3: Esaretin Gölgesinde

23 11 0
                                    


Hayatımda ilk defa bu kadar korkunç bir manzara görüyordum. Gözlerimin önünde cereyan eden vahşet, içimde tarifsiz bir boşluk açmıştı. Zaman durmuş gibiydi; kalbimin sesini bile duyamıyordum artık. Sanki etrafımdaki hava bile ağırlaşmış, içime nefes değil zehir doluyordu. O an, o kanlı sahnenin sonsuza kadar zihnime kazınacağını hissediyordum. Ruhumun derinliklerine işlemiş bir travma başlamıştı. Yaşadığım şok, bedenimi felç etmişti; düşünemiyor, hareket edemiyordum.

Etrafımda kimse nefes almıyordu sanki. Herkes taş kesilmişti. Kalın sesli, ürkütücü adamın arkasında duran, yüzlerinde sertlikten başka hiçbir şey olmayan adamlar bile donmuş gibiydi. Kimse bir adım dahi atmıyordu. Sessizlik kulaklarımı sağır ederken, annem hızla başını çevirdi, gözlerinde tarifsiz bir dehşetle bana baktı.

"B-bakma..." dedi, titreyen sesiyle, kelimeleri zar zor dökülüyordu dudaklarından. Korku, sesine her halinden hâkimdi.

Ama ben annemi duymuyordum. O anda zihnim öylesine sisliydi ki, annemin sesi bile bir uğultu gibi geçip gidiyordu. Kaskatı kesilmiş bedenimle, gözlerim karşımda duran o korkunç görüntüye kilitlenmişti. Ceset... o kanlı, yere serilmiş beden, gözlerime yapışmış gibiydi. Görüntüye bakmak istemiyor, ama gözlerimi ondan ayıramıyordum. Bir an için, dünyada sadece ben ve o ceset var gibiydi.

Ansızın, kalın sesli adamın sesi sessizliği parçaladı. O, hiçbir şey olmamış gibi rahat konuşuyordu, sanki arkasında yatan bir ölü yokmuş gibi.

"Eğer bize karşı gelirseniz..." dedi, gözlerini odadaki herkesin yüzünde dolaştırarak. "Bundan daha beterini yapacağıma emin olabilirsiniz."

Kelimeleri soğuk bir bıçak gibi ruhumuzu kesiyordu. Herkes gözlerini yere dikmiş, sessizlik içinde bekliyordu. Korku, aramızda görünmez bir zincir gibi herkesi birbirine bağlamıştı. Gözyaşlarını tutmaya çalışan insanlar, titreyen elleriyle yüzlerini gizliyordu. Ama benim gözlerim hala cesetteydi. O kanlı bedeni unutamıyordum, başımı çevirebilmek için bile bir güç bulamıyordum.

"Eğer herkes anladıysa, asıl konumuza geri dönelim," dedi adam, katanasını ağır bir hareketle kılıfına sokarak. O katananın sesi, malikanenin içindeki gerilimi daha da artırıyordu. Her şey, insanın ruhunu ezmek için tasarlanmış gibiydi. Ardından bir kez daha konuştu:

"Lord'umuzun emri üzerine sizi öldürmeyeceğiz," dedi, sesinde bir lütuf verir gibi bir hava vardı. "Siz bizim için artık bir kölesiniz."

Bu sözler, boğazımıza oturmuş bir taş gibiydi. Herkes birbirine korku dolu gözlerle baktı. Ben ise donmuş gözlerimle anneme baktım. Onun bakışlarındaki çaresizlik ve korku, içimde daha derin bir yara açıyordu. Gözyaşlarımı tutmak için mücadele ediyordum, ama sanki bu acıya daha fazla dayanamıyordum.

"Size sığınacak bir yer vereceğiz," diye ekledi adam, tiksintiyle bakarak.

"Eğer lord'um kadınlara ve çocuklara acımasaydı, çoktan şu yerde yatan fahişe gibi ölmüş olurdunuz. Korkunç, değil mi?" Adamın sesi alaycı bir tını taşıyordu. "Kendinizi şanslı sayın," dedi ve sustu.

Kimse konuşmadı. Son cümlesiyle birlikte odadaki herkes kaderine teslim olmuş gibiydi. Kaderin bizden aldığı her şey, o anda daha da belirginleşiyordu. Gözlerimizde korku, yüreğimizde çaresizlik vardı. Sanki ölüm, hayatta kalmaktan daha hafif bir seçenekti.

"Şimdi," dedi adam soğukkanlılıkla, "herkes sırayla kapıdan çıksın."

Yavaş yavaş sıraya dizildik. Kimse acele etmiyor, kimse başını kaldırmıyordu. Her bir adım, sanki daha derin bir karanlığa sürükleniyor gibiydi. Kapının önünde bekleyen adamlar bizi kollarımızdan kavrayarak, sert bir şekilde at arabalarına tıkıştırdılar. Gözlerimde donmuş korkuyla dışarı çıkarken, içimdeki boşluk giderek büyüyordu. Herkes arabaya bindikten sonra, sessizce yola koyulduk.

KANLI YEMİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin