Kim doğru söylüyor?

81 8 10
                                    

Başmüfettiş Charles yıllardır bu işin içindeydi. Kızının bir arkadaşının ölümüne tanık olmasını istemezdi. Üzülmüştü. Düşünceli düşünceli arabayı kullanırken kafeye yetişdiğini anladı. Çocuklar kafenin önünde bekliyordular. Hemen arabadan indi. İnmesiyle Elenanın onun üzerine atlaması aynı andaydı. Sıkıca sarıldı kızına. Korkmuş olmalıydı. Ağlamıyordu, bu da şokta olmadığını gösterirdi.
- Baba, baba yardım et lütfen.
Başmüfettiş Charles soğukkanlılığını koruyarak:
- Richard nerede?,- diye sordu.
- Richardın cesedini soruyorsun herhalde. İçeride, üzerini örttük. Daha fazla kötü hissetmeyelim diye hepimizin dışarı çıkmasını ben söyledim. Ambulansı aradık ama hala gelmedi,- kızı da en az kendisi kadar soğukkanlıydı.
"İşte benim kızım. Her olaya ne kadar soğukkanlı davranıyor. Tam polis olacak biri. Ama öyle olmasını istemem" diye geçirdi içinden. Kızının yüzüne bir daha baktı. İfadesizdi. Diğer çocuklara göz gezdirdi. Reina bayılmıştı. Jeff kollarında Reina ile kaldırımda oturmuş, onu uyandırmaya çalışıyordu. Kızların ve erkeklerin çoğu üzüntü içindeydi. Bazılarının yüzü ise kızınınkına benzer şekilde ifadesizdi.
Başmüfettiş Charles kafeye doğru gitti, tam kapıyı açıp içeri girecekken geri döndü. Otoriter sesiyle:
- Elena arkadaşlarını da al eve git. Hepinizle konuşmalıyım. Ailenize de haber verin. Her kes orada olmalı. Mutlaka,- dedi ve ardından kafenin içinde gözden kayboldu.
İsabella korkak bakışlarla:
- Ne yani Richard öldürüldü mü, biz ifade vereceğiz? Olası iş değil. Ben gelmiyorum. Polislerden korkarım,- dedi kollarını göğsünde kilitleyip titrerken.
Elena onu umursamayan soğuk tavırla:
- Arkadaşlar, korkmanıza gerek yok. Bu bir polis prosedürü, uymak zorundayız. Aslında karakola gitmemiz gerek de, sanırım babam ilk olarak evde dinleyecek bizi. Her birimize bir kaç soru soracak o kadar. Hem babamı tanıyorsunuz yabancı değil. Hadi şimdi bizim eve,- dedi. Kolunu Laylanın koluna doladı. Buz gibiydi - Sen üşüyor musun? Arabada bir şeyler olmalı bekle getiriyorum.
Laylanın cevap vermesini beklemeyerek arabaya doğru koşup hiç bir zaman kilitli olmadığını bildiği bagaja yöneldi. Hemen orada olan gri salaş hırkasını kaptı. Bagajı tek eliyle yavaşça kapattıktan sonra arkadaşının yanına koştu. Hırkayı ona verdi. Bu sırada gittikçe artan siren seslerinden ambulansın yaklaştığını hissettiler. Aisha sabırsız olduğunu gösteren el hareketleriyle:
- Hadi hemen gidelim ambulans gelmeden. O arabayı görünce içim daha bir kötü olacak, eminim,- söyledi.
- Hadi beni izleyin çocuklar,- dedi Elena - Jeff çabuk gitmeliyiz. Hemen gelin buraya.
Brandon ve Eleanor önde ilerliyordular. Ne de olsa Elenanın evini tanıyordular. Birinin yolu göstermesine ihtiyaç yoktu. Hemen arkalarında Elena Laylanın koluna girmiş yürüyordu. Jeff hala yarı baygın olan Reinayı sıkıca tutmuş yürümesine yardım ediyordu. Diğerleri de teker teker tüm kaldırım boyu Elenanın evine doğru yol almıştılar. Hiç kimse konuşmuyor, sadece yoluna devam ediyordu. Elena Laylayı da kendine çekerek hızlı adımlarla Eleanor ve Brandona yetişti.
- Çocuklar bu sessizliğin sebebini belki siz bilirsiniz. Gerçeği Richardın ölümünün bizi böyle sessizleştireceğini düşünmüyorum. Hadi ama, hiç kimsenin yüzünde doğru düzgün üzüntü bile yok. Her şeyi bize gidince anlayacağız ama şimdi size soracağım. Ne bu böyle?,- dedi Elena alaylı gülümsemesini yüzüne getirerek.
- Fırtınadan önceki sessizlik,- dedi Eleanor anında, gözlerini yere dikmişti - sanırım bunu birisinden duymak istiyordun.
Elena gözlerini iriletti. İçinden ateş saçan bakışlarıyla dudaklarını kıpırdattı:
- Sen de mi benimle aynı fikirdesin Eleanor?
- Evet Brandon inanmıyor ama,-dedi gözlerini yerden çekmeden - Richard öldürüldü.
Bu sefer Elena ve Laylaya doğru çevirmişti bakışlarını.
- Ve bunu aramızdan biri yaptı,- onun cümlesini devam ettirdi Elena. Heyecanlıydı. Kendisiyle hemfikir birini bulmuştu.
Layla önlerine geçip yüzünü onlara döndürerek geri geri yürümeye başladı.
- Hayır, kesinlikle kabul etmiyorum. Aramızdan kim, neden Richardı öldürmek istesin ki? Siz de iyice paranoyaklaştınız çocuklar. Fazla polisiye romanları okuyosun Elena.
Elena yalvarır bakışlarıyla:
- Polisiye romanla bir ilgisi yok bunun. Layla lütfen mantıklı düşün. Richardın zehirlendiğini biliyoruz. Ve bu yediği ve ya içtiği bir şey yüzünden olsaydı tek zehirlenen o olmazdı herhalde. Ben oradaki her şeyden tattım ve şimdi buradayım,- dedi. Laylayı inandırmaya çalışıyordu.
- Ben de her şeyden yedim,- Brandon konuşmaya ilk kez katılıyordu. Az da olsa inanmışa benziyordu.
- Ama kim yapmış olabilir ki böyle bir şeyi?,- dedi Layla. Olanları kafasında bir sıraya dizemiyordu.
- Layla hangimizin Richardı gerçek anlamda sevdiğini söyleyebilirsin? Ben kendi adıma söylüyorum çoğu zaman nefret ederdim ondan. Yapanın tabi ki vardır kendince bir sebebi. Kendini inandırmak istemiyor olabilirsin ama kaçınılmaz gerçek şu ki ortada bir katil ve kurban var. Kurbanın kim olduğu belli. Katile gelince bu sen de olabilirsin ben de. Eleanor da, Brandon da. Ve bu gün orada olan diğer her kes de,- Elena son konuşmasını bilerek daha yüksek sesle yaptı diğerlerinin de duyması için. İstediği olmuştu. Bu sözleriyle ortamdakı sessizliği bozmayı başardı. Hiç kimse Richardın öldürüldüğü fikrini kabul etmedi. Tartışmaya devam ederek artık Elenanın evine ulaşmıştılar. Zaten yaya olarak 15 dakikalık yoldu. Ama şimdi bu 15 dakika sonsuzluk kadar uzun gelmişti hepsine. Elena Brandon ve Eleanorun arasından öne geçip durmadan kapının zilini bastı. Bir elini zilden çekmeden arkadaşlarına döndü:
- Bu gün bilmem kaçıncı defa ama artık son kez söylüyorum. Gerçeklere karşı gözlerinizi kapatmayı kesin. Düşüncenizle uymuyor olabilirler, isteklerinizi yansıtmıyor olabilirler, ama onlar gerçek. Algı duyunuzu açık bırakın lütfen.
Kapıyı Elenanın annesi açtı. Elena direkt içeri dalıp annesine sarıldı. Kısa sarılmadan sonra hala kapıda olan arkadaşlarına dönüp:
- Hadi ne bekliyorsunuz girin içeri. Hoş geldiniz.
- Maalesef bu sefer pek hoş gelemedik,- dedi Aisha ayakkabısını çıkarmaya çalışırken.
Elena annesine:
- Babam söyledi mi?,-dedi fısıldayarak, sonra artık hepsi ayakkabılarını çıkarmış olan arkadaşlarına eliyle yol gösterdi - evimi tanıyorsunuz zaten, içeride bir yer bulup oturun.
Sözlerini bitirmesini bekleyen annesi:
- Evet,- diye cevapladı.
- O zaman şimdi bir şey sormaya çalışma. Babam gelince her şeyi duyacaksın zaten. Çocukları da babam gönderdi buraya benimle.
- Tamam Elena, sen de ayakkabılarını çıkar, öyle içeri girersen bacaklarını kırarım. Sonra git sor bakalım bir şeye ihtiyaçları var mı?
- Ah unutmuşum,- deyip eliyle alnına vurdu. Ayakkabısını çıkarıp hemen salona geçti. Artık her kes kendine bir yer bulup yerleşmişti. Kızlar L koltukta, erkekler yemek masasının sandalyelerindeydi. Brandon ayaktaydı.
- Eleanor, yanındakı sandalyeyi Brandona ver,- dedi Elena emirverici sesiyle. Daha yumuşak sesle Brandona - neden ayaktasın? Hemen geç otur.
Gözü Reinaya takıldı. Hiç iyi görünmüyordu. Kendine gelse de Richardın öldüğünü duyduğundan beri tek kelime etmemişti. Hemen onun yanına koştu. Yanında oturmuş İsabellaya:
- Biraz yana kayar mısın?,- dedi soğuk bakışlarıyla. Olanlara rağmen hala onunla konuşmak istemiyordu. İsabella dediğini yaptıktan sonra Reinanın yanına geçti.
- Reina kendinde misin?
Reinadan cevap gelmedi. Elenanın gözü kafasının arkasındaki yaraya kaydı. Bayılırken düştüğünde olmuş olmalıydı. Hala kanıyordu. Elena bağırarak:
- Layla hemen koş annemden pansuman malzemeleri al. Çabuk.
Layla hemen yerinden fırladı. Mutfağa dönen köşede gözden kayboldu. O sırada Elena Reinayı konuşturmaya çalışıyordu.
- Reina bir şey söyle. Her hangi bir şey.
Sadece konuşmanın işe yaramadığını gören Elena sehpanın üzerinde gördüğü bir bardak suyu eline aldı. Parmağıyla sıcaklığını yokladı. Yeterince soğuktu. Ani hareketle suyu Reinanın yüzüne fırlattı. Reina
- Ha,- deyip irkildi.
- Reina konuşabilir misin?,- yanına gelip ellerini tuttu Aphrodite - elleri ısınmaya başlıyor, şoktan çıktı sanırım.
- Reina kim?,- söyledi Reina zorla duyulacak sesiyle. Ama onlara en uzaktaki sandalyede oturmuş Jeff bunu duymuş olacak ki, anında onların yanında belirdi. Telaşla:
- Şaka yapıyorsun, değil mi Reina?
- İsmim Reina mı? Hiç bir şey hatırlamıyorum. Sen kimsin?,- sonra diğerlerine döndü - siz kimsiniz? Aah başım - yarasının üzerinden tutmaya çalışırken Elena onu engelledi - başım çok fazla ağrıyor, çatlayacak gibi.
- Beni tanımıyor olamazsın,- söyledi ağlamaklı sesiyle.
- Tamam Jeff, bekle. Çarpmanın etkisiyle hafızasını kaybetmiş olmalı. Üzerine gitme,- deyip Reinaya döndü Elena - evet ismin Reina. Biz sınıftan arkadaşlarınız.
O sırada Layla elinde bir ilk yardım çantasıyla dönmüştü. Tüm kızlar yardımlaşarak Reinanın başına yarım saat içinde bir çok zorluklara göğüs gererek pansuman yaptılar. Ardından her kes Reinaya olanları, kendilerini hatırlatmaya çalışıyordular. Ama hepsinin başarısız olduğu söylenebilirdi. Elena saate baktı. 9 buçuktu. Babası bir azdan gelirdi. Kızların arasından ayrılıp Brandon, Chris, Denis ve Eleanorun oturup konuştukları masaya doğru gitti. Boş bir sandalye alıp Chrisin yanında oturdu.
- Ne konuşuyorsunuz?,- neşeli sesle söylemişti. Karşısında oturmuş Eleanor sorusunu cevaplamak yerine:
- Sen doktor olmak istiyorsun yanılmıyorsam,- dedi.
- Evet?,- devamını söylemesini bekliyordu.
- Tokat ve suyla şoktan çıkarma tekniğine bayıldım.
- Şimdi iyi bir şey mi söyledin, yoksa kötü bir şey mi anlamadım. Ama her iki şekilde de teşekkür ederim.
- Reina iyi mi?,- her zamanki gibi yine sakin ve ani başlamıştı konuşmasına Brandon.
- Fiziken daha iyi de, psikoloji bakımından aynı şeyi söyleyemeyiz. O şimdi Reina olduğunun farkında değil, buradaki ve buradan dışarıdaki hiç kimseyi tanımıyor, hayatındakı hiç bir olayı hatırlamıyor.
- Şöyle de diyebiliriz,- Eleanor hep yaptığı gibi yine konuşmaya dahil etti kendini - Reina hafızasını kaybetti,- ardından Elenaya keskin bir zafer bakışı attı. Elena her sinirlendiğinde olduğu gibi istemsizce alt dudağını ısırdı ve Eleanora meşhur "seni öldürürüm" bakışını attı. Brandon kolunu Eleanorun boynuna atıp:
- Kısaca anlattığın için teşekkür ederim bebeğim, birtanem, aşkım,- dedi gülümseyerek.
Elena elini alnına dayadı:
- Beyler. Şu durumda da bunu yapıyorsunuz ya inanamıyorum. Kendinize gelin. Üzülmeniz falan lazım şimdi. Aranızdan bir arkadaşınız öldü. Bu ne yavşaklıktır ya. Sana gelirsek Brandonun tatlısı,- işaret parmağını Eleanora doğru tehtid eder şekilde salladı - bir daha konuşmalarıma kendini dahil etmezsen sevineceğim. Bu ne rahatlıktır anlamıyorum.
Eleanor sırıtışını durdurmayarak:
- Şu an yaşlı teyzeler gibi şikayet ediyorsun Elena.
- Kes sesini, konuşma benimle.
Chris ortada mevcut bile olmayan gerilimi azaltmak için konuşmaya başladı:
- Elena sen de Eleanor ve Brandonla aynı fikirde misin?
- Hangi konuda?
- Richardın ölümü konusunda. Tanrım, söylemek bile inanılmaz geliyor.
- Ölümünün kasdi olduğundan bahsediyorsan evet,- masanın üzerindeki limonata şişesini alıp kafasına çekti.
- Sanırım ben de öyle düşünüyorum artık.
Denis de onlara katılarak:
- Bence de Richard öldürüldü..Mantıklı olan bu. Aslına bakarsak öldürülmemiş de olabilir. O da mantıklı.
- Bir muammalı Denis dilemması daha,- kıkırdadı Elena - her şey bir azdan belli olacak. Ama kızlar düşüncemizin doğruluk şansını kabul etmiyorlar.
Eleanor:
- Kızlar,- deyip yüzünü buruşturdu, alayla elini ireli geri salladı - onlar pembe hayal dünyalarında uçuyorlar hala.
Sonra ciddi bir şekilde Elenaya:
- Senin hislerinden korkmaya başladım artık Cruella De Vil.
- Çoktan başlamalıydın. Bu arada o ad bana hiç yakışmadı. Cruella De Vilin iyi yönü yoktur. Fakat düşündüğüm kadarıyla ben yeterince iyi biriyim,- dedi Elena saçlarını savurarak.
- Ego manyağı.
- Sensin manyak.
- Ne hisleri?,- diye Denis konunun başına dönünce Eleanor Elenanın o günkü tedirginliğini anlattı.
Kapı çaldı. Elenanın masadan kalktığıyla kendini kapının önünde bulması bir oldu.
- Ba..,- hayal kırıklığına uğradı. Gelenler evde olmadıklarını bile farketmediği kardeşleriydi - ha siz miydiniz? Ben de evde ne eksik diyordum. Salona geçmeyin, bizim çocuklar içerideler. Şimdi onlara gözükmenizi istemiyorum.
Esther sırıtarak:
- Ne oldu? Parti bizde mi devam ediyor? Bak ben katılmadan edemem. Kızlar falan da var.
- Ne partisi salak? Geç mutfağa annem söyler. Larissa hadi sen de.
Kapıyı kapattı. Arkasını dönüp bir kaç adım ilerlemişti ki, zilin sesini bir daha duydu. "İşte bu babamdan başkası olamaz" diye geçirdi içinden. Hemen kapıya baktı. Yanılmamıştı, babasıydı gelen. Elinde bir şey vardı ama Elenanın gözleri yarı karanlıkta çok ta iyi göremediğinden ne olduğunu seçemedi. Nasıl da olsa az sonra öğrenecekti. Hiç bir şey konuşmadan salona doğru yürüdüler. Salona girince Başmüfettiş Charles:
- Çocuklar hemen toplanın, konuşmamız lazım,- L koltuğun tam karşısına yerleştirilmiş tekli koltuğa geçti. Elindeki iş çantasıymış. Çantadan bir not defteri ve kalem çıkardı - masadakiler, sandelyelerinizi de alıp bu tarafa geçin - eliyle salonun yemek bölümündekileri işaret etti. Her kesin yerleşmesini bekledi.
Öksürerek boğazını temizledi. Ardından uzun olacağı önceden belli olan konuşmasına başladı:
- Gençler ilk önce başınız sağ olsun, arkadaşınızı kaybettiniz. Çok üzgün olmalısınız,- dikkatle baktı fakat hiç kimsenin yüzünde bahsettiği üzüntüyü göremedi, garip durumdu - ambulans geldiğinde saat 8-i çeyrek geçiyordu. Doktorlar Richardın ölümünün en çok bir saat içinde gerçekleştiğini söylediler. Yani saat 7-yi çeyrek geçe ve ondan sonra ölmüş olmalıydı. Bununla ilgili sorularım var aklımda bulunsun - not defterine koca bir "1" çizdi - Richardın ailesi de oradaydı. Maalesef konuşmayı başaramadım. Yıkılmıştılar. Gözlerinizden bir soruyu çok net okuyorum. "Öldü mü? Öldürüldü mü?" diye. Bunu öğrenmek için özel inceleme ekibi çağırdım. Yenebilecek her şeyden örnek aldılar. Ama benim dikkatimi yarım bir kremalı bitter çikolata çekti. Onda bir şeyler varmış gibi hissediyorum. Açıkçasını söylemek gerekirse Richardın öldürüldüğünü düşünüyorum - karşısındakileri süzdü. Hiç kimsede bir tık yoktu. Bu ihtimali o gelene kadar konuşmuş olmalılardı. Devam etti:
- Fakat şimdilik bu düşüncemi kendime saklamak fikrindeyim. Olayın cinayet olarak araştırılmasını istemem ama o da şimdilik. Eğer bu bir cinayetse katil cezasını bulacak. Ben bir başmüfettişim ve bu yüzden elimin kolumun yetişebileceği belli yerler var. Bu vakayı kendim bizzat araştıracağım. Ama üzerinde durarak söylüyorum şimdilik sizin sık sık karakola gidip ifade vermenizi istemem,- duraksadı, çantasını alıp içinden gözlüğünü çıkardı, gözüne takıp konuşmasına devam etti:
- Şimdi hepinize teker teker sorular soracağım. Ama her kes burada olacak, bir birinizi duyacaksınız. Belki birilerinin unuttuğu bir şeyler olur,- gözlerini kısarak gözlüğünün altından tekrar onları süzdü, öksürerek tekrar boğazını temizledi:
- İlk soru,- yeterince yüksek sesle başladı, ardından daha alçak ses tonuyla:
- Richardın cansız bedenini kim buldu?
- Maalesef ben,- diye işaret parmağını hafif kaldırdı Layla çekingen tavırlarla.
- Saat kaçtı?
- Ben.. ben bilmiyorum,- tedirgin olduğu ve korktuğu belliydi - sanırım ben bu gün hiç saate bakmadım.
- Bak Layla burada korkacak hiç bir şey yok. Ben polis değilim, Elenanın babasıyım ve olayı bana anlatıyormuşsun gibi düşün. Tedirginlik için bir sebep yok.
Layla "tamam" anlamında kafasını salladı. Ama heyecanına söz geçiremiyordu. Tabi ki öyle olacaktı. İlk kez çevresinden kendisiyle aynı yaşta biri büyük ihtimalle cinayet sebebinden ölmüşdü. Hislerinden başka bişey beklemesi olanaksızdı.
- Baba,- Elena aralarından konuşmaya ikinci katılan oldu.
- Söyle Elena.
- Laylanın çığlığını duymadan iki ya da üç dakika önce saate baktım. Bilirsin alışkanlığım vardır. Saat 8-di. Ve ben Layla gördüğünde Richardın yaşadığını düşünüyorum. Çünkü Layla bana onu gördüğünde ağzından köpük taşmasının devam ettiğini söyledi.
- Layla böyle söyledin mi?
Layla başıyla onayladı.
Elena devam etti:
- Ve köpük durduğunda onun hayatı da sona ermiş oluyordu. Bu da o demek ki Richardın ölüm saati tam olarak 8-i 2 geçeyle 5 geçe arasındaki 3 dakikada.
Zafer dolu iç çekişlerle bitirdi cümlesini. Odadakı her kesin gözünün üzerinde olduğunun ve dikkatle onu dinlediklerinin farkındaydı.
Başmüfettiş Charles not defterine bir şeyler karaladı:
- Elena bu gün partiye gittiğin andan itibaren ne yaptıklarını anlat.
- Tamam, başlıyorum,- oturduğu koltukta biraz öne geldi heyecanla - Arabadan indikten sonra Laylayla karşılaştım ve birlikte içeri girdik. İçeride 5 kişi falan vardı. Yanılmıyorsam Azelma, Aisha, Emily, Aphrodite ve İsabellaydı. Fotoğraf çekiliyordular biz giderken. Selamlaşıp biraz sohbet ettikten Reina ve Jeff geldi. Onlar da aramıza katıldılar. Ben sıkıldım. Laylayla birlikte.. ha şunu da belirteyim ben bu gün hiç yalnız kalmadım zamanın çoğunda Laylayla bir takıldık,- Laylaya baktı, ardından bakışlarını Eleanora çevirdi - diğer bir kaç dakikada da Eleanor yanımdaydı,- hemen bakışlarını çekti, çünki ne zaman o çocuğa baksa gülesi geliyordu ve şu an gülmek için pek müsait değildi. Oturuş pozisyonunu değişerek bacağını bacağının üstüne attı. Kendi eviydi, istediği gibi davranırdı:
- Ne diyordum, ha evet sıkıldım ve Laylayla birlikte birer milkshake alıp boş masaların birine geçtik. Konuşmamız çocuklar gelene kadar devam etti. Çocuklardan kastım Brandon, Eleanor, Denis, Chris ve Richard. Onları görünce karşılamaya gittik. Sonra parti başladı. Bir süre yine Laylayla birlikte dans ettik. Dans derken bir süre bir kangurunun hareketlerini aynen tekrarladım. Saat 3 gibi maske atma töreni oldu. Ardından yemek için her kes bir olmak yerine kızlar bir erkeklerse ayrı bir masaya geçtiler. Arkadaşlar olarak aramızda birlik yoktur zaten. Önce kızlar olduğu masadaydım. Konuşmaları pek bir sıkıcı gelmişti,- İsabellaya sert bir bakış attı - yemek falan yedikden sonra bir az daha katlanmaya karar verdim. Bir süre sonra diğer erkeklerin şakalarından sıkılmış Jeff masamıza geçti. Bense daha fazla yapamadım. Kendimi kötü hissediyordum. Dalıp dalıp gidiyordum. Bir şeyler olacağı yönünde garip bir sıkıntı vardı içimde. Richardla ilgili olması aklıma gelmezdi. Şey.. Yani... öleceğini hiç bir zaman düşünemezdim. Neyse işte bundan dolayı konuşmalar da her zaman olduğundan daha fazla gıdıkladı sinirlerimi. Yeterince sert bir konuşma yapıp masadan Laylayla birlikte ayrıldım. Kızlar tuvaletine gittik. Kendime gelene kadar orada kaldık. Geri dönecekken Emy'i ile karşılaştık. Benim için endişelenip geldiğini söyledi. O sırada Laylanın aklına rujunu lavaboda bıraktığı geldi. Ben de onunla geri döndüm. Kapı sıkışmıştı. Açamadık. Bu an gözlerim bize doğru gelen Eleanor ve Brandonu gördü. Onlardan yardım istedik. Brandon kapıyı açtı. Layla içeri girdi fakat kapıyı kapattığından yine sıkıştı. Brandon da açamayınca yardım için birini bulmaya gitti. Ben ve Eleanor Laylayı yalnız bırakmamak için orada kaldık. Eleanordan ricam sonucunda onların oldukları masaya geçmek için iki bilet kaptım. Brandon 7-8 dakika sonra tamirciye benzeyen biriyle geri döndü. Kapı uzun uğraşmalardan sonra açıldı. Sonra dördümüz de geri döndük. Tam yeni masamıza gelirken Reina yanımıza geldi ve Jeffi görüp görmediğimizi sordu. Ben görmemiştim. Ah ama sanırım Brandon ona bir cevap verdi.
- Jeffi mutfak tarafta görmüştüm,- Brandon onayladı boğuk sesiyle - onu söyledim.
- Çikolata krizindeydim. Oturur oturmaz bir kaçını mideğe indirdim ardarda. Ama sanırım arkadaşlar da benim açılış yapmamı bekliyorlarmış. On beş dakika içinde iki büyük çikolata tabağını bitirdik. Bir tek Eleanor yemedi, çikolatanın uyuşturucu etkisi olduğu gerekçesiyle,- tüm yüzünü saran gülümsemesini takındı - o sıralarda saat 6-ya geliyordu. Brandonun saati sorduğunu hatırlıyorum. 6 buçukta "Karaoke party" başlamalıydı. Eleanor bana bu gün hiç sevdiği şarkının çalmadığını söyledi. Düşününce benim de sevdiğim şarkılar yoktu. Bu düşünceyle onu masadan kaldırdım ve DJ'in yanına gittik. Ben 4 Pitbull şarkısı sipariş verince karaoke 10 dakika falan gecikti. Şarkıları dinlemek için masaya döndük. Artık o masada da darlanmaya başlamıştım. İlk önce çok eğlensem de Richardın taklitci tavırları durmadan gözlerimi devirmeme ve Laylayla bakışmama sebep oluyordu. Bunun durmadan devam etmesinin fazla eğlenceli olduğunu söyleyemem. Karaoke zamanı geldiğinde derin bir nefes aldım. Diğer masadakilerle birleşip sahneye doğru gittik. Ama orada da masada olduğu gibi ayrı ayrı takıldık. Sadece 14 kişi olmamıza rağmen bayağı gürültülü ve kalabalıktık. İlk Aphrodite güzel bir şarkı söyledi. Ondan sonra Emy de gelip bizimle eğlenmeye başladı. Ardından ben ve Eleanor Brandonu güç belayla sahneye çıkardık. Harika bir performans sergiledi. Şarkısı bana bayağı dokundu,- Eleanorun ona yine şüpheli şüpheli baktığını hissetti. Ona baktı. Eleanorun gözlerinde "Bırak bu şarkıya duygulandım meselesini" gibi sinsi bir parıltı vardı. Elena ona bakarak konuşmasına devam etti - O gürültüde Eleanorun şifreli konuşmalarını algılayamadım. Brandon sahneden indiği sırada Eleanoru da alıp konuşmak için sahnenin arka kısmındakı daha sessiz yere götürdüm. Bir süre konuştuk. Sohbetimizden sonra rahatladım, artık içimdeki o garip his yoktu. Geri döndüğümüzde bir kişi daha şarkı söylemişti, sıra bendeydi. Layla geciktiğim için kızgındı bana. Sahneye çıkıp tüm şarkımı Laylaya bakarak söyledim. Sonra Aisha, Bella, Jeff de karaoke yaptılar. En son Azelma ve Aisha sahnedeydi. Layla bir içecek alacağını söyledi. İsteyip istemediğimizi sordu. Bizden de siparişler alınca bara doğru gitti. Richard da sessizce aramızdan ayrıldı, Laylayla aynı tarafa gitti. Bizim sırtımız o tarafa dönük olduğundan hiç bir şey göremedim. Sonra olanlar oldu ve Laylanın çığlığını duydum. Koşarak gittiğimde Richard yerde yatıyordu Laylaysa şoktaydı. Hemen Richardın etrafında insan çemberi kuruldu. Ben gidip nabzına baktım ama bir hayat belirtisi yoktu. Denis ve Eleanor beni oradan uzaklaştırdılar. Hislerimin yanılmaması beni çok etkilemişti. Ayağa kalkıp Laylanın yanına gittim. Şokun etkisindeydi. Ona bir tokat attım kendine gelmesi için. Sonra seni aradım ve kafeden çıkmamızın gerekli olduğunu söyledim çocuklara,- tekrar arkaya yaslandı. Yüzüne alaylı gülümsemesini getirerek:
- İşte hakkında sabırsızlandığımız parti bu kadar eğlenceli geçti babacığım,- dedi.
Başmüfettiş Charles:
- Eğer Elena doğru söylüyorsa partinin nasıl geçtiğiyle ilgili fikir sahibiyim. Şimdi Elenanın anlattıklarını doğrulamayan var mı?
Hiç kimseden ses çıkmadı.
- Tamam o zaman sizden anlatılmayanları anlatmanızı istiyorum. Reina sen devam et.
- B-ben hiç bir ş-şey ha-hatırlayamıyorum e-efendim,- dedi Reina yeterince kekeme sözleri ve korku dolu sesiyle.
- Neden?
- B-bilmiyorum.
- Biri bu durumu açıklasın hemen çocuklar,- dedi Başmüfettiş Charles sabırsızca.
Jeff anlatmaya başladı:
- Reina Richardın cesedini görünce bayıldı. Tutamadım. Kafasını sert bir yere çarptı. Uyanması uzun zaman aldı, hafızasını kaybettiğini burada fark ettik.
- Tamam o zaman şimdi sen anlat ne yaptığını. Bir süre ortalarda olmamışsın. Neredeydin?
- Ben..şey.. mutfaktaydım.
- Orada ne yapıyordun?
- Şey kötü bir şey yapmıyordum. Telefonla konuşuyordum. Eee.. bir kızla,- yüzü kızarmıştı - fakat bunu Reinanın yanında yapmak istemedim, çünkü o kızı sevmiyor ve görüşmemem gerektiğini söylüyor. Reina beni bulunca anladı her şeyi. Kavga ettik. Sonra barıştık. Ama biri kavgamızı gördü diye düşünüyorum. Koridorda ses duyduk o sırada. Böyle işte sonra barıştık ve geri döndük. Elenanın söylediği gibi ben de kızlar olan masaya geçmiştim. Brandonla aram çok iyidir ama Eleanorun şakaları çok iğrençti. O yüzden bir nevi Elena ve Laylayla yer değiştirmiş oldum. Partinin geri kalanında hiç yalnız kalmadım diğerleriyle birlikteydim.
- Şimdilik bu kadar yeter. Brandon senin anlatmanı istiyorum bu gün yaptıklarını.
Brandon bakışlarını yerde gezdiriyordu. Buna devam ederek sözleri yavaş yavaş sıraladı:
- Parti güzel başlamıştı. Hepimiz eğleniyorduk. Richardın en çok eğlendiği günlerdendi - Brandon Richardın ölümünü duyduğu andan itibaren ilk kez ve gerçekten üzgün görünüyordu. Neredeyse ağlayacaktı. Hislerini saklamasını çok iyi bilen biriydi ama bir anlık bunu başaramamıştı. Devam etti:
- Jeff bizim masadan ayrıldıktan biraz sonra Eleanor sesden rahatsız olduğunu söyledi. Masadan ayrıldık. Bodruma inen merdivenlere doğru gidiyorduk. Koridorun yarısında Eleanor bana devam etmemi, iki dakikaya benimle olacağını söyledi. Geri dönüyordu. Merdivenin yanında 10 dakika falan bekledim. Sıkılmıştım. İçimden Eleanora küfürler.. şey pardon.. savurduğum anda gelmeyi başardı.
Elena sözünü keserek:
- Siz bunları yaptığınızda biz masadan kalkmış mıydık? Yani Laylayla ben,- dedi.
- Evet bir 8-10 dakika önce.
- Hmm.. teşekkürler,- dedi dudaklarını beyazlaşa kadar bir birine bastırarak.
- Başka ilave edecek bir şey yok,- söyledi Brandon. Hala bakışları yerdeydi.
- İstersen başka bir şey de ilave etseydin. Mesela Richardı benim zehirlediğimi falan söylerdin. Ya da beni karakola götürüp teslim ederdin dostum. Sana inanamıyorum,- Eleanorun ani patlaması her kesi ürkütmüştü. Bir tek Elena ve babası etkilenmemiş gözüküyordu. Brandonsa bakışlarını yerden ayırmayarak Eleanorun öfkesini daha da artırıyordu. Aisha ortadakı gerilimi azaltmaya çalışırken:
- Brand kötü bir şey yapmadı Eleanor. Yapması gereken buydu, olanları anlattı. Seni satmadı ki,- dedi. Ama bu gerilimi bir az daha tetikledi.
- Sen karışma lütfen, Aisha,- ayağa kalkmıştı. Başmüfettiş Charles eliyle yerine oturmasını gösterdi. Eleanor yerine geçip hayalkırıklığı dolu sesiyle:
- En azından bunu burada söylemeden önce bana sorabilirdin Brandon. Kaç saat oldu buradayız. Bunu yapmak daha mantıklıydı değil mi?
Brandon:
- Özür dilerim,- dedi. Sesinden pişman olduğu belliydi.
- Boşver işte.
Kısa süreli sessizlikten sonra Başmüfettiş Charles:
- Eleanor artık o sırada nerede olduğunu söylemelisin,- dedi.
- Ah.. ben bunu yapamam,- söyledi üst dudağını kemirirken.
- Neden? Kendini zan altında bırakıyorsun Eleanor.
- Bu utançverici bir şey. Ama inanın önemli değil.
- Söylemeni istiyorum. Kendi iyiliğin için.
Eleanor:
- Söylemeyeceğim,- diye tamamlar tamamlamaz Elena:
- Belki o söyleyemez ama ben söyleye bilirim herhalde,- dedi Eleanorun ona doğru olan şaşkın bakışlarını seyrederken - Eleanor yanlışlıkla kızlar tuvaletine girdi,- her kesin yüzünde ani bir gülümseme oluştu - ben ve Layla içerideyken kapıyı kilitlememişdik ihtiyaç olmadığı için. Makyajımızı tazelerken Eleanor kapıyı açtı, içerideki bizi göremeden hemen girip kapıyı kapattı. Bizi görünce yaptığı yalnışı anladı ve hızla gitmeye çalıştı. Ama kapı yine sıkıştı ve açması dakikalar aldı. Bu yüzden geç gitti,- soluna dönünce Laylanın keskin bakışlarıyla karşılaştı. En yakın arkadaşı alttan alttan "bana atma" diye bağıran gözleriyle onun gözlerini deliyordu. Fakat bunu uzun süre sürdürmedi çünkü arkadaşının yalanını ele vermek istemiyordu. Diğer her kes ise gülüyordu.
Başmüfettiş Charles:
- Bu doğru mu Eleanor?
Eleanor başını hızla sallayarak onayladı ve:
- Ah ben bunu asla söyleyemezdim. Görüyor musunuz her kes gülüyor? Bu çok berbat. Neden söyledin Elena?,- dedi ama bu sözler yüzüne bakınca: " Çok çok çok teşekkür ederim. Hayatımı kurtardın" gibi gözüküyordu.
Layla Elenanın kulağına eğilip:
- Arkadaşlarım harika yalancılar,- diye fısıldadı.
Elena da onun kulağına:
- Sakın çaktırma,- diye fısıldayarak emr verdi. Onlar böyle konuşurken Layla adını duymasıyla irkildi.
- Layla, Elena doğru mu söylüyor?
- Evet doğru söylüyor. Çok doğru. Çok mu çok doğru. Hatta doğru ötesi bir gerçek anlatıyor.
Elena yanında sakladığı eliyle Laylanın bacağına bir çimdik attı. Layla:
- Ohh,- diye bağırınca her kes ona baktı.
- Sorun yok çocuklar. Elbisemin metali bacağıma battı.
Azelma, Aphrodite ve Chris de diğerlerinin anlattıklarından hiç bir farkı olmayan bir konuşma yaptılar.
- Biriniz bana saati söyleyebilir mi?,- diye sordu Başmüfettiş Charles.
Aphrodite elindeki telefonuna bakarak:
- Tam olarak 12 oldu şimdi,- diye cevapladı anında.
Başmüfettiş Charles ayağa kalktı:
- Gitmelisiniz çocuklar. Geç oldu. Ailenizi tedirgin etmek istemem. Hele şu durumda. Kafamın içinde partide olanlarla ilgili bir hayli şey oluştu. Geri kalanlarla iki hafta sonra yani inceleme cevapları gelince konuşacağım. Şimdi parmak izlerinizi almalıyım. Sonra da bir soru daha soracağım.
Çantasından streç filme ve pudraya benzer şeyler çıkardı ve her kesten parmak izlerini aldı. Aldığı izlerin altına isimleri yazdı.
- Bu işe yarar sanırım. Soruya gelince hepinizden Richard hakkında ölümünden önce ne düşündüğünüzü söylemenizi istiyorum.
- "Aisha:
- İyi çocuktu ya bana bir zararı dokunmamıştı.
Elena:
- Ölmesi onun hakkında fikirlerimi değiştirmez. Çoğu zaman nefret ettiğim biriydi. Biliyorum bunu söylemekle kendime kötülük yapıyorum ama dürüst olmalıyım öldüğüne gerçekten üzüldüğümü söyleyemem. Sevindim demiyorum ama üzülmedim de.
Layla:
- Fazla söze gerek yok. Elenayla aynı fikirdeyim. İtici bir tipti.
Aphrodite:
- Onunla fazla konuşmazdım. Gerçekten nasıl biri olduğuyla ilgili bir fikrim yok.
Azelma:
- Pek sevmezdim desem yeter mi?
Reina:
- Hatırlamıyor.
İsabella:
- Çok kendinibeğenmişti. Okulda benimle aynı sırada oturmasına bile izin vermezdim.
Emily:
- Sevmezdim. Bu kadar.
Jeff:
- Espri anlayışı yok, giyim tarzı yok. Tipi yok.
Brandon:
- Bazen korkak davranarak insanı sinir ediyordu. Aslına bakarsan çoğu zaman. Çok tutumluluğuyla insanı çileden çıkarıyordu. Ama sanırım bu gün en çok ben üzüldüm.
Eleanor:
- Arkadaş grubunda üzerine şakalar yapacağın silik tip vardır ya işte o Richarddı.
Denis:
- Aslında yakın arkadaşımdı. Ama çoğu zaman da değildi. Sevdiğimi söyleyemem. Sevmediğimi de söyleyemem.
Chris:
- İyi ya da kötü bir şey düşünemiyorum. Çocukluk arkadaşıydık, alışmıştım ona"
Başmüfettiş Charles not defterinde yazdıklarını sesli bir şekilde okudu onlara. Sonra:
- Şimdi gidebilirsiniz gençler. Ha bu arada orada bazı şeyler buldular arama yaparken,- eğilip içine her şeyi sığdırdığı iri çantasından iki maske ve bir çift eldiven çıkardı.
- Bunlar kimin?
- Ahhh..Bu ana kadar kaybettiğimin farkında değildim. Eldivenler benimki baba,- Elena elini uzatıp eldiveni bir anda kaptı.
- Ah maske benim. Beyaz olanı,- diye atıldı Layla. Hemen maskeyi alıp kapıya doğru gitti.
- Peki bu?,- elinde kalan siyah maskeyi salladı Elenanın babası.
- Sanırım o Eleanorun olmalı ben veririm.
