Karşımda duran manzaraya odaklanmış bir şekilde bakıyordum. Bu resmi kafasında oluşturan çoğu kişi benim bakışlarımı çözemeyecekti. Bir ressamın yaptığı esere herkes yüzeysel bakardı, ama onun gerçekte ne anlattığını anlamak için biraz ayrıntıya düşmek gerekirdi.
Başımı ovalayarak Serenay'a döndüm, dün gece ne konuştuğumuzu düşünüyordum. Soru yönelten bakışlarımdan durumu fark edip anlatmaya başladı. "Dün gece konuşmuştuk. Son günün diye kamp yapalım dedik ve tabi yalnız kalmamak için de yanımıza birilerini getirmemiz lazımdı," diyerek yanındakileri işaret etti. Olayı kısaca özetlemiş olan arkadaşıma bakarak "Pekala, ben hazırlanıp geleyim o zaman," dedim. Demek ki son günüm de böylelikle bitmiş olacaktı.
Kapıyı kapattıktan sonra dışarıdakileri fazla bekletmemek için dolabıma yöneldim. Kampa gideceksek yanıma uyumak için eşyalar da almam gerekliydi. Sabah tüm eşyalarımı toplayıp yola çıkacaktım nasılsa. Dolabımın kapağını açıp içerisinden kırmızı bir tişört çıkarttım ve onun altına da kapri. Bugün kahverengi saçlarımı salacaktım. Saçlarımı tararken kapı tıklanmıştı.
"Geliyorum hemen," dedim saçlarıma ellerimle şekil verirken. Ufak sırt çantamın arka gözüne telefon, anahtar ve pijamalarımı da yerleştirdikten sonra içinde yeni bikinimin olduğu siyah poşeti de koymayı ihmal etmemiştim. Pencerelerin kapalı oluğundan emin olduktan sonra çıkmaya hazırdım. Aynada kendime son bir defa bakmaya fırsat bulmuştum. Fazla bekletmemek için direk kapıdan dışarı adımımı attım.
"Sonunda hazırlandın," dedi Uzay beyaz şapkasının ardından. Gözlerim güneşten kısılıyordu. "Geldim işte, neler almamız lazım şimdi?" Hayatımda hiç kampa gitmediğim için bilmiyordum, kitaplarda ya da filmlerden izlediğim kadarı canlanıyordu aklımda. "Bu 2 centilmen her şeyi alıp gelmişler," dedi Serenay iki eliyle sıcaktan bunalmış Doruk ve Uzay'ı göstererek. Aman ne hoş, çok centilmenlerdi gerçekten. Doruk öyle olabilirdi ama Uzay ve centilmenlik kelimesi aynı cümle içerisinde bile kullanılmamalıydı. En son milkshakenin parasını benden geri istemişti. "Değil mi?" dedim yapmacık bir şekilde gülümseyerek.
Havanın sıcaklığı beni bunaltırken yürümeye başlamış arkadaşıma yetişmeye çalıştım. "Duru sen Uzay'ın arabasına binsen olur mu?" dedi Doruk yanıma ulaşırken. "Nedenmiş o?" Benim canımı acıtmış olan bir insanla aynı ortamda durmaktan yakınırken bir de beni o mu götürecekti? "Benim arabada yer kalmadı. Bagaj dolduğu için mecburen arka koltuğa attım. Hem yol çok uzun sürmez, merak etme," dedi gülümseyip cevabımı beklerken. Anladığımı bildiren bir bakış atıp kafamı salladım.
Pansiyon çıkışına gelirken Uzay anahtarlarını çıkartıp siyah spor bir arabanın kilitlerini açmıştı. Ben arabanın arka kapısını açacakken arka koltukların eşyalarla dolu olduğunu gördüm. Evren, Uzayla benim yan yana durmam için bütün seçeneklerini bizden tarafa kullanıyor gibiydi. Öne geçip koltuğa yerleşmiştim. Uzay camları açıp şimdiden surat asmaya başlamıştı bile. Bir kolunu camdan çıkararak diğer elini de arabayı çalıştırmak için kullanıyordu. Ben de sus pus durmuş bir şekilde onun arabayı çalıştırmasını izliyordum. Islık çalarak Dorukların arabasına bakıyordu.
Sonunda onlar harekete geçerken biz de arkalarından takip ediyorduk. Direksiyonu çeviren Uzay bir yandan da beyaz şapkasını çıkarıp arka koltuğa koydu .Ardından güneş gözlüklerini taktı. İri vücudunu yanımda hissederken ona göz ucuyla bakıyordum. Şuan ilgilenecek tek şeyim oydu çünkü. Nahoş kokusu burnuma yayılırken boğazımı temizledim. Ben de kendi tarafımın camını açıp, etrafı seyretmeye başladım. Pansiyon gittikçe gözden kayboluyordu. Güneşse bizi takip ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Biçimsiz Bulutlar #Wattys2015
Novela Juvenil"Bir ışık aydınlatır kimliği belirsiz sokağı. O sokağı kimliksiz yapan insanlar değil, yaşamlardır." Kalbim en çok sevilmemekten değil, sevinememekten kırıldı. Öyle bir kırıldı ki elimde olan ne varsa sürükledi bir rüzgâr gibi. En küçük şeyle bile...