Son iki gündür hayatımda hiç düşünmediğim kadar 'Neden' soruları geçiyordu aklımdan. En günceli de neden kendimi bu şirkette bulduğumdu. Neden buradayım? Neden geldim? istediğini almayı başarıyordu. Adını bile bilmediğim bir adam hakkında ilk edindiğim bilgi buydu. Komedi.
"Lütfen oturun, Bay Choi birazdan burada olacak." takım elbisenin içinde sıkışmış gibi duran adamlar telaşla etrafta koşuştururken içlerinden biri oturacağım yeri gösterdi ve ben oturana kadar bakışlarını üzerimden çekmedi. Anlaşılan rahatsız edici patronlarına çok yakından benziyorlardı.
Gözlerimi devirdim ve süslü tekli koltuğa oturup kollarımı göğsümde birleştirdim. Odası hem fazla karışık, hem de fazla ruhsuzdu. İkisini ortada birleştirmeyi nasıl başardığına dair derin bir merakım oluşmadı desem yalan olurdu.
Koşuşturan adamlar teker teker odadan çıktığında tek başıma kalmak rahat bir nefes almamı sağladı. Karmaşadan da, günlük insan kotamı aşan kişi sayısından da hiç hoşlanmıyordum ve ne komiktir ki ikisi de şu an bulunduğum yerde oldukça fazlaydı. Bir de masası çok çirkindi. Söylemeden geçemeyeceğim. Filmlerdeki zengin piçleri masalarına aile fotoğraflarını falan koymaz mıydı? onun masasında yalnızca yığınla dizilmiş dosyalar ve bir de kurdele şeklinde pembe bir toka bulunuyordu. İlginç zevkleri vardı anlaşılan.
Kapının ardından gelen adım seslerini duyduğum an dikkatim tamamen oraya yöneldi. Herkesin hazır ola geçtiğini görmesem bile işitebiliyordum sanki. Birkaç saniyenin ardından odaya garip bir hava katan siyah kapı açıldı ve içeri girdi. Ayağında başka bir çift ayakkabı vardı ve onlar da parıl parıl parlıyordu. Aynı ayakkabıyı iki gün üst üste giyme düşüncesine alerjisi falan mı vardı?
Koyu gri takımı kabul etmek istemesem de hoş görünüyordu. Sarı saçları ise geriye taranmıştı.
"Hoşgeldin." dedi gülümseyerek. Sahte bir gülümseme için fazla iyi oyunculuk sergiliyordu. Öyle ki gülümserken gözleri kaybolmuştu. Benden bir cevap alamadığında kıkırdadı ve bir iki adımda masasında biterek koltuğuna yerleşti. Sadece birbirimizi izliyorduk ve bu durum beni rahatsız ediyordu.
"Ne içersin bakalım?" güldüm. Ağzını yüzünü dağıtmak istiyordum. "Zehir varsa alabilirim." söylediğim şey komik gelmiş olacak ki bir kahkaha patlattı. Aptal. "Üzgünüm, elimizde hiç zehir bulunmuyor Soobin." adımı ondan duymak daha da irite etmişti sanki beni. Aileme küfür ediliyormuş gibi bir etki bırakmıştı üstümde.
"Kendine oyuncak arıyorsan uygun kişi olmadığımı söylemeye geldim."
Beni izlerken dudak kenarları keyifle yukarı kıvrıldı ve elini çenesinin altına, dirseklerini ise masasına yaslayarak beni dinlemeye başladı. Gözleri fazla parlaktı. "Ne bakıyorsun?" diye sordum bir anlık sinirime yenik düşerek. "Böyle sinirle konuşman pek tatlı duruyordu, o yüzden bakıyorum."
Gözlerimi devirip iyice arkama yaslandım. Nefretlik herifin önde gideniydi. "Korumam olmanı istiyorum." dedi bir anda. Öyle ansızın söyledi ki bunu, kahkaha atıverdim aniden. "Ne istiyorsun ne?" dünyanın en komik şeyini duymuş olmalıydım. Gözlerimden akan yaşları silip nefes nefese kalırken baktım yüzüne. Sakince susmamı bekliyor gibi görünüyordu.
"Aslında istiyorum değil, emrediyorum diyelim." gittikçe komikleşiyordu. "Bana emir verebileceğini sana düşündürten ne peki?" gülümsedi ve eliyle 'bir dakika' der gibi işaret vererek cebinden telefonunu çıkardı. Bir şeylere girip çıktı, mırıldanıp durdu. Ardından aradığı şeyi bulmuş olacak ki keyif dolu bir sesle telefonu bana çevirdi.
Sinir kat sayımdaki artış ciddi bir rekora koşuyordu. Ekranda gördüğüm Theo'yla sinirlenerek gözlerimi yumdum. "Sana emir verebileceğimi düşündürten şey bu."
Gözlerimi açtığımda karşımda keyiften dört köşe olmuş haliyle otururken buldum onu. Bu odada hayattan bezmiş tek bir kişi bulunuyordu, o da bendim. "Arkadaşımın ne bok yediği beni zerre alakadar etmiyor. Onun götünü kurtarmak için sana çalışmam ben." hiçbir şey söylemeden insanı rahatsız eden sakinliğiyle parmaklarını kıtlattı.
"Bence çalışırsın. Senin hakkında bir takım araştırmalar yaptım. Arkadaşların için bir can vermediğin kalmış. Ayrıca borçların yüzünden neredeyse iç çamaşırından bile olacak haldesin."
Onun hakkımda bir şeyler biliyor olması ya da bazı noktalarda haklı olması sinirlerimi öyle yıpratıyordu ki.
"Geçmişindeki spor kariyerinden söz etmiyorum bile. Anlık bir öfkeyle geleceğini çöp etmene yazık olmuş. Her neyse, benim için biçilmiş kaftansın bu yüzden korumam olacaksın."
Baktım. Öylece yüzüne bomboş bir ifadeyle baktım. Artık sinirlenemiyordum bile. Ukala ukala konuşup duruyor, emir yağdırıyordu. O güzel dişlerine sağlam bir yumruk indirdiğim sahneler dönüp duruyordu aklımın bir köşesinde.
"Ee Soobin, arkadaşını polise teslim etmemi engelleyip senin deyiminle götünü kurtarmayı ve borçlarından kurtulup rahat bir hayat sürmeyi mi seçiyorsun yoksa arkadaşınla beraber seni de hapiste çürütmemi mi?"
Sırıta sırıya sordu sorusunu. Ancak bu ifadesi yerini uzun süre koruyamadı. Odanın aniden açılan kapısıyla ikimizin de bakışları içeri giren kıza kayarken, kız sanki ben orada değilmişim gibi neşeyle koşturdu ve karşımdaki adamın kucağına oturdu.
"Aşkım toplantın bitmiş neden haber vermedin?" Sanırım bu pembe tokayı açıklıyordu. Zayıf, bembeyaz tenli bir kızdı. Saçları kumraldı ve aynı kucağına oturduğu kişi gibi o da parıldıyordu. Sanırım zenginlik parıltısı tam olarak bu oluyordu. Ağızlarını her açtıklarında para efekti duyuyordum sanki.
"Bebeğim şu an bir iş görüşmesinin tam ortasındayım." kız kollarını sevgilisinin boynuna doladı ve dudaklarını büzdü. Ardından beni buldu bakışları. Tam olarak bana bir bok parçasıymışım gibi bakıyordu. En azından karşımdaki adamdan daha gerçekçi davranıyordu.
"Merhaba canım." dedi samimiyetten uzak bir tavırla. Sadece sahte bir gülümsemeyle kafamı salladım. "Ben Yeonjun'un sevgilisiyim." adını öğrenme zahmetine bile girmediğim adamın adını bir de sevgilisi yoluyla öğrenmek midemin kasılmasına neden olmuştu. "Onu gayet iyi anladım merak etmeyin."
Söylediğim şeye karşın gözlerini devirdi ve yeniden Yeonjun'a döndü. "Benimle alışverişe gelecek misin?" Yeonjun bir süre cevap vermeden bana baktı. Dilini yutmuş olabileceğine dair teoriler üretmeye başladığım sırada yeniden konuşma zahmetinde bulundu. "Bugün olmaz güzelim, sana bizim çocuklar eşlik etsin olur mu?"
Kız bir kez daha dudaklarını büzdü ve istemeye istemeye kafasını sallayıp Yeonjun'un kucağından kalktı. "Akşam sendeyim birlikte takılalım." göz kırparak söylediği şey odanın ortasına kusmak ya da gözlerimi çıkarıp camdan aşağı fırlatmak istememe sebep oldu. İfademi gizleyememiş olmalıydım ki Yeonjun bana bakarak güldü ve sevgilisine bakarak kafa salladıktan sonra kız odadan çıktı.
"Şu halinizi görmemek için bile bu siktiğimin teklifini reddedebilirim."
Kahkaha attı. Oysa ben midem ağzımda konuşuyordum. "Komik birisin Soobin." gözlerimi devirip ayağa kalktım, o ise merakla bana baktı. "İşe geleceğim saati ya da gerekli diğer bilgileri adamlarına mesaj olarak attırırsın." dedim bıkkınlıkla. Yüzünde kazanmanın getirdiği keyifli bir ifade belirdi. Sanki hayatı boyunca birçok şey kazanmamış biri gibi davranıyor oluşu sinir bozucuydu.
"Güzel, yarın görüşürüz." bana doğru uzattığı eline baktım ve karşılık vermeden odanın çıkışına doğru yöneldim. "Belki de kendimi öldürürüm ve görüşmeyiz." arkama bakmıyor olsam da güldüğünü duyabiliyordum. Onu güldürmek beni öfkelendiriyordu.
Kapıyı ardımdan kapadım ve etraftaki kalabalığa baktım. Burada barınmam tam olarak imkansızdı ve ben hapiste yaşama fikrine cazip bakmaya başlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hot to go • yeonbin
Fanfictionbarlarda yüzlerce kişiyi öpebilirsin bir shot daha at ve hissi durdurmaya çalış