Ertesi gün, Seungyeon okul koridorlarında Minho ile yan yana yürüyordu. Aralarındaki gerginlik bir nebze hafiflemiş gibiydi. Minho, her zamanki gibi rahat bir tavırla şakalaşıyor, Seungyeon’un sık sık sustuğu anlarda aralarındaki boşlukları dolduruyordu.
“Bu kadar sessiz olursan, insanlar seni soğuk biri sanacak,” dedi Minho, hafif bir alayla.
Seungyeon hafifçe gülümseyerek, “Belki de sessiz kalmayı tercih ediyorum. Bunu hiç düşündün mü?” diye yanıtladı.
Minho, bu sözlere karşılık ciddileşmiş gibi yaptı, ama gözlerindeki parıltı hâlâ oradaydı. “Evet, düşündüm. Ama bence konuştuğunda daha iyi anlaşılıyorsun. Mesela dün gece... artık daha farklı bir Seungyeon görüyorum.”
Seungyeon, bu sözlerden sonra hafifçe irkildi. Minho, onun içine dokunan şeyleri nasıl bu kadar kolay fark edebiliyordu? Kendini açmak istemediği hâlde, Minho onun duygularını bir şekilde çözüyordu.
“Daha fazla konuşmamı mı istiyorsun?” diye sordu Seungyeon, Minho’ya meydan okurcasına.
“Kesinlikle,” dedi Minho. “Mesela... favori rengin ne? Ya da çocukken en sevdiğin oyun?”
Seungyeon, bu basit sorular karşısında hafifçe gülümsedi. “Siyah ve beyaz,” dedi. “Ve çocukken pek oyun oynamazdım.”
Minho kaşlarını kaldırarak, “Oynayacak zamanın mı yoktu, yoksa oynamak istemiyor muydun?” diye sordu.
Seungyeon duraksadı. Bu soru, geçmişine dokunuyordu. Çocukluğunda neşeyle oynamak yerine, hep bir sorumluluk duygusu taşımıştı. Ama bu, Minho’ya anlatacağı bir şey değildi. En azından şimdilik.
“Sanırım ikisi de,” dedi kısaca.
Minho, onun bu cevabını sorgulamadı. Bunun yerine, hafif bir tebessümle başını salladı. “Tamam, daha çok konuşmaya başlıyorsun. Güzel ilerleme.”
O sırada Felix, hızlı adımlarla yanlarına geldi. “Hey, ikiniz yine baş başa mı takılıyorsunuz?” dedi, sanki aralarında büyük bir sır varmış gibi.
Minho, Felix’in sorusuna aldırmadan, “Hayır, Seungyeon’u sorguya çekiyorum. Daha çok konuşmasını sağlamam lazım,” dedi.
Felix gülerek, “Sana başarılar, dostum. Seungyeon’u konuşturmak, bir kaya ile konuşmak kadar zor olabilir,” dedi.
Seungyeon, bu şakaya gülümseyerek karşılık verdi. “Belki de doğru kişiye konuşmam gerekiyordur,” dedi, bu kez biraz meydan okur bir şekilde.
Minho, bu cevaptan etkilenmiş gibiydi. “O kişi ben olabilir miyim?” diye sordu, sesinde alaycı bir ton vardı ama gözlerindeki ciddiyet her şeyi anlatıyordu.
Seungyeon, Minho’nun sorusuna doğrudan bir yanıt vermedi. Bunun yerine, sessizce ilerlemeye devam etti. Ama içinde bir şeylerin değişmeye başladığını hissediyordu. Minho’ya güvenmek hâlâ kolay değildi, ama belki de Felix’in dediği gibi, bu süreç zamanla daha da anlamlı hâle gelecekti.