Hızlı adımlarla maskeyi kapının önünde durmuş Eleanora götürdü.
- Al bu senin,- sert şekilde fırlattı ona doğru.
- Evet benim olmalı. Teşekkürler Crulla De Vil.
Elena gözlerini devirdi:
- Gidebilir misin lütfen?
- Uğurlaman pek hoş değil.
- İşine gelirse artık,- deyip tek eliyle onu dışarı doğru itekledi.
- Görüşmek üzere Cruella De Vil,- diye Chris dışardan bağırdı.
- Bana Eleanoru taklit etmezsen iyi olur.
- Tamam Cruella De Vil.
Elena bayağı sinirli görünüyordu. Daha ayakkabısını giyinmekte olan Brandona baktı.
- Sen iyi misin?
- Evet iyiyim,- zorla duyulacak bir şekilde boğuk söylemişti.
- Kendini suçlamana gerek yok. Yaptığın doğruydu.
- Kendimi suçlamıyorum,- ayağa kalkınca onu seyreden Elenayla göz göze geldi.
- Yüzün, bakışların, sessizliğin tam aksini söylüyor Mr. Brand.
- Bilemiyorum, - iki eliyle gözlerini ovdu.
Artık dışarıdaydılar. Elena kollarını göğsünde çarpazlayıp kendini kapıya yaslamıştı.
- Şimdi git uyu, o zaman bileceksin. Bir uyku manyağı olarak bundan daha iyisini tavsiye edemem.
Brandon yüzündeki küçük gülümsemeyle:
- Tamam,- dedi - Görüşürüz.
Elena diğerlerini de teker teker sarılıp uğurladıktan sonra geriye Layla kaldı. Düğüm salacak şekilde kollarını bir birine doladılar.
- Hoşçakal bebeğim. Seninle konuşmamız gereken şeyler var tabi ama şimdi dinlenmelisin.
- Tabi konuşuruz sen de git uyu.
- Bye Bye Cruella De Vil.
Elena anında Laylanın belindeki "tehlike noktası"na parmağını bastı. Layla kahkaha atarak geri atıldı:
- Tamam hiç bir şey söylemedim. Parmağını geri çek lütfen,- gülerek işaret parmağını "gıdık noktası"na denk getirmeye çalışan Elenanın kollarından tutup engelledi - gidiyorum.
- Hadi bye.
Elena kapıyı kapatıp derin bir nefes aldı. "Harika sinirlerimi bozmak için yeni bir şey buldular. Çürüyene kadar tekrar edip duracaklar şimdi. Ah başım çatlayacak biraz daha dursam. Biraz uyumalıyım",- diye sesli düşünürken salona geçti. Babası masaya geçmiş bir şeyler yazıyordu.
- Ne yapıyorsun baba?
- Kafeden aldığım parmak izlerini sizinkilerle karşılaştırıyorum.
- İşe yarıyor mu?
- Şimdilik bir sonuç yok.
- Umarım bir şeyler bulabilirsin. Ben dinleneceğim.
- Aklına bir şey gelirse gel hemen söyle.
- Merak etme.
Elena yavaş adımlarla ikinci katta olan odasına gitti. Korseye benzer bluzunu çıkarıp bakmadan yatağının üzerine attı. Yatağının üzerine baktıkta çığlık attı.
- Esther!!! Seni sapık, ne arıyorsun odamda? Neredeyse soyunacaktım. Tanrım! Laptopumu neden karıştırıyorsun?,- yatağının üzerindeki küçük yastıkları rastgele kardeşine doğru fırlattı, ardından yine yatağının üzerindeki pijama üstünü üzerine geçirdi - bak beni duyuyor mu? Hey sizinle konuştuğumun farkında mısınız beyefendi?
Esther laptopu bacağının üzerinden itip yatağın üzerine koydu. Gülerek yataktan kalktı. Üstüne bir şey giymemişti.
- Ay sen şimdi o pis terinle yatağımı kirletmişsindir.
- Şubat ayında ter nerede?
- Peki şubat ayında gömleğin nerede? Hem sen bilgisayarımda ne arıyorsun? Açıklama bekliyorum.
- Şey hemen gerçeği anlatacağım. Facebookuna girip bir kızla olan yazışmalarını okuyordum,- elini ensesine götürüp başını kaşırmış gibi yaptı - eee nelerden hoşlandığını bilmek istiyordum.
- Ne? Sınıf arkadaşlarımın birinden mi hoşlanıyorsun?,- üzerindeki şokun etkisiyle bağırmıştı.
- Bağırmaktan boğazın yırtılacak. Tabi bir bakımdan benim işime gelir. Sakın kızın kim olduğunu sorma söylemeyeceğim.
- Bak yakın arkadaşlarımdansa ilk bana sor, onaylamaya bilirim yani. Kız için değil, belki sen ona uygun değilsindir genç sapık. Hem onu değil de şu an umursadığım tek şey var, facebookuma girmeyi nasıl başardın?
- Kullanıcı adını ve şifreni yazarak çirkin ördek.
- Şifremi nereden buldun?,- iyice sinirlenmişti.
- Hoşlandığın kişinin ismi olduğunu düşündüm ve yanılmamıştım.
- Ama nasıl?
- Yapma kızım baktığında gözlerinin nasıl parladığını görebiliyorum. Küçük çirkin ördeğimin aşık olduğunun farkındayım tabi ki.
- Bundan kimseye bahsetmeni istemiyorum. Şimdi çık odamdan dinlenmem gerek.
- Emriniz olur. Zor gün geçirdiğinin farkındayım. Başın sağolsun.
- Richard için başsağlığı alacağım rüyama bile girmezdi. Ama sağol yine de. Hadi git artık.
Abisi odasını terkettikten sonra şortunu çıkarıp pijama altını da giydi. Kendisini yatağın üzerine sırt üstü bıraktı. Hiç bir şey düşünmeden gözlerini kapattı, az sonra artık rüyadaydı.

Sadece ölümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin