Yeni başlangıçlar...

80 7 3
                                    

Gözlerim acı hissi ile açıldı. Mideme sancı girmişti. Bu normaldi çünkü iki haftadır normal olarak bir şey yemiyordum. İki günden bir annem zorla bir şeyler yedirmeyi başarıyordu sadece. Ayağa kalkıp aynanın önüne geçtim. Ellerimle yüzümü, saçımı inceledim. Bitmiştim. Rengim sapsarıydı. Aynada kendimi görünce korkuyordum. İki haftadır yataktan hiç çıkmıyordum neredeyse. Fakat görünümüm hiç umrumda değildi. Aslında bir çok şey umurumda değildi artık. Okul da, dersler de. Bildiklerim de aklımdan uçup gitmişti. Asla tahmin edemezdim. Brandonun ölümünün beni bu hale düşüreceğini asla tahmin edemezdim. Üzüntüm geçmemişti hala. Layla ve Esther hep yanımdaydılar. Tek iyiliğim onlara dokunmuştu sanırım ki iyice arkadaş olmuştular. Layla iki haftadır her gün okul çıkışı bize geliyor ve neredeyse uyku vakti evine dönüyordu. Her gün hiç kalkmadığım yatağımda yanıma oturup okulda olanları anlatıyordu iyi hissettmem için. O da üzgündü ama benim için mutlu görünmeye çalışıyordu. Bense eski konuşkan Elena değildim artık, sadece Laylayı dinlemekle yetiniyordum. Diğer çocuklar bana onlarca mesajlar yazsalar da, aramalar yapsalar da hiç birini umursamıyordum. Mesajları okumuyordum, gelen aramalara da cevap vermiyordum. Umursadığım tek bir kişi vardı. Eleanor... En son Brandonun ölümünden iki gün sonra cenaze töreninde görmüştüm onu. O günkü yüzü her saniye aklımdaydı. Teni bembeyazdı bir vampirinki kadar. Gözleri koyu maviye dönmüş ve kıpkırmızı kızarmıştı. Çok ağladığı belliydi. Evet sert ve kalpsiz Eleanor ağlamıştı ve bunu önemsemiyordu da artık. Törende yanıma otursa da tek kelime etmedik. Hiç kimseyle konuşmadı, sanki bir hayaletti. Benden daha berbat durumda olduğunu farkedebiliyordum. Bencilliğin sırası değildi, Eleanor benden çok daha fazla acı çekiyordu ve sanırım bunu bir tek ben anlaya biliyordum. Ona çok bağlıydım. Sesini özlemiştim. İki haftadır o da benim gibi okula gitmiyormuş. Kimsenin ondan haberi yoktu. Her gün, her saat telefonu açıp ona mesajlar atıyordum ama çevirimiçi olmuyordu bile. Beni mutsuz yapan etkenlerden biri de buydu. Brandon için acı çekmem ilk hafta bitmişti aslında ama toparlanamıyordum. İlk aşkım olan Brandonun öldüğü okulla, onun son nefesine kadar her ders oturduğu sırayla karşılaşmak için hazır değildim. Richardın ölümünün aksine Brandon ölümüyle her kesi bitirmişti. Ben ve Eleanorsa tamamen yok oluyorduk sanırım. O kardeşi gibi sevdiği arkadaşını kaybetmişti, ben de platonik olmasına rağmen tutkuyla aşık olduğum arkadaşımı. Durumumuz aynıydı, diğerleri sadece üzülmüştü, bizse acı çekiyorduk. Bu yüzden onunla konuşmaya gerçekten ihtiyacım vardı.
Telefonu alıp Eleanorun mesaj kutusunu açtım. Her sabah yaptığım gibi günün ilk mesajını ona attım.

Kime: Mr. Mantık
"Günaydın ve..."
"Özledim :-("

Mesajı yolladıktan sonra telefonu kapattım. Odamdan ayrılıp banyoya geçtim. Rutinlerimi yaptıktan sonra tekrar odama döndüm. Dolabımdan baharlık çiçekli bir elbise çıkardım. Ben farkında bile olmadan nisan ayındaydık artık. Süslenmek falan istemiyordum. Sadece hava için en uygun elbisemdi. Okulda da mutsuz olup mutlu görünmeyecektim. Mutsuzsam her hücreme kadar mutsuzumdur ve öyle de görünecektim. Giyindikten sonra saçlarımı tarayıp omuzlarıma saldım. Çantamı ve telefonumu alıp merdivenlerin başına geldim. Ahh tam iki haftadır bunlara basmıyordum bile. Odama tıkılıp kalmıştım öylece. Bunun devam etmesini istiyordum mu? Kesinlikle evet. Ama artık annem izin vermiyordu. Okula gidince kafam dağılacakmış ve daha iyi hissedecekmişim. Bir deneyelim bakalım diye düşündüm ben de. Ama sonucun olumlu olacağına inanmıyordum.
