Merhaba. Bu ilk kurgum değil. Ilk kurgum başka bir hesaptaydı fakat bazı nedenlerden dolayı hesabım (kitabım da) silindi ve ne yazık ki okurlarımı kaybettim. Yani böyle sık sık takip eden okurlarım olmadığı için yeniden başlamak zor olucak, ama yine de şansımı deneyeceğim.
---
Hayat... Nasıl da karmaşık ve acımasız bir düzen. Kimi zaman yollarını aydınlatan yıldızlar bile sana yol göstermez; kaybolduğun karanlıkta kendi ışığını bulmak zorunda kalırsın. Her insan, kendi savaşını verir bu hayatta. Kimi zaman kayıplar, kimi zaman hayal kırıklıkları... Her zaferin, ardında sakladığı bir bedeli vardır. İnsanlar bu bedeli öderken ruhlarını kaybederler.
***
"Kimsin sen?" diye sordum kısık sesle.
Bir adım daha yaklaştı, karanlıktan yüzünü seçemiyordum. Gölgeler içinde kaybolmuş, sanki insan değil de karanlığın içinden kopup gelen bir varlıktı. Kalbim öylesine hızlı atıyordu ki, sanki bedenimden çıkacak gibiydi. Bir an için korkumu bastırmaya çalıştım, derin bir nefes aldım, ama sesim hala kısık çıkıyordu.
"Sana bir şey sordum... Kimsin?" dedim yeniden, ama bu sefer sesimdeki tedirginlik daha belirgindi.
Adam sessizce ilerledi, beni duymamış gibi. Ayak sesleri boş sokakta yankılandı; her adımı, içimde daha büyük bir korku yaratıyordu. Beni çepeçevre saran soğuk hava, tenimi delip geçiyor gibiydi. Kaçmak istedim, ama bacaklarım sanki bana itaat etmiyordu. Kaçabilmek için en ufak bir şansım varsa bile, donup kalmıştım. Sanki bedenim bana ihanet ediyordu.
Birden, güçlü bir el kolumu kavradı. Şoktan gözlerim kocaman açıldı. Elini çekmeye çalıştım, ama bileğim adamın demir gibi sıkı tutuşunun içinde kayboldu. Beni kendine doğru çektiğinde, yüzüme soğuk, keskin bir nefes vurdu. O an anladım ki, buradan kendi irademle kurtulamayacak kadar çaresizdim.
"Bırak beni... Lütfen..." dedim, ama sesim duyulmayacak kadar cılızdı. Titreyen sesim, kendi kulaklarımda yankılanıyordu.
Adam bir an duraksadı, gözleri - ya da o karanlığın içinde seçebildiğim kadarıyla gözleri - üzerime dikildi. Ardından alaycı bir şekilde sırıttı. Kendimi küçük, güçsüz ve çaresiz hissediyordum. O kadar küçük ki, bir böcek gibi ezilip yok olabilirdim.
Ve sonra, beni sürüklemeye başladı. Ayaklarım yerde sürüklenirken içimdeki her hücre çığlık atıyordu, kaçmak, kurtulmak istiyordum ama bedenim onun gücü karşısında tamamen teslim olmuştu.
Sokak lambalarının ışığı gittikçe uzaklaşıyordu. Beni karanlık bir köşeye doğru sürüklüyordu. Ayak bileklerim acıyla sızlarken, yüreğimde tarifsiz bir korku hissi büyüyordu. Etrafa bakınıp yardım istemek istedim ama sokak bomboştu. Sanki dünya, beni bu adamın insafına terk etmişti.
"Ne istiyorsun benden?" diye hırladım, umutsuzluğun çaresiz cesaretiyle. Ama adam cevap vermedi. Tek kelime bile etmeden beni itmeye devam etti.
Bir anda arkamda soğuk bir duvar hissettim; sertçe oraya yasladı beni. Kalbim deli gibi çarpıyordu, gözlerimi ondan ayıramıyordum.
Adam eğilip gözlerime bakarak,"Zeynep Karahan," dedi fısıldayarak, "Ne istediğimi zamanla anlayacaksın."
O sözler kulaklarımda yankılandığında, kanım dondu. Bir an için nefes almayı unuttum. Bu işin sonunun nereye varacağını bilmiyordum.
Elleri bir an bile gevşemedi. Kendimi ondan kurtarmaya çalıştım, ama nafileydi. Gücüm tükenmiş gibiydi, içimdeki son umut kırıntısını bile alıp götürüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILDIZLARIN ALTINDA
Rastgele"İnsanın en büyük savaşı, başkalarıyla değil, kalbinde sakladığı gerçeklerle yüzleşmekten korktuğu anlarla başlar."