Seungyeon, koridorda ilerlerken hâlâ yaşananlara anlam veremiyordu. Birkaç hafta öncesine kadar herkes onunla alay ederken, şimdi zorbalık yapanlar bile özür diliyordu. Üzerindeki bu ani değişimin nedeni neydi? Minho’nun ve diğerlerinin bu işe karıştığından şüpheleniyordu, ama kesin bir şey söyleyemiyordu.
Minho, uzaktan Seungyeon’un dalgın yürüyüşünü izliyordu. Ona karşı hissettikleri gitgide daha karmaşık bir hal alıyordu. “Kaçak” dediği bu kız, onun sandığından çok daha güçlüydü, ama aynı zamanda kırılganlığını da görüyordu. Onu koruma isteği, her geçen gün artıyordu.
"Minho," dedi Chan, yanına yaklaşarak. "Seungyeon’a ne zaman söyleyeceğiz? Yaptığımızı öğrenirse kızabilir."
Minho omuz silkti. "Henüz hazır değil. Onun daha fazla endişelenmesini istemiyorum."
Hyunjin, ikisine katıldı ve sırıtarak, "Yani ona ne kadar kahramanca davrandığımızı anlatmayacak mıyız?" dedi.
"Hayır," dedi Minho sert bir tonla. "Bu bizim aramızda kalacak. Seungyeon’un rahat bir nefes almasını istiyorum, hepsi bu."
Felix, başını sallayarak onları izliyordu. "Siz böyle konuşurken fark ettiniz mi? Chan hyung ve Jisoo çok fazla vakit geçirmeye başladı," dedi alayla.
Minho’nun gözleri, sınıfın önünde yan yana oturan Jisoo ve Chan’a kaydı. Jisoo’nun yüzü her zamankinden daha parlak görünüyordu. Chan ise her zamanki gibi sakin ama onun yanında daha farklı bir enerji yayıyordu. Minho, bu durumu fark ettiğinde hafif bir tebessüm etti.
---
O gün öğle yemeğinde, Seungyeon yalnız başına yemek tepsisiyle kantinde oturuyordu. Etrafındaki bakışlara alışmaya çalışsa da, kendini hâlâ dışlanmış hissediyordu. Birden tepsisi boş bir sandalyeye yerleştirildi. Başını kaldırdığında Minho’yu gördü.
"Kaçak, buraya tek başına oturmak sıkıcı olmaz mı?" dedi alaycı bir tonla.
Seungyeon, gözlerini devirerek, "Minho, neden burada oturuyorsun? Kendi arkadaşların yok mu?" diye sordu.
Minho, kendini sandalyeye bırakarak gülümsedi. "Sen de arkadaşlarımsın, değil mi? Hem yalnız yemek yemek bana göre değil."
Seungyeon, onun bu tavrına alışmaya çalışıyordu. Minho’nun samimi ama alaycı davranışları onu şaşırtıyordu. Ancak bu sefer, ona ters bir cevap vermedi. "Peki, istediğin gibi," dedi hafif bir gülümsemeyle.
Bu sırada Jisoo ve Chan kantine girdi. İkisi de oldukça neşeliydi. Chan’in elinde tuttuğu kahve bardağını Jisoo’ya uzattığı sırada Jisoo hafifçe gülümseyerek teşekkür etti. Bu hareket, kantindeki herkesin dikkatini çekti.
Felix, yanlarına gelerek hafif bir kahkaha attı. "Siz ikiniz... bir şey mi saklıyorsunuz?" diye sordu.
Jisoo’nun yanakları hafifçe kızardı. Chan ise rahat bir şekilde omzunu silkerek, "Hayır, ne saklayacağız ki?" dedi.
Minho, uzaktan bu sahneyi izlerken Seungyeon’a döndü. "Sanırım birileri sevgili olmuş," dedi alayla.
Seungyeon, Chan ve Jisoo’nun hallerine baktığında içten içe mutlu oldu. Onların birbirine olan desteğini görmek, kendisine umut veriyordu. Ancak Minho’nun laf arasına serpiştirdiği “Kaçak” kelimesi, onu yine irkiltti.
"Kaçak mı? Neden bana böyle diyorsun?" diye sordu.
Minho gülümsedi. "Kaçak çünkü gizemlisin, her şeyden uzak duruyorsun ama yine de dikkat çekiyorsun."
Seungyeon, bu açıklamayla ne diyeceğini bilemedi. Onun için yeni bir sıfat bulmuş gibiydi, ama bu sıfat garip bir şekilde hoşuna gitmişti.
Minho, Seungyeon’un sessiz kaldığını görünce hafifçe eğildi ve alaycı bir şekilde, "Yoksa güzelim dememi mi tercih ederdin?" dedi.
Seungyeon, hızla başını kaldırdı ve ona dik dik baktı. "Kes şunu, Minho!" diye mırıldandı.
Minho’nun kahkahası kantini doldurdu. "Tamam, tamam. Ama bu kadar kızarsan seni daha çok kızdırırım, Kaçak."
Seungyeon istemsizce gülümsedi. Belki de onunla alay eden bu tavır, gerçekten kötü niyetli değildi. Belki de Minho, onu kendi yöntemiyle rahatlatmaya çalışıyordu.