Merdivenleri inip mutfağa gittim. Benim dışımda her kes ordaydı.
"Günaydın Elena" dedi her biri teker teker. Bana öyle bir bakıyordular ki sanki ABD cumhurbaşkanıydı karşılarındakı. İki hafta sonra odamdan çıkmakla büyük bir şey başarmıştım sanırım.
"Sevdiğin peynirli tostlardan yaptım otur kahvaltını yap" dedi annem beni süzerken.
"İstemiyorum. Aç değilim" Gözlerimi yere dikmek ihtiyacı duyuyordum.
"Neden kızım? Gel ye işte, okulda kafana bir şey girmeyecek"
"İstemiyorum dedim ya" Sesimi yükseltmiştim istemeden. Sonra daha yumuşak sesle
"Anne ben yapamayacağım" dedim umutsuzca.
"Anne lütfen, oraya tekrar geri dönemem. Zaten şimdi gidersem de dersi umursayacağımı sanmıyorum. Sadece kötü anılar canlanacak beynimde yine. Artık ağlamak istemiyorum ben"
Annem bana doğru yaklaşıp elleriyle yüzümü kavradı.
"Şu an bu yüzde kimi gördüğümü biliyor musun?"
Yüzümü o kadar çok sıkıyordu ki kafamı hareket ettiremiyordum.
"Dünyanın en güçlü kızı var karşımda. Hayatındakı tüm zorlukları kimsenin yardımı olmadan yenen bir kız. Gerçekten gülmeyi hak eden bir yüz var avuçlarımın içinde. Asla vazgeçmeyen, kararından dönmeyen biri"
Avuçlarını gevşetince sıkıca anneme sarıldım.
"Annelerin bir tanesi. Vazgeçmeyeceğim be. Ben Elena Woods'um. Elena asla geri dönmez" Sarılmayı bıraktığımda beni belimden saran iki güçlü eli hissettim.
"İşte benim çirkin ördeğim. Her zaman yanındayım küçük şeytan" Fazlasıyla yumuşamış sesiyle söyledi Esther ve omuzuma bir öpücük kondurdu. Ardından Larissa da masadan kalkıp bana doğru koştu ve sıkıca sarıldı. Babam da bize doğru bakıp gülümsüyordu. Ailemi çok seviyordum. Ne yapsam yanımdaydılar ve bu beni az da olsa güçlendiriyordu.
Bana yapışmış olan kardeşlerimden kurtulduktan sonra mutfak kapısına gittim.
"Ben bu gün yürüyerek gitmek istiyorum. Siz arabayla gidin. İyi günler hepinize" El sallayıp öpücük yolladım. Esther beni duyunca hemen ağzını yemekle doldurup bana doğru geldi.
"Boklo bon do goloyorom"
"Ağzın doluyken konuşmasana. Yut sonra söyle"
Dediğimi yapmasını bekledim yarım dakika falan.
"Diyorum ki, bekle, ben de geliyorum. Şimdi anlaşıldı mı?"
"Anlaşıldı. Çabuk gel, seni bekleyecek zamanım yok benim"
Konuşarak evin kapısına ulaşmıştım. Mavi çiçekli elbisemle uyumlu mavi botlarımı giydikten sonra dışarı çıktım. Esther de arkamdaydı. Dışarı çıkınca ilk işim derin bir nefes almak oldu. Cenazeden sonra değil evden dışarı çıkmamıştım, ilerlediğim tek yol odamla banyom arasındaydı. Esther yanıma ulaşınca kolunu uzattı ve ben de koluna girdim. Tek kelime etmeden tüm yolu bitirdik. Artık okulda sınıfımın önündeydik. Esther kafamı ellerinin arasına alıp alnımdan öptü.
"Sana inanıyorum çirkin ördek. Başaracaksın"
"Emin değilim Est" söyledim tereddütle.
"Hadi ama mızıkçılık yok. Tamam mı?"
"Tamam" dedim kafamı aşağı yukarı sallayarak.
"Bye o zaman küçük bebeğim"
Bu gün bana çok şefkatli davranıyordu Esther. Sanırım durumum Estherin bile bana acıyacağı kadar vahimdi. Bu düşünceleri kısmen kafamdan atarak sınıfın kapısı önünde derin bir nefes aldım. İçeri girince sınıfta sadece Chris, Layla, Emily ve Aisha vardı. Yüzü bana doğru dönük olan Aisha ve Emily'ye parmağımla 'sus' işareti yaptıktan sonra Laylanın arkasına geçtim ve elimle gözlerini kapattım. Ona sürpriz yapacaktım çünkü bu gün geleceğimi söylememiştim dün ona. Gözlerini kapadıktan bir süre sonra elleriyle elimi yokladı ve
"Bu kadar soğuk ve küçük eller yalnız bir kişiye ait olabilir. Ama onun şimdi geleceğini sanmıyorum" dedi. Elleriyle ellerimi tekrar inceledi.
"Yok ya bu ondan başkasının eli olamaz. Elena?"
Doğru bulmasına rağmen ellerimi ayırmadım. Dalmıştım. Kantinde Brandonun gözlerimi kapatması geldi aklıma. Delicesine ağlamak istiyordum. Bu iki haftada ne kadar üzülsem de, acı çeksem de içimdeki acıyı boşaltacak kadar ağlamamıştım, hep kendimi tutmuştum. Gerçekten acı çekmeye alışmıştım artık. Şimdi de tutacaktım gözyaşlarımı.
"Elena? Bu sen misin?"
Duymuyor gibiydim. Aslında duyuyordum da, düşüncelerim ağır bastığından algılayamıyordum. Acı hissetmiştim o an. Kaburgalarımın arasında. Bir sızıltı. Belki özlem. Ama o an bunun ne olduğunu çözemedim, çözemezdim. Hayatım karmaşa dolu kısmına geçit yapmıştı işte.
"Heyy... Duyuyor musun?" dedi yanımda duran Aisha. Onun sesiyle abartılacak şekilde irkildim.
"Evet, doğru tahmin" deyip gözlerinden ellerimi çekince bana doğru dönen Laylaya sarıldım. Sonra diğer çocuklarla da 'hasret giderdim' bir süre. Ama hiç biriyle konuşmak gelmiyordu içimden. Bana "Nasılsın?" diye soranlara "İyiyim" cevabı veriyordum yalan söyleyerek. Hiç iyi değildim.
Bir kez koridora çıktım ve o zaman yanıma gelen Wendy
"Eleanordan bir haberin var mı?" diye sordu bana. Malum günden itibaren içimde Wendy'ye karşı merhamet hissi yaranmıştı az da olsa. Yüzüne baktığımda o da pek iyi gözükmüyordu.
"Hayır" dedim kısaca. Çünkü daha fazla konuşursam kendimi tutamayacağımı, yine duygusala bağlayacağımı biliyordum.
"Ama tek bir haber bile olsa razıyım" dedim mırıldanarak ve sınıfa geri döndüm bir daha dışarı çıkmamam için kendime söz verdiğimde. Duvarlar üzerime geliyordu sanki. İlk üç ders başımı masaya koyup kollarımla gizledim. Burayı görmek istemiyordum. Layla ve Emy durumumu anlayıp fazla üzerime gelmemeye çalışıyordular. Diğerleriyse hep "Ne oldu?", "Kendini nasıl hissediyorsun?" gibi sorular soruyordular. Onları kısa kısa cevaplamamla ne kadar kötü hissettiğimi belli ediyordum sanki. Richardın ölümünden bu yana arka sıralara taşınmıştım en öndeki yerimden. Burası her zaman daha huzurlu gelirdi bana ama bu gün onu da hissedemiyordum. Sanki yalnızdım, ya da onca sevenim olmasına rağmen anlayanım yoktu. Acımı anlayacak birine ihtiyacım vardı. Ve tek de bir umudum. O birisinin kim olduğunu biliyordum aslında. Yıllar öncesinde olduğu gibi şimdi de beni ben yapacak tek kişi Eleanordu. Ama sanırım bu sefer onun da yardıma ihtiyacı vardı. O istemese de yardım edecektim ona çünkü onu tüm ruhumla anlıyordum. Çekdiyi acıyı hissediyordum. Brandon yine büyük oynamıştı. Okulun en popüler çocuğunun hayatının bitişi de dağıtmıştı bizi. Hepimizi. Bunu sınıfa çökmüş sessizlikten anlayabiliyordum. Eleanor dışında her kes dersdeydi ama kimseden çıt yoktu. Eski neşemiz kaybolmuştu. Sınıfın neşesi Brandon ve Eleanordu aslında. Onlarsız ruhsuz bir bedene benziyorduk. Dersleri bozarak yaptıkları muziplikler, o tatlı kahkahaları, bir birlerine ilani aşk etmeleri, çapkınlıkları, şakaları, bizi kızdırmaları, öğretmenler dahil hepimizi güldürmeleri bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden. Baş kahramanları o ikisiydi çocukluk hatırlarımı hikayeye dökünce. Gülümsemiştim istemsizce. Özlemiştim be. Bir daha asla geri dönmemek üzere yok olan şeyleri özlemiştim. Olduğunda kıymetini bilmediğimiz duyguları. Sadece hatıralar kalmıştı geriye. Bir gün tamamen yok olma ihtimali olan hatıralar. Asla bir fotoğrafı olmayacak şeyler. İşte kötüsü de buydu. Yine hissetmiştim kaburgalarımın arasındakı o acıyı. Kulağımı masaya yasladığımdan kalbimin atışları yankı yapıyordu. Fazla düzenli ve sakindi. O da sahipsiz kalmıştı. Tamamen terkedilmişti. Ve benim gibi yüreğim de güven hissini kaybedip etrafına geçilmez taştan duvarlar örmüştü. Artık o taşları eritemeyecek hiç kimse onun sahibi olamayacaktı. Ben bile. Kalbimin bu ritmleri yine hatıralarımı uyandırdı. Eleanorun bizim evde kaldığı gün. Kalbini dinlemem. Ve aynı benim yüreğimin şimdi attığı gibi atıyordu. Bir aydan fazla geçmesine rağmen her saniyesine kadar aklımdaydı o ankı duygularım. Şimdikinden çok farklıydı hislerim. Her ne kadar düşüncelerimi değiştirmeye çalışsam da Eleanoru düşünmekten geri çekemiyordum aklımı. O da benim gibi kalpsizleştirilmişlerdendi sanırım. Ama buna sebep olacak kadar kötü ne olmuştu hayatında? Çünkü o kolay kolay yıkalacak biri değildi. Şu an iyi değildi. Hissediyordum. O kuvvetli hislerim işe geçmişti yine. Nefret ediyordum onlardan.
"Elena beni duyuyor musun?"
Matematik öğretmenimin sesiyle hayal dünyamdan ayrıldım. Başımı kaldırdım.
"Efendim öğretmenim"
"Neden dersi dinlemiyorsun?"
Ders mi? Şu an düşüneceğim en son şeydi.
"Sen gel bakalım tahtadakı soruyu çözebilecekmisin?"
Tanıdık durumdu. Zor bir soru olunca tüm sınıf üzerinde düşünür, eğer bulamazlarsa son başvuruları da bana olurdu. Ben de genellikle kendimden emin bir tavırlarla tahtaya çıkıp soruyu çözer, içimden kendimi alkışlayarak yerime geçerdim. Tahtaya baktığımda göremediğimi farkettim. Sıranın üzerine bıraktığım gözlüğümü takıp tekrar baktım. Zor bir soru değildi. Hatta çok kolaydı. Bazen çocukların bilmediği şeylere hayret ediyordum. Ben bile iki hafta dersi kaçırmama rağmen bunu biliyordum. Ayağa kalktım ama başım döner gibi oldu. Sanki bir kuvvet beni yerime geri çekti ve oturdum. Daha fazla başım dönmesin diye gözlüğü çıkarıp sıranın üzerine geri koydum. Bir kağıt alıp hemen sorunun çözümünü hızla yazdım ve zor da olsa tekrar ayağa kalktım. Öğretmenin masasına doğru gidip elimdeki kağıdı ona uzattım. Bir az inceledikten sonra "Doğru. Şimdi tahtada arkadaşlarına anlatarak çöz"
Ne istiyordu bu benden. Öğretmen sensin ve sınıfın neredeyse yarısından fazlası soruyu anlamadı. Kalkıp anlatmak düşüncesi gelmiyordu mu aklına? Önceleri de böyleydi ama asla bana batmıyordu. Sanırım psikolojim anormal denecek kadar bozulmuştu. Tahtaya yönelip keçeli kalemi aldım. Kapağını açıp ucunu tahtaya değdirdim. Abartılacak kadar büyük bir 'X' çizdim. Anlatmak için ağzımı açtığımda kelimeler boğazımda düğümlendi. Ne kadar sesimi çıkarmayı istesem de başarmadım. Ardından parmaklarımın boşaldığını hissettim. Ne kadar çabalasam da kalemi elimde tutamadım ve titreyen parmaklarımın arasından kayarak yere düştü. Burada olmayı bile zor başarırken bunu yapamazdım. Gözlerimi kapayarak
"Özür dilerim" diye mırıldandım.
"Özür dilerim, yapamayacağım. Çıkabilir miyim lütfen? Hiç iyi değilim" Bayan Aria şaşkın bakışlarla beni süzdükten sonra
"Çık" dedi temkinle. Hemen sınıftan ayrıldım. Nereye gideceğime karar vermiştim. Telefonu açıp Laylaya bir mesaj attım.

Sadece ölümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin