'Bu basit bir düşmanlık değil Soobin, bu bir miras kavgası.'
Zihnimde dönüp duran kelimeler bunlardı. Miras, düşmanlık, kavga. Dünyanın en sıradan olayından bahsediyormuş gibi sarf ettiği cümleler saatlerdir zihnimden atamadığım şey haline gelmişti. Böyle bir şeyi beklemediğim için afallamıştım belki de. Şimdi ise bir oda dolusu insanın sahte gülüşlerini izliyor, Yeonjun'un onlara karşı aptala yatışını takip ediyordum. Yalan yok, rolünü çok iyi oynuyordu. Korkulacak kadar iyiydi hatta.
"Yeonjun babamın gözdesiydi." dedi kemikli gözlüklerinin altından sinsice bakan adamın biri. Gülümsüyor olsa da iç yüzünü görebiliyordum. Belki de ne niyette olduklarını bildiğimdendi. Bazı tutamlarının arasına aklar düşmüş, alnında ise birkaç belirgin kırışıklık oluşmuştu. Dudakları sürekli gülümser haldeydi.
Masanın etrafındakiler söylediğine gülerken, biri samimi görünmeye çalışarak Yeonjun'un omzunu sıktı. "Öyledir, en iyisidir o." Yeonjun dudaklarını birbirine bastırarak saf görüntüsüyle gülümsedi ve etrafındaki insanlara teker teker baktıktan sonra bakışları benim üzerimde kaldı.
"Bizi bu yakışıklıyla tanıştırmayacak mısın peki?" diğerlerine göre çok daha genç olan kızıl saçlı kadın kollarını göğsünde birleştirdikten sonra çenesini kaldırarak beni işaret etti. Ortam yeterince daraltıcı değilmiş gibi tüm gözler bana döndüğünde yutkunup sandalyemi daha da geriye ittirdim. Onların arasında bulunmak istemiyordum.
Yeonjun'un gülümseyen yüzü yavaşça düz bir ifadeye büründü. "Kendisi benim korumam." dedi konu asla umrunda değilmiş gibi. Belki de gerçekten umrunda değildi. Bıkkınlıkla gömleğimi çekiştirip nefes almaya çalıştım. Bu kadar insanın göz hapsine aldığı biri olmak yeterince daraltıcı değilmiş gibi, bir de aptal patronum yüzünden takım elbise içindeydim. Şirkete gittiğimizi söylemişti evet, ancak ne zaman gideceğimizi söylememişti. Ben aptal gibi yolu izlerken, bir anda kendimi bir mağazanın içinde takım elbise denerken bulmuştum. Üstelik sevgilisiyle birlikte çıktığım alışverişte bir tane almış olmama rağmen. Parasını çar çur etmeye aşık oluşu beni irite ediyordu.
"Adınız nedir?" dedi Yeonjun'un sağında oturan bir başka kadın. Oturduğum yerde doğrulup, cevap vermek için dudaklarımı araladım ancak Yeonjun benden önce davrandı ve benim yerime cevapladı kadını. "Soobin." gözlerimi devirmemek için büyük bir çaba gösteriyordum ve bunun için bir tebriği hak ettiğime emindim. Sinir bozucu piç.
"Konuşamıyor mu?" benden birkaç yaş daha büyük duran gencin yönelttiği soru Yeonjun'u güldürdü. "Konuşabiliyorum." diye araya girdim öfkeyle. Benden canlı kanlı biri yerine masa ya da sandalye gibi bahsedilmesi öfkelenmeme neden oluyordu. "Pek yakışıklısınız, aramızda olduğunuzdan dolayı çok mutlu olduğumu söylemeden geçemeyeceğim." dedi kızıl saçlı olan. Gülümsedim. "Teşekkür ederim." dedim kibarca. Ardından bakışlarım Yeonjun'u buldu ve öfkeyle bana bakışına aldırmadan kafamı çevirdim.
Konu benden başka yerlere gittiğinde rahat bir nefes verdim ve bir saat boyunca anlamadığım iş konularını sıkıla sıkıla dinledim. En sonunda sahte samimiyetle yapılan tokalaşmaları izledikten sonra Yeonjun'la beraber toplantı odasından ayrıldım. Onun yanında olmak, sanki o toplantı odasından ömrüm boyunca çıkamayacakmışım gibi hissettiriyordu. Hayır, Yeonjun bana bizzat o oda gibi hissettiriyordu. Boğucu, sinir edici ve rahatsız.
Adımları hızlandı ve sinirle peşinden koşmaya başladım. "Yavaşlasana." arkasından seslensem de oralı olmadı ve lavaboya yöneldi. Sakinlikle eline aldığı suyu yüzüne savurdu ve aynadan kendine baktı. Ardından hemen arkasında duvara yaslanan beni buldu bakışları. Aynadan her hareketimi takip ediyordu. Bir şeye güldü daha sonrasında. Neye güldüğüne dair hiçbir fikrim yoktu.
"O takımın içinde zorla tutuluyor gibi görünüyorsun." ayna karşısında saçlarını düzeltirken söyledi bunu. Gözlerimi devirdim. "Zaten öyleyim." bu söylediğim bir kez daha güldürdü onu. Garipti ki, o odadakinin aksine gerçekten gülüyormuş gibi hissettiriyordu.
Birkaç saniye daha ayna karşısında saçlarını düzeltti ve ellerini kuruladıktan sonra yanıma gelip karşımda duraksadı. Bir şey söylemek yerine gözlerime baktı sessizce. "Yine ne oldu?" sessizliği bu kez ben bozdum. Cevap vermedi. Kemikli elleri boynuma yöneldi ve kravatımı kavradı. "Düzgün bağlayamamışsın." dedi gülerek. Yüzü ve vücudu bana doğru biraz daha yaklaştı. Elleri hızla hareket ediyor, odaklandığı için kaşlarını çatıp duruyordu.
"Çok mu kötü?" dedim endişeyle. Bütün gün bu halde gezmiş olamazdım. Kafasını reddetmek adına iki yana sallayınca rahat bir nefes verdim. Yine de ona tam olarak güvenmediğim için çok az bir endişe payı bırakıyordum.
"Senin hakkında bilgi edinmelerini istemediğim için konuşmana fırsat vermedim." kendini açıklıyordu. Neden kendini açıklıyordu? "Neden?" kahverengi gözler kravatımdan ayrılıp gözlerimle birleşti. Sönük olsa da küçük bir parıltı vardı içlerinde. Yanmak için mücadele ediyordu sanki. Birinin onu yakmasını bekliyordu belki de.
"Güvenilir insanlar değiller Soobin. Ne kadar pisleşebileceklerini ben bile tahmin edemiyorum. Bu yüzden seninle muhatap olmalarını istemiyorum." güldüm. "Beni koruman yaparak tam olarak bu insanlarla muhatap olmaya itmedin mi sence de?"
Kravatımın üzerindeki eli gevşedi ve geri çekildi. "Beni benim yerime düşünme, eziğin teki değilim. Kendimi gerektiğinde savunabilirim Yeonjun." tek kaşı havalandı. Bir yandan da gülümsüyordu. "Bay Choi." diye düzeltti. Yüzümü onunkine yaklaştırdım ve inatla "Yeonjun." dedim. Ani yakınlığım yüzünden gülüşü soldu ve geri çekildi. "Her neyse, sınırı aşma ve patronun olduğumu unutma. Şimdi düş önüme."
Apar topar çıktığı için yeniden peşinden koşmak zorunda kaldım. "Bu kez nereye gidiyoruz?"
"Şirkete dönüyoruz, Beomgyu seni özlemiştir." ne ima ediyordu bu?
"Derken?"
"Sus da yetiş bana Soobin."**
Şirkete geldiğimizden beri kendisini odaya kapamış bir halde çalışıp duruyordu. Çalışanlara göre bu bir felaket habercisiydi. Beomgyu'ya göre ise alışıldık bir durumdan başka bir şey değildi. Elindeki soğuk içeceklerden birini bana uzattı ve yanıma bir sandalye çekti. "Takım fena yakışmış." dedi gülerek. Nedense içten biri olduğunu konuşmasa bile hissettirebilen biriydi ve ilk kez böyle biriyle tanışıyordum.
"Sen diğerlerine bakma, bu onun en normal hali." dedi yüzünü bana yaklaştırıp fısıldar gibi konuşarak. Yüzünde şapşal bir ifade vardı. Gülmeden edemedim. "Ona nasıl katlanıyorsun? Sana kaba davrandığında ben sinirlendim." gülümsedi ve içeceğinden bir yudum alıp arkasına yaslandı. "Yeonjun biraz sert ve bezdirici gelebilir ama özünde çok iyi biridir. Kızsa da asıl niyetini bilirim ben." bir şey söylemek yerine sessizce onu dinlemeyi tercih ettim. "Emin ol bir şey söylüyor ya da bir şey konusunda ısrar ediyorsa bunu seni düşündüğü için yapıyordur."
"Not aldım bunları." söylediğime güldükten sonra sandalyesini her zamanki yerine yöneltti ve bilgisayar karşısına geri döndü. "Biraz çalışalım da Yeonjun efendi bizi kovmasın." gülmeden edemedim. Komik ve samimi biriydi. Böyle birinin Yeonjun'u seviyor oluşu garipti. Ne kadar iyi biri olabilirdi ki?
Düşünceler beynime ağırlık yapmaya başladığında homurdandım ve kafamı Beomgyu'nun masasına yasladım. Uzun bir süre boyunca uyumak istiyordum. Ya da Yeonjun'la uğraşmadığım bir hayat.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hot to go • yeonbin
Fanfictionbarlarda yüzlerce kişiyi öpebilirsin bir shot daha at ve hissi durdurmaya çalış