önüne döndü. Gerzek.
"Hayır o dosyalar değil Beomgyu, diğer çekmecedekilere de bak."
Bıkkınlıkla boştaki elini sarı saçlarından geçirdi ve şoföre eliyle yan caddeye geçmesi için sessizce işaret verdi. Yüz hatları gergin, oturuşu ise buna zıt olarak rahattı. Sesindeki ciddiyeti es geçmek de mümkün değildi. Sanırım patron havasını ilk kez bu kadar net hissedebiliyordum.
"Tamam kapat." sinirle gözlerini yumdu ve telefonu kulağından uzaklaştırdı. "Daha nazik olamaz mıydın? Ayı gibi konuşman yetmedi bir de çocuğun yüzüne kapadın." kontrolsüzce sert çıkan sesimle konuştuğumda bakışları beni buldu ve sırıttı. "Bana işimi mi öğretiyorsun?"
"Bu iş değil insanlık öğretmek." güldü ancak neşeden yoksun bir gülmeydi bu. Sinirini bastırmaya çalıştığı belli oluyordu."Çeneni kapa Soobin." eğer mümkün olsaydı gözlerinden tam şu an ateş püskürtebilirdi. Çenem sinirle kasılırken, bacaklarımın yanında sarkan ellerimi yumruk yaptım ve öylece yüzüne baktım. "Bana çenemi kapatmamı söyleme."
"O zaman ne yapayım? O güzel çeneni senin yerine ben mi kapatayım?"Kemikli eli yüz hizama çıktığında, yalnızca tek bir parmağının çeneme değmesiyle bileğini sıkıca kavrayıp tırnaklarımı derisine geçirdim. Vücuduna yayılan ani acıyla tıslayıp yüzünü buruştururken, elimden kurtarmaya çalıştığı bileğini daha sıkı sardım ve vücudunu kendime doğru çekerek yüzlerimizi birbirine hizaladım. Göğsüm öfkeden hızla inip kalkıyordu.
"Bana tırnağının ucunu bile değdirmemeni söylemiştim." sesimdeki öfke onu nedensizce keyiflendirirken, dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. Oldukça yavaş hareketlerle önce bileğini saran elime, ardından yeniden yüzüme baktı. Meydan okuyan bir ifade yer edinmişti yüzünde.
"Öyle mi? Peki ne yapacaksın?"
Her konuşması kulağımı tırmalıyordu sanki. Ne derse desin beynim acıyordu. Boşta kalan elimle kravatına yapıştım bu kez. Ancak hesaplayamadığım bir şey oldu ve yüzü yüzüme daha da yaklaştığında, çok kısa bir anlığına da olsa gözlerindeki ifadenin değiştiğini yakalayabildim. Onun da buna hazırlıksız yakalandığı belli oluyordu. Saniyeler sonra yeniden sinir bozucu ifadesine döndü ve gözlerimin içine baktı gözünü bir kez olsun kırpmadan.
Yakasındaki elim gevşedi önce. Ona zarar veremeyeceğimi biliyordum. Bunu o da iyi biliyordu. Gülerek bir elini cebine attı ve cebinden çıkardığı telefonu yüzüme yaklaştırdı. Bir ona bir parlak ekrana baktım anlamaz bakışlarla. "İstiyorsan vur ve bu önemsiz hurda parçasının arkadaşını nasıl mahvedebileceğini izle. Ya da elini üzerimden çek ve işimize devam edelim. Karar senin sert çocuk."
"Efendim-"Konuşmak için araya giren şoförü tek bir el hareketiyle susturdu. "Sorun yok, yola devam et."
Bütün bunları yaparken bile gözlerini çekmedi benden. Bileğindeki elim yavaşça gevşedi ve sıkı tuttuğum için beyazlaşan parmaklarım yeniden eski rengine dönmeye başlarken, o ise gömleğinin bozulan kollarını düzeltti. Bileğindeki tırnak izlerini ya da izlerin birinden akan küçük kan damlasını umursuyor gibi durmuyordu.
Dudaklarımdan cevap adına tek bir kelime çıkmamıştı oysa o cevabı çok iyi bildiğinden yalnızca gülümsüyordu. Nasıl böyle umursamaz olabildiğini anlayamıyordum. Sanki saniyeler önce kedi köpek gibi olan kişiler biz değilmişiz gibi yüzü yeniden iş ciddiyetine büründü ve telefonunda aramalar yapmaya devam etti.
Ben ise öfkemi dizginlemeye çalışarak camdan dışarı çevirdim bakışlarımı. Şoförün bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum ve bu beni daraltıyordu.
Hatırladığım tek şey Yeonjun'un yine birilerini azarlar gibi konuştuğu anlardı. Sonrasında ne zaman uyuyakaldığımı hatırlamıyordum. Gözlerimi açmaya çalıştığımda arabanın hareket etmediğini fark ettim. Güneş doğrudan göz kapaklarıma vuruyor, arabanın sıcaklığı beni iyice mayıştırıyordu. İçerisi ne zamandır bu kadar sıcaktı?
Kulaklarımın dibinde duyduğum kıkırtıyla kaşlarımı çattım ve yüzümde sanki bir beton varmış gibi ağırlık yapan göz kapaklarımı zor da olsa araladım. Sarı tutamlar görüş açıma giren ilk şeydi. Siyah ceket, halka küpeler ve şekilli dudaklar. Her şey bir saniye içinde gerçekleşti. Ne olduğunu idrak eder etmez panikle bedenimi geri çektim ve gülerek bana bakan Yeonjun'a baktım.
"Uyanmışsın." hiçbir şeyi anlayamıyordum ve bu sinirimi iyice bozuyordu. "Hasta olma ihtimalin yüzde kaç? Deli gibi titrediğinden arabanın ısısını arttırdım ama içerisi saunaya döndü resmen. Bronzlaşmış bile olabilirim senin yüzünden." aptal ifadem komik gelmiş olacak ki güldü.
"Bir insan uykusunda bile kaşlarını çatar mı? Ne garip bir çocuksun sen. Bak salyaların da hep omzuma akmış, sil bakayım." omzunu bana doğru yaklaştırdığında gözlerimi devirip vücudunu geriye ittirdim. Benimle uğraşmak gerçekten hoşuna falan mı gidiyordu?
"Kafan bir anda omzuma düşünce öldün sandık." kaşlarım çatıldı. "Omzunda mı uyudum?" gülerek kafasını salladı. "Konforlu gelmiş olmalı, bir saattir uyuyorsun." o omzunu rahatlatmak için birkaç açılma hareketi yaparken ben ise duyduğum şeyle şokla kaldım ve telefonumu cebimden çıkarıp saate baktım. Haklıydı.
"Neden uyandırmadın?"
"Denemedim mi sanıyorsun? Her dürttüğümde söylenip biraz daha yapıştın koluma. Sana yapışık olarak işlerimi halledemeyeceğime göre beklemeyi seçtim."Ölmek istiyordum. Hayatımda daha önce hiç bu denli şiddetli bir ölme isteği tatmamıştım. Gözüm boş sürücü koltuğuna kaydığında onun da benim bakışlarımı takip ettiğini biliyordum. "Ha o mu? Yiyecek bir şeyler almak için çıktı. Birazdan burada olur."
Ona bakmak istemiyordum. Mümkün olduğunca onun dışındaki her yeri izledim. Yolun karşısındaki sokak lambasını, araçların geçip geçmeyeceğini işaret eden kırmızı yeşil ışıkları, birbirine karışan kalabalığı. Yeonjun hariç her yeri izledim. Arabada oluşan garip sessizlik bile umrumda olmadı. Ne yaptığını göremiyorum ve böylesi daha iyiydi.
"Theo'nun para aldığı şirkete gidiyoruz." diyiverdi bir anda. Hiçbir şey sormamıştım ama o sanki bir soruyu cevaplıyor gibiydi. Sesine yansıyan ciddiyet, arabadaki sessizliği bir bıçak gibi kesti. "Ne?" bakışlarım ona döndü istemeye istemeye. O ise bana değil de ciddiyetle telefonuna bakıyordu. "Neden?"
"Çünkü onlarla bir projede çalışıyoruz."
"E iyi de onlar-"
"Her şeyi bildiğimi bilmiyorlar."Kahve gözler ağır hareketlerle bana döndü ve düz çizgi halindeki dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. "Bu basit bir düşmanlık değil Soobin, bu bir miras kavgası."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hot to go • yeonbin
Fanfictionbarlarda yüzlerce kişiyi öpebilirsin bir shot daha at ve hissi durdurmaya çalış