6: Efendinin Ellerinde

0 0 0
                                    

O an, yüzüme o kadar kuvvetli bir tokat attı ki, aklım resmen yerinden çıkacak gibi oldu. Çenemdeki tüm kemikler yerinden fırlamıştı sanki. Bir anda her şey kararmıştı. Tokadın etkisiyle, bana hissettirdiği o acıyla ağlarken, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.

"Şimdi, kimim ben?" Diye kükredi.

Saçımdan sertçe tutup kafamı kendi yüzüne doğru çevirtti, gözlerimden yaşlar süzüldü ama ne bir şey yapabiliyordum, ne de bir şey diyebiliyordum. O, sorusunun cevabını beklerken benim yapabildiğim tek şey ağlamaktı. Tanrı'nın belası.

"Bilmiyor musun?" Diye sordu, ve tekrardan yüzüme eski kuvvetinden daha fazla kuvvet uygulayarak tokat attı. O an vücudumda felaket bir acı dalgası yükseldi. Hemen ardından dudaklarımda hissettiğim sıcaklık. Burnum kanıyordu.

"Hala cevap vermeyecek misin?" Diye haykırdı. O an yerden aldığı sopayı yüzüme doğrulttu.

"Kimim ben, velet!?" Bu kez sesinde tehdit vardı. Her kelimesi bir darbe gibiymişçesine üzerime çarpıyordu. İçimdeki kin ve neftret, her geçen saniye daha da büyüyordu. Kontrol edilemezdi. O an neler olacağına dair hiçbir fikrim yoktu, ama fark ettim ki artık bazı şeyler içimde kontrol edilemeyecek kadar büyümüştü.

Ağlamaktan başka bir şey yaptığım yoktu, ama yine de o küçücük çocuğa düşmanıymış gibi vurmaya devam ediyordu. Sanki zevk alıyordu beni böyle görmekten, acı çekişimi izlemekten.

"Cevap vermediğine göre hala doymadın, değil mi?" Dedi. Ve kütüğü vücuduma sertçe vurdu. Acı, her geçen an daha da artıyordu. O çılgınca, küçük vücuduma vurdukça, ben de bu çileyi bir an önce bitirmek istiyordum. Ama her şey daha da kötüleşiyordu sanki böyle düşündükçe, çaresizdim...

Zaman geçtikçe, tokatlar ve sopalarla vücudum yerle bir olmuştu. Artık vücudumu kıpırdatacak gücüm bile kalmamıştı. Ağzım, yüzüm, vücudum kanla kaplanmıştı. Üstümde ki kıyafette kan damlaları her şeyi belli ediyordu. Ama o adam, gözlerinde ki acımasızlıkla hala yerdeydim. En sonunda sopayı yere fırlattı, yere oturdu. Nefes nefese kalmıştı.

"Kim olduğumu... öğrenebildin mi artık? Değdi mi bu kadar dayağa?" Diye alayla sordu.

"Hah, evlat?" Dedi, sesinde bir rahatlık vardı. Ama ben buna nasıl cevap verebilirdim? Hayatımda gördüğüm en acımasız insan tam karşımda duruyordu.

"Ben artık senin efendinim, anladın mı?"
Dedi, sesi soğuk ve kararlıydı. "Bana efendim diye hitap edeceksin." Diye ekledi, bana doğru eğilerek.

"Ben, senin efendin Niwa-sama. Akari Niwa," dedi. Her kelimesi sanki bana inandırmak için söyleniyordu.

Beni yerden kaldırıp oturturken, vücudumun her yerinde ağrı ve acıdan başka bir şey yoktu. Sadece başımı kurtulmak istermişçesine zar zor salladım. Bir yandan da bir şeyler söylemek istiyordum ama malum, durumum buna el vermiyordu. Beni böyle aşağılayan bir insana nasıl "Efendim" diye hitap edebilirdim ki? O, kendi nefretini ve kibirini vücuduma her darbeyle sokuyordu.

"Biliyor musun, evlat? Hızlı öğrenemiyorsun. Annen gibi değilsin." Zor açılan gözlerimin içine dalgın bir bakışla bakarken söyledi.

"Ama cesur ve akıllısın. Sana bir şey önereyim, asla baban gibi olma. Onun gibiler her zaman erken ölür." Diye ekledi. O babama o şekilde hakaret ederken, içimde ki öfke volkan gibi patladı. Babamın yaptığı her şey, bu dünyada bu dünyada yapabileceği en büyük cesaret örneğiydi.

"Onun ve onlar gibiler, her zaman erken ölür."

Sanki bana hayat dersi veriyormuş gibi tekrardan ekledi: "Onun gibi olma, seçimlerini yaparken iki kez düşün."

KANLI YEMİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin