Aşk

102 9 5
                                    

Medyada Eleanor, Esther, Layla ve Elena var.

Elena annesinin odanın kapısını açmasıyla göz kapaklarını kıpırdattı. Bunun annesinin "okul zamanı" deyiş şekli olduğunu biliyordu. Sabah uykuları hafif olurdu hep. Ama 11-e kadar uyuyorsa uyandırılması pek zordu. Gözlerini ovarak yatağından kalktı. Okullarında kıyafet serbestliği vardı. Elena dolabından açık mavi kot pantolon ve üzerinde 'All I need is love' yazılan bol beyaz tişörtünü alıp yatağın üzerine bıraktı. İkinci kattaki sadece ona ve küçük kardeşi Larissaya ait olan banyoya yöneldi küçük adımlarla. Günlük rutinlerini yaptıktan sonra odasına gelip kıyafetlerini üzerine geçirdi. Saçlarını tam tepede at kuyruğu yaptı. Bu gün süslenmek için hiç modunda değildi. Zaten olmasını da beklemiyordu kendinden. Gününün fazla uzun olacağının farkındaydı. Hızla merdivenleri indi. "Günaydıııınnn!!" deyip mutfağa geldi. Masanın üzerinde annesinin çoktan hazırladığı kahvesini alıp yudumladı. Esther masada oturmuş sakince kahvaltısını yapıyordu. Annesi de Elenanın çok sevdiği meşhur kreplerinden hazırlıyordu. Masaya geçti Elena.
- Naber anne? Larissayla babam nerede?,- söyledi mutlu olmaya çalışır şekilde.
- Baban bu gün işe gitmeyeceğini söyledi. Larissanın da ateşi var hasta. Bu şekilde okula yollayamam. Uyuyor şimdi. Sen iyi misin?
- Evet anne olacağımı düşündüğümden çok daha iyiyim,- gülümsedi zor da olsa. Hiç iyi değildi. Aklını kurcalayan onlarla soru vardı ve bu soruların en önemlilerinin yapımcısı karşısında oturuyordu.
- Esther, abicim bu sabah fazla dalgın gördüm seni. Noluyor sana?
Ne olduğunu bildiği yüzündeki sinsi gülüşünden belliydi.
- Yok hiç bir şeyim, iyiyim ben.
Sert bir şekilde söylemişti Esther sözlerini.
- Annecim Esthere bakar mısın? Bana kaba davranıyor,- dedi annesine doğru çocukça tavırla ve yine abisine döndü.
- Seninle iyi geçinmeye çalışıyorum. Bu gün yollarda sadece ikimiz varız.
- Kardeşine iyi davran Est.
- Tamam anne,- yüzünü buruşturdu - her kese gelince güçlü ve olgun kız oluyorsun bana gelince 4 yaşında bir çocuk. Beni delirtiyorsun çirkin ördek.
Masadan kalktı. Çantasını kapıp kapıyı açtı.
- Eğer 3 dakika içinde gelmezsen okula yalnız gitmek zorunda kalırsın. Dışardayım.
Elena gözlerini devirerek:
- Aman be bayılıyordum sana da, abi kardeş ilişkine de, seninle gittiğim okul yoluna da.
- Tamam o zaman okulda görüşürüz,- duraksadı - hmm.. Belki.
Sırıtarak dışarı çıktı.
- Dur bekle bekle yalnız yol gitmemden nefret ettiğimi biliyorsun,- o da çantasını aldı - görüşmek üzere annecim.
Annesi kafasını iki yana doğru sallayarak güldü arkasından kapıyı kapatırken.
Esther:
- Demek bayılıyormuşsun benimle gittiğin yola,- dedi Elena koşarak ona yetişdiğinde.
- Çok kötüsün.
- Teşekkür ederim.
- Bu bir iltifat değildi.
- Benim için öyleydi.
- Laf yarıştırmayı kes benimle.
- Sevgilin olunca tüm bu huyların ortaya çıkarılacak diye mi o çirkin yüzünden hoşlanan bir iki kişi var onları da reddediyorsun?
- Sen.. sen bunları nereden biliyorsun?
- Dün tüm yazışmalarını okudum unutma. Tüm arkadaşlarınla konuşmalarını..
- E bu da ayrı bir tartışma meselesi ama aldırmamaya, yani takmamaya çalışacağım. Söyle bana o zaman, hesabımda hackerlik yaptığına değdi mi?
- Evet hem de çok. Teşekkürler kardeşim, pardon çirkin ördek. Ne düşünüyorsun?,- bir anlık dalmış olan kardeşine baktı.
- Bu gün çoğu kişinin okula gelmeyeceğini düşünüyorum. Çocukların dünle ilgili ne düşündüklerini düşünüyorum. Katili düşünüyorum. Dün bana verdiğin soruyu düşünüyorum. Abimi birlikte yaşadığım 16 yıl içinde neden son bir kaç saattir keşfettiğimi düşünüyorum. Sonra tipine bakıyorum. "Benim abim neden yakışıklı ki? Benim gibi çirkin olsa olmaz mıydı?" diye düşünüyorum. Bunun sana Tanrı tarafından verilmiş şans olduğunu düşünüyorum. İstediğin kızı kendine aşık edebilirsin. Hele gözlerin..,- dudağını ısırıp baş parmağını kaldırdı.
- Sakın abine aşık olma, sana asla karşılık vermem, çok çirkinsin.
- Sapık, düşündüğün şeye bak. Sadece iltifat ederek Tanrının sana benden daha çok şey bahş ettiğini söyledim. Ve bununla aşk kumarında 2:0 önde olduğunu.
- Ben öyle düşünmüyorum. O zor kız.
- Zoru oynuyordur.
- Hayır zor, eminim buna.
- Hoşlandığı biri var mı?
- Sana söylediği kadarıyla yok. Ama bilemiyorum.
- Neden?
- Çünkü yanımda senin gibi birinden hoşlandığını inkar edip kimseye söylemeyen biri varken kızlara güvenim biraz düşük.
- Hmm.. ama bende durum farklı.
- Hiç bir şeyin farklı olmadığını sen de biliyorsun.
- Salak sandığım abim filozof çıktı.
Esther konuyu değiştirerek:
- Bu gün okul karmaşık olacağa benziyor senin açından,- dedi.
- Evet öyle gözüküyor.
- Başsağlığı verenlere "ondan nefret ederdim" falan deme sakın.
- Evet sanırım böyle bir tehlike var. Ama 100 alacağım sınavdan notlarını değiştirerek 20 almamı sağlayan birini nasıl sevebilirim ki. Hayatımda 90-dan düşük not almadım ben. Ya da başkalarına beni bencil diye anlatan birini.
- Ama yalnız değilmişsin. Dün neredeyse hiç iyi huyunu anlatan olmamış onun. Sana yaptığı şeyler yalnız bunlarsa bence nefret etmekle abartmışsın ama.
- Başka, çeşitli sebepler de var,- söyledi Elena düşünceli şekilde.
- Nelermiş o sebepler?,- merakla kardeşine baktı.
- Boşver işte. Okula geldik bile, saat ikide bitiyor dersim. Sende de aynı sanırım. Çıkınca bekle beni.
- Tamam merak etme.
Okulun içindelerdi artık. Elenanın birinci katta olan sınıfına doğru yürürken:
- Elena bir soru soracağım? Neden üzerinde monttan, ceketten bir şey yok? Üşümüyor musun?
- Ne gerçekten mi?,- dedi Elena şaşkınlığını gizleyemeyerek. Kollarına baktı.
- Ben de kollarım neden üşüyor diye düşünüyordum. Bunu unuttuğuma inanamıyorum. Hasta olursam bir suçlu var o da Esther Woods. Seninle gelmek için koşmasaydım unutmazdım tabi,- deyip abisinin omuzuna hafif vurdu.
- Yine suçlu oldum. Alışığım ben. Bünyem için bir suçluluk duygusu daha farketmez,- dedi Esther yapmacıktan üzülerek.
Sınıfa ulaşınca:
- Hadi çirkin ördek çıkışta görüşürüz,- deyip kardeşinden ayrıldı.
Elena derin bir nefes alıp sınıfa girdi.
- İyi sabahlarr!!!
Kimseden cevap alamayınca içeriyi gözden geçirdi. Sınıfta sadece Eleanor ve Brandonun olduğunu ve arka sırada oturup telefonla uğraştıklarını gördü. Eleanor ve Brandon. Gece Estherin söylediklerini hatırladı.
"Kalbin kararsız. Ne yapacağını şaşırdı. Birini her kesten fazla severken, diğerine tutkuyla bağlısın"
Harfi harfine aklında olan sözler Estherin sesiyle tekrarlamaya başlamıştı beyninin her hücresinde.
Şimdilik bu düşünceleri bir kenara bırakmaya çalıştı. Yanlarına gidip bir ön sıraya çantasını bıraktı ve kendisi de oturdu. Yüzünü arkadakilere döndürerek:
- Hey çocuklar, iyi sabahlar dedim.
İlk önce Eleanor başını telefondan kaldırıp ona baktı.
- Merhaba Elena, nasılsın? Pardon geldiğini görmedik.
Ardından Brandon her zaman olduğundan daha sakin:
- Nasılsın Elena?,- dedi.
- Nasıl olduğumu bilmiyorum. Kafamın içi blenderle karıştırılmış ta beynim sıvıya dönmüş gibi hissediyorum. Siz neden erken geldiniz böyle, hep sona kalırsınız?
- Biraz konuşmaya ihtiyacımız vardı, artık her şey yolunda,- dedi Brandon sırıtarak.
- Sevindim,- dedi Elena gülmeye çalışarak.
- Peki sen neden çabuk geldin, zilin çalmasına yarım saat var daha,- söyledi Eleanor.
- Esther gibi bir abiniz varsa değil çabuk, benim gibi montsuz bile gelebilirsiniz okula,- ardından aklına bir şey gelmiş gibi - Eleanor bu gün buraya geçebilir misin? Canım hiç ön sırada oturmak istemiyor,- dedi Elena.
- Bebeğim bizi yine ayırıyorlar,- diye Brandon dramatik bir hava takınarak Eleanora sarıldı - aşkımızı bitireceklerinden korkuyorum tatlım. Ama söz veriyorum buna izin vermeyeceğim.
Elena başını yana eyip kaşlarını yukarı kaldırmıştı. Bakışlarına kızgınlık eşlik ediyordu:
- Bunu bir daha önümde yaparsanız üzerinize kusarım,- gözlerini bir az da irileterek - çok ciddiyim,- dedi.
Eleanor gözlerini kısarak Elenaya baktı. Ayağa kalkıp:
- Hadi gel geç buraya o zaman,- dedi. Gülümseyerek ön sıraya geçerken Elena da gözlerini kısarak ona "Ne oluyor?" bakışı attı.
- Eleanor aynı abim gibisin. Onun gibi şüpheci, huysuz, salak ve bir o kadar da akıllı.
- Sen de en az Cruella De Vil kadar kurnazsın,- göz kırptı.
- Bir abiye daha dayanamam. Sen kardeşim ol.
- Senden büyüğüm.
- Ne fark eder? Bir yaş bile değil.
- Benim için fark eder.
- Gerçekten Esthere benziyorsun.
Brandon saçlarını karıştırarak:
- Esther dedin de, bir kaç gün önce Esther bana bir şey sordu. Şey... seninle ilgili,- cümlesinin sonunu getirip getiremeyeceği konusunda kararsız gözüküyordu.
- Ne söyledi?,- Elena meraklanmıştı iyice ve korkmuştu da biraz.
- Şey...
- Söyle.
- Tamam, senin birinden hoşlanıp hoşlanmadığını sordu bana. Bunu senden saklayamayacağımı düşündüm.
- Peki sen ne söyledin?,- merakı bire on artmış ve heyecanlanmıştı.
- Böyle bir şey duymadığımı, varsa da haberimin olmadığını söyledim.
- İyi yapmışsın,- söyledi Elena rahatlık ve mutlulukla Brandonun siyah gözlerine bakarken.
- Keşke bana sorsaydı,- diye konuya katıldı Eleanor.
- İyi ki sormamış,- dedi Elena yüzündeki gülümsemeyi yok ederek.
- Zaten ikiniz benden ne istiyorsunuz anlamadım ki? Diğerleri nerede kaldılar?
Bir kaç dakika sonra İsabella geldi.
- Merhaba.
Mutsuz görünüyordu.
- Merhaba,- dedi Elena ona karşı soğuk olan tavrını koruyarak. İsabella erkeklerle konuşurken Elena kalkıp kapıya doğru gitti. Sınıfa doğru gelen Layla ve Emily'i görünce gözleri parladı. Yetişir yetişmez sarıp sarmaladı onları.
- Dur boğulacağım,- dedi Layla onun kollarının arasında boğuk sesiyle.
- Neden geç kaldın?
- Zil çaldı mı?
- Hayır.
- O zaman geç kalmamışım,- deyip gülümsedi.
- Aslında şey evet.
- Nasılsın?
- İyiyim diyebilirim sanırım. Sen?
- Ben de iyi gibiyim.
- Emy nereye gitti?
- Tuvalete sanırım.
- Hmm tamam. Ben bu gün arka sıradayım. Sen de oralarda bir yerde otur lütfen.
- Olur. Elena bir şey soracağım.
- Sorabilirsin.
- Sence de olması gerekenden fazla normal değil miyiz bu gün?
- Beni rahatsız eden tek şey de bu. Neden kapı önünde konuşuyoruz ki? Hadi geçelim içeri.
Birlikte arka sıralara doğru yürüdüler. Elena Brandonun yanına geçti. İsabella çoktan gitmişti. Eleanor bir ön sıradaydı.
Layla da Elenaya paralel sırada yerleşti. Bir kaç saniye arayla Chris, Aisha, Azelma ve Denis de geldi. Emily ve İsabella da geri dönmüştüler zilin sesiyle. Her kes arka sıralara yerleşince sınıfın ön kısımları boş kalmıştı. İlk derslerinde öğretmen Richarddan bahsederek duygulandırmayı başarmıştı çoğunu. Elena bir tarafdan durmadan konuşan öğretmeni dinlemezken yanındakı Brandonu süzdü. Ağlıyordu. Dışardan ne kadar sert görünmeye çalışsa da, içinde duygusallık abidesi vardı onun. Elena bunu çoktan biliyordu. Çantasını açıp bir peçete çıkarıp Brandona uzattı.
- Al bunu.
- Teşekkür ederim.
- Ağlama lütfen,- dedi Elena çatallaşmaya başlayan sesiyle. Gözleri dolmuştu ama kendini durdurmalıydı. Brandon için ağlamak da neyin nesiydi? İlk dersde ağlamamayı başarmıştı. Teneffüste gerekmedikçe dışarı çıkmamayı ve dışarıdan kimseyi içeri almamayı kararlaştırmıştılar. Hepsi Brandonun ve Elenanın olduğu sıra etrafında toplanmıştılar.
- Elena, baban bir şey buldu mu?,- diye sordu Azelma.
- Tüm gece parmak izlerini inceledi ama sanırım onlar bana ait. Eldivensiz olan tek bendim.
- Ve ben,- diyerek katıldı Eleanor.
- Ama sen çikolata yemedin Eleanor.
- Evet doğru. O zaman yalnız seninki olacaktır.
- Her şeyi konuşuyoruz, tek bir şeyden başka. Bu sınıfta bir katil var çocuklar. Ve o şu an burada da olabilir, evde yatıyor da olabilir. Bilemeyiz. Ama kendi canımızın güvenliğinden ne kadar eminiz? Benim eminlik ihtimalim 0. Bence ilk önce cinayetin nedenini bulmalıyız, yarın aynı nedenden ölmemek için. Önemli olan neden,- Elena tribün konuşmasını bitirdi.
- Katilin kim olduğuyla ilgili fikirleriniz var mı?,- diye sordu Chris. Her kes hiçbir fikrinin olmadığını söyledi.
Zil dersin başlaması için çaldı. Her kes yerine geçti. Biyoloji dersiydi ve hiç kimsenin dersi dinlemediği söylenebilirdi. Elena üzerine buruşturulmuş kağıt parçasının düşmesiyle irkilerek tahtanın üzerinde daldığı noktadan gözlerini ayırdı. Kağıdı açıp ilk önce üzerini okudu. "Emily" yazıyordu. Hızla içini açtı.
"Len sana acilen anlatmam gereken şeyler var. Teneffüste yalnız konuşalım lütfen. Kantin uygun bence". Elena ona doğru bakan Emily'ye "tamam" anlamında başını salladı. Zil çalınca ikisi de kantine geldiler.
Elena sabırsızca:
- Ne anlatman gerekiyor Emy?,- diye sordu. O sırada omuzunda bir el hissetti. Dönünce bir üst sınıflardan, abisinin sınıf arkadaşı Andy ile göz göze geldi.
- Korkuttum mu seni?
- Gördüğün gibi hayır,- dedi Elena soğukça.
- Başın sağ olsun duydum ki..
- Sağ ol,- soğukluğunu devam ettiriyordu - şimdi gider misin, gerçekten arkadaşımla konuşmam gerek?
Elenanın kulağına doğru eğildi Andy:
- Tamam şimdi gidiyorum. Ama bir gün bana evet diyeceksin,- diye fısıldadı. Elena da aynı tondakı fısıldamasıyla:
- Her gün bunu duymayı seviyorsun sanırım, çok beklersin,- dedi. Onun gittiğini gördükten sonra tekrar Emily'ye döndü.
- Seni dinliyorum.
- Hatırlarsan dün size haberlerim var demiştim. Sonra unuttum söylemeği. Şu an için çok önemli bir şey bence.
- Hemen anlat çatlatma adamı. Dökül hadi.
- Dün Jeffle Reinanın kavgasını gören bendim. Reinanın Jeffe "Polisler bunun peşini bırakmaz. Eğer haberleri olursa seni ipe dizerler" dediğini duydum. Jeff de "Bunu yapmam gerek, yoksa olmuyor" gibi bir cümle kurdu. Bir adım daha yaklaşmak isterken ayağım boşluğa geldi ve bileğimi hafif burktum. Acıdan ağzımdan çıkan iniltiyi duydular ve konuşmalarını durdurdular. Ben de hemen geri döndüm. Biliyorum dün bunu söylemem gerekirdi ama mantıklı düşünecek kadar kendimde değildim.
- Emy bu çok önemli bir şey. Hemen babama söylemeliyiz.
Elena hemen kotunun cebindeki telefonu çıkardı. Babasının kayıtlı numarasını tuşladı.
- Len?
- Baba önemli şeyler var.
Emilynin söylediklerini harfiyen anlattı babasına.
- Jeff okulda mı?
- Hayır.
- Len, okul çıkışı bir arkadaşını da al Jeffin evine git ve onunla konuşun.
Elena:
- Tamam,- deyip kapattı telefonu. Şu an daha önemli bir şey görmüştü. Esther kantin masalarından birinde oturmuş Layla ve Aishayla bir şeyler konuşuyordu. Elena onlara doğru gitmek isterken zilin çalmasıyla Emily tarafından kolunun çekilmesi sebebinden istediğini yapamadı. Sınıfa doğru yürürken bir taraftan da Estherin ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. Yaptıkları onunla çok alakasız şeylerdi. Sınıfındakı neredeyse tüm kızları öpmeyi başaran havalı serseri olan abisi asla bir kızla az önceki gibi normal oturup konuşmazdı. Ama az önce bunu iki kızla yapıyordu. "Her serserinin içinde duygularına sarılıp yaşayan birisi vardır" lafının doğruluk payını düşünüyordu Elena. Olanları zamana bırakmayı karara aldı. Sonucu zaman geçtikçe görecekti. Sınıfa ulaşınca çantasına koşup bir çikolata aldı. O gün hiç yerinden kıpırdamayan Brandon bunu görüp:
- Dünkü olaydan sonra hala çikolata mı yiyorsun?,- dedi gülerek.
- Sen vazgeçtin mi yemekten?
- Hayır. Ölüm bile çikolatadan ayıramaz beni.
İkisi de güldü. Elena tereddütle:
- Bu konuda bana güvenip güvenmediğini bilmiyorum ama çikolata ister misin?
Elinde kare şekilli çikolatalarla dolu poşeti ona uzattı.
- Sabahdan beri kendin yediğin için sanırım ben de alabilirim.
- O zaman ben dokunmayayım kendin seç.
Ders boştu. Bu yüzden Eleanor gecikmesini dert etmeyerek içeri geldi. Elena ve Brandona bakıp dehşet içinde:
- Siz hala o şeylerden mi yiyorsunuz?
Onlar başlarını olumlu anlamda salladıkta:
- Siz sadece aklını kaçırmışsınız,- dedi ve memnun olmadığını belirterek kafasını iki yana doğru salladı. Elena ona aldırmayarak:
- Brandon acaba ders çıkışı benimle Jefflere gelir misin? Yalnız gitmemeliyim,- söyledi.
- Ne oldu ki?
Olanları anlattı. Brandonun ağzı bir karış açıktaydı. Elena eliyle onun çenesini yukarı kaldırdı.
- Geliyor musun?
- E-evet tabi ama Jeff yasal olmayan ne yapa bilir ki? O anne kuzusu,- Brandon hiç olmadığı kadar şaşkın görünüyordu.
- Bilemiyorum artık. Bunu ondan öğrenebileceğimizi umuyorum ama pek bir umudum da yok.
Eleanor da gitmek istemişti. Fakat Elena katı bir sertlikte bu fikri reddetmişti.
Dersde hiçbir zaman olmadığının aksine fazla sessizlik vardı. Boş ders olmasına rağmen hiç kimse dışarıdan duyulacak gibi gürültü yapmıyordu. İşte olması gereken durgunluk üzerlerine çökmüştü sonunda. Elena Laylanın yanına geçmiş sohbet ediyorlardı.
- Söyler misin Esther sizinle ne konuşuyordu?
- Evet yaaa, sebebini anlamadığımız saçma sapan sorular sordu. Seninle ilgili...
- Benimle ilgili mi?
- Doğru duydun, ama sorular çok saçmaydı. Elena hangi rengi sever, en sevdiği isim, en sevdiği şarkı, en çok kullandığı kelime, varsa hoşlandığı çocuk, okul hayatı ve başka benzer sorular sordu. Sonra ikimizle de bu konuyu ayrı ayrı konuşacağını söyledi. Ama bunları zaten bilmiş olması gerekmiyor mu tatlım?
- Biliyor zaten. Resmen sizden beni sorgulamış. Nedenini bulmak çok zor. Son zamanlar onu anlayamıyorum. Peki o zaman neden sen ve Aisha? Hadi seni anladık neden Aishadan beni sorguluyor? Brandona da hoşlandığım çocuğun olup olmadığını sormuş.
- O ne demiş?
- Bilmediğini söylemiş. İyi ki Eleanora sormamış.
- Sorabilir yani.
- Burada tek bir nokta var, Esther benim kimden hoşlandığımı biliyor zaten. Başkasına sormasına gerek yok ki. Hele Branda. Eleanor da benim Brandona aşık olduğumu düşünüyor sanırım.
- Peki düşünceleri yanılıyor mu?
- Hayır sanırım.
Layla heyecanlanarak:
- Yoksa bir itiraf mı duydum az önce?,- dedi.
- Bilemiyorum. Aşığım biliyorum ama hislerimin sahibinden emin değilim. Bunu bilmem için ilk önce aşkın ne olduğunu keşfetmeliyim. Yıllar sonra kalbim hızla atmaya başladı ama kime karşı attığını bulamıyorum. Bunu bulmak için hangi hislerimin aşka dahil olduğunu bulmalıyım ilk önce. Anlıyor musun beni?
- Hiç aşık olmamış birine göre bayağı iyi anladığımı söyleyebilirim,- arkadaşına sarıldı - Kararın ne olursa olsun yanındayım ve seni destekliyorum. Bunu bilmeni ve aklından çıkarmamanı istiyorum.
- Biliyorum.
Son ders işkencesi de bittikten sonra Elena Esthere Jeffin evine gideceğini söyledi ve Brandonla birlikte okuldan ayrıldı. Esther de kendine yol arkadaşı olarak Emily, Layla, Aisha, Denis ve Chrisi buldu. Eleanor yan sınıflarındakı Wendy'nin peşinde koşarak kızı kendine yapmaya çalışıyordu. Azelma ve İsabella da aynı yolla evlerine gidiyordu.
Brandon ve Elena bir süre konuşmadılar.
- Biliyor musun ne oldu bu gün?,- deyip Brandon sohbete başladı.
- Hayır ama öğrenmeyi isterdim.
- Ofelia dün olanlardan sonra benden korktuğunu ve ayrılmak istediğini söyledi,- duraksadı, daha tiz sesle - sanki katil benmişim gibi.
Duyguluydu. Elena da bu durumda ne yapacağını şaşırdı.
- Hey dostum, ben kendimin katil olduğumdan şüphe ederim ama senden yok,- söyleyebileceği tek şey bu olmuştu.
- Teşekkürler,- dedi Brandon yüzüne acı dolu gülümseme getirirken.
Elena daha hüzünlü ve sakin sesiyle:
- Ona aşık mıydın?,- diye sordu.
- Hayır değildim. Kesinlikle değildim. Ama sevgilinin senin katil olabileceğini düşünmesi koyuyor adama. Az da olsa güvenmesi gerekirdi bana.
- Haklısın... Peki aşık olduğun biri var mı?
- Var,- dedi net şekilde - peki senin?
- Var,- diye söyledi Elena daha net şekilde.
- Tanıyor muyum?
- Evet. Ben seninkini tanıyor muyum?
- Evet.
- Çok garip değil mi, önceler "aşk" sözüne tahammül edemezken şimdi her 3 kelimemden 2-si sevgiyle ilgili. Bazı şeylere kendimi fazla kaptırıyorum,- sonra daha neşeli şekilde - bakıyorum da sınıfta her kes aşıkmış. Hiç böyle düşünmezdim.
- Her kes değil.
- Hıı, evet belki her kes değil. Mesela Layla.
- Ve Eleanor.
Aynı anda gözlerinin kenarlarıyla sinsi sinsi birbirlerine baktılar ve ardından korkunç bir kahkaha patlattılar. İlk Brandon gülmesini durdurup:
- Aynı şeyi düşündük sanırım,- dedi.
- Aynı şeyden kastın Eleanor ve Laylayı bir birine aşık edip, evlendirip, düğünlerinde nikah şahidi olmak, şirinler köyü gibi türlü türlü huylarda 10-15 çocuk sahibi etmekse evet aynı şeyi düşünüyoruz.
- Vay bee.. Aslında ben bu kadar ileri götürmemiştim. Sadece çıkmalarının güzel olacağını düşündüm.
- Gerçekten güzel olurdu. Ve sen ve ben de arkadaş grubunun üçüncü ve dördüncü tekerlekleri olurduk. Bunun için çalışmalıyız sanırım.
- Biraz zor.
- Biraz mı? Çok zor. Hem ben arkadaşımı onun gibi manyağa, çapkına, salağa emanet edemem,- biraz durgunlaştı - sence cinayeti konuşmamamız normal mi?
- Bizde ne normal ki? Hayır değil, hiç normal değil. Normal olmadığı kadar da korkutucu.
- Doğru. Dün yanımızda cinayet işlenirken biz bu gün sevgiden, hislerden, arkadaşlıktan falan konuşuyoruz. Sorunumuz ne?
- Sorun biz olmamız.
Jeffin evlerine ulaşmıştılar. Brandon gidip hafifce zile bastı. Kapıyı Jeff kendisi açtı. Onları gördüğüne çok şaşırdığı yüzünden belliydi.
- Merhaba Jeff, seninle konuşmamız gereken şeyler var. İçeri gelebilir miyiz?
- E-evet, tabi. Hoşgeldiniz, buyurun.
Eliyle içeriyi işaret etti.
- Geçin salona geliyorum. Bir şeyler alır mısınız?
- Hayır teşekkür ederim. Zaten 5 dakika konuşup gideceğiz,- dedi Elena. Brandonla salondakı ikili koltuğa geçtiler.
- Ben bir bardak su alabilir miyim?,- dudaklarını yaladı Brandon - yol beni fazla susatmış sanırım.
- Getiriyorum,- diye Jeff mutfaktan bağırdı.
Az sonra elinde bir bardak suyla geri döndü.
- Nasılsınız?
- Eh işte,- cevapladı Elena - sen? neden gelmedin okula?
- Çok yorgundum. Reina da hala hiçbir şey hatırlamıyor diye gelmeyecekti. Ben de gelmek istemedim o yüzden.
- Tamam. Sana haberlerimiz var.
Brandon konuşmaya başladı:
- Dün sizin kavganızı yani Reinayla senin kavganı birisinin gördüğü doğru. Emily görmüş olanları.
- Ve senin polisin bilmemesi gerektiği, ne olduğunu bilmediğimiz şeyler yapman yüzünden Reinayla kavga ettiğinizi söyledi,- diye devam ettirdi Elena. Jeff hiç beklemedikleri gibi sert şekilde ayağa kalktı. Yüzü kıpkırmızıydı.
- Böyle bir şey olmadı.
Aynı şekilde Elena da ayağa kalktı. Jeffin biraz daha yakınına giderek gözlerinin içine baktı. Jeff gözlerini kaçırdı.
- Gözlerimin içine bak,- yüksek sesle bağırmıştı Elena. Jeff şaşkınlıkla onun istediğini yaptıktan sonra daha da sert ses tonuyla:
- Ama Emy öyle söylemiyor, sevgili arkadaşım.
- Emilynin doğru söylediğini nereden biliyoruz? Ben böyle bir şey olmadı diyorum. Kime inanırsanız inanın.
- Gözlerini kaçırarak konuşuyorsun Jeff. Sana inanmıyorum,- son sözleri özellikle vurgulamıştı. Brandon hiçbir şey söylemiyor, koltukta oturup onları seyrediyordu. Jeff korktuğunu belli etmemek için kurnaz yüz ifadesine büründü.
- Bunu kanıtlayabilir misin Elena?
- İşte. Allah kahretsin kanıtlayamam. Buraya gelip senden dürüstlük ummama sebep de bu. Kanıtlamayı başarsaydım bunu yapar mıydım sanıyorsun? İnkar edeceğini biliyordum,- hayal kırıklığıyla söyledi.
- Aynen. Sen kanıtlayana kadar böyle bir şeyin olduğunu inkar ediyorum. Kanıtlayamayacağını da biliyorum,- sinsilikle güldü.
Elena dudağını ısırdı, iki yumruğunu da sıktı.Çok kızgındı. Öfkesini durdurmayı başarmalıydı. Güçlükle yumruğunu açıp işaret parmağıyla Jeffin göğsüne tehdit eder gibi bir kaç kez vurdu.
- Kanıtlayacağım Jeff. Bunu kendim yapacağım. Beni hafife almamayı çoktan öğrenmiş olmalıydın. Bunun başını belaya sokacak bir şey olduğu açık ve sen bu belayla uğraşırken ben dışarıdan zevkle izleyeceğim. Bana yalan söylememeliydin Jeff Blackstone.
Biraz daha ileri giderse Elenanın sinir krizi geçireceğini anlayan Brandon ayağa kalktı. Elenanın kolundan tutup kendine doğru çekmeye çalıştı.
- Hadi şimdi gidelim Elena. Sakin olman gerek. Gel.
Sinirden titreyen Elenayı kolundan hafifçe çekerek kapıya doğru götürdü.
- Görüşmek üzere Jeff,- deyip kapıyı kapattı. Jeff salonun ortasında donakalmışken bir şey söyleyemedi.
Brandon Elenayı yola doğru götürdü.
- Az daha kalsaydık onu öldüre de bilirdin Elena.
Elena bir kaç kez derinden nefes aldı.
- Teşekkürler, Brandon. Evet kendimi kaybettim bir anlık. Ama en nefret ettiğim şey bana yalan söylenmesidir.
- Yalan söylediğine emin misin?
- Adımın Elena olduğu kadar.
- Acaba gizlediği şey ne?
- Şu an sorunu cevaplamayı çok isterdim. Ama çok üzgünüm yapamıyorum.
- Merak etme gerçekler saklanmayı bilmeyen şeyler.
- Evet. Sana da iş çıkardım. Benimle geldiğin için teşekkürler.
- Hop hop. Dur bakalım, yalnız nereye gidiyorsun? Beni yolladıktan sonra buraya geri dönmeyeceğine garanti veremem. Seni eve bırakacağım önce.
Elena şaşkınlıkla ellerini önünde hızla salladı.
- Hayır bak söz gelmem. Ben yalnız giderim, hiç gerek yok.
- İtiraz istemiyorum. Seninle geleceğim. Düş önüme hadi.
- Teşekkür ederim.
Saat daha 5 olmasına rağmen şubat ayı olduğu için gökyüzü iyice kararmaya başlamıştı. Yolu yarıya varmıştılar ki Elena yürüdüklerinden beri aralarında olan sessizliği bozmaya çalıştı. Brandonla konuşmayı çok seviyor, söylediği her şeyi aklında tutuyordu.
- Neden sessizsin Brand?
Brandon ona doğru baktı ve yarım ağız güldü.
- Ne konuşalım?
- Katilin kim olduğunu düşündün mü hiç?
- Hayır, ama hep umud ettim. Aramızdan biri olmasın diye umud ettim. Biliyorum böyle bir şey gerçekleşemez ama umutlar mucizeleri gerçekleştirmek içindir. Sen düşündün mü hiç?
- Ben daha realist davranarak her kesin katil olma ihtimalini düşündüm. Ve sonuç - her kes olabilir, sen ve Eleanor dışında. Eleanor çikolatalara hiç dokunmadı ve sen.. sen de... sana sadece inanıyorum.
- Neden?
- Bilemiyorum. İradi olmayan düşüncelerim bunu yapıyor işte.
Elenanın evlerine ulaştılar. Brandon:
- Görüşürüz,- dedi gitmek isterken.
- Hayır orda dur bakalım. Hadi içeri gel.
- Yok ben gideyim. Hoşça...
- Mızmızlanmayı bırak. Hem babama anlatırken yardımcı olursun,- kolundan tutup içeri çekti onu.
- Peki.
İçeri girince salona doğru gittiler. Elena babasını salonda dün gece bıraktığı gibi buldu.
- Merhaba baba,- masanın baş kısmındakı sandalyede oturdu.
- Merhaba Len, nasılsın Brandon?
- Sağolun efendim,- dedi Brandon. Dün oturduğu sandalyeye geçti.Böylece Başmüfettiş Charlesle de yüz yüze oturmuş oldu.
- Siz ikiniz mi gittiniz Jeffe?
- Evet baba..
- Anlat.
Elena ve Brandon yardımlaşarak olanları her noktasına kadar anlattılar. Başmüfettiş Charles:
- Hmm.. biz bu konuda Emily'ye inanmalıyız sanırım,- dedi - çünkü Jeff bunu tamamen inkar etmiyor, kanıtlayana kadar inkar ediyor. Kanıtlamamızı istiyorsa biz de bir yolunu bulur, kanıtlarız.
Kendinden emin şekilde arkasına yaslandı.
- Baba parmak izlerini inceledin mi?
- Evet.
- Sonucu öğrenebilir miyim? Ama dur tahmin edeyim, hepsi bana ait çıktı değil mi?
- Ve Eleanora,- dedi Başmüfettiş Charles.
- Eleanor mu?,- Elena ve Brandon yüzlerindeki şaşkın ifadeyle anında göz göze geldiler.
- Ama Eleanor olamaz baba. Yani eldiveni olmayan iki kişi bizdik ama o hiç çikolata yemedi. Tabağa dokunmadı bile. Emin misin?
- Hiç olmadığım kadar.
Elena bir şey hatırlamış gibi:
- Dur bir saniye,- dedi - o çikolata mavi ambalajlı, üzeri bitter, içi de sütlü kremalı bir şey miydi?
- Evet dün de söylemiştim.
- Evet ama ambalajını söylememiştin mavi üzerinde de doğru hatırlıyorsam altın rengi yazılar vardı söylediğimin,- Elena titremeye başlayan ellerini bir birine kenetleyip masanın üzerinde sabitlemeğe çalıştı. Hem bir an önce babasının cevabını duymak istiyor, hem de duyacağı cevaptan çok korkuyordu. Kalbi bedeninde rally yarışlarına çıkmış gibiydi. Kalp atışlarını vücudunun her noktasında hissediyordu. Babasının cevap vermesini beklediği 5 saniye ona 5 gün gibi gelmişti.
- Evet o.
Ve bu cevapla Elena bayılacak gibi oldu. Buna engel olmayı başarıp gözlerini zor da olsa açık tuttu. Şimdi kalbinin ritmini birbirine kilitlediği parmaklarında hissedebiliyordu. Sanki yüreği kapattığı avuçlarındaymış gibi.
- Sen iyi misin Elena?,- Brandon bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkına vardı.
- Ahhh... Eğer dün Eleanora bir şey olsaydı kendimi asla affetmezdim,- dedi fısıldayarak gözlerini masadakı buz gibi olan ellerine dikerken.
- Dün az daha Richardın yerine Eleanor ölecekti. Ve bunun sorumlusu ben olacaktım,- gözlerinden yaşların akmasına engel olamıyordu. Öğrendiği şey onu yıkmıştı.
- Neler oluyor?,- sordu Başmüfettiş Charles kızının bu halinden korkmuş şekilde.
- Hiçbir fikrim yok,- diye ekledi Brandon.
- En iyisi ben anlatmaya çalışayım,- ağlaması hıçkırıklara dönüşmüştü. Yaşlar gözlerini örtmüş, görüş alanını bulanıklaştırmıştı. Ama bunun ardından bile Brandonun merakla parlayan siyah gözlerini göre biliyordu. Parmaklarını birbirinden ayırıp gözyaşlarını sildi elinin tersiyle. Başı dönüyordu ama bayılması için hiç uygun zaman değildi.
- Ben anlatınca sen de hatırlayacaksın Brand,- hıçkırarak söylediği için dedikleri boğuktu ve zor anlaşılıyordu - dün çikolata krizine girmemden bahsetmişdim ya baba, sonra çikolata tabağı için açılış yaptığımdan. Tabağa ilk ben dokundum. Bir kaç şekerlemeyi alıp yerine bıraktıktan sonra sevdiğimden bulmuştum. Bitterli. O tür çikolatanın az, yani 4 ya da 5 tane olduğunu sanıyorum. Onlardan birini elime aldım. Sonra sağında ve solumda oturmuş Layla ve Eleanor için de birer tane aldım. Layla çikolatayı aldı ve yedi. Eleanor da aldı. Ben yiyeceğini sanarken,- hıçkırarak derin bir nefes aldı - o "uyuşturucu kullanmam, çikolata uyuşturucu gibidir" deyip çikolatayı yerine bıraktı,- bu cümlesini söyleyince yüzünde mutlu bir gülümseme belirdi ve anında yok oldu.
- Elena, Eleanor çikolatayı kasten yememiş olabilir. İçinde ne olduğunu bildiğinden.
Elena hızla başını iki yana doğru salladı.
- Hayır hayır hayır. Eleanor hep öyledir. Her zamankı haraketiydi o. Benim ve Brandonun çikolata bağımlılığımıza takılır durur hep. Dün yaptığı farklı bir şey değildi.
Başmüfettiş Charles Brandona baktı. Brandon ilk ne söyleyeceğini bilemedi. Sonra anlamış olacak ki:
- Elena doğru söylüyor,- dedi.
Elena kendisini daha fazla tutamadı. Yüzünü elleriyle kapatıp bağırarak ağlamaya başladı. Ardından kafasını masaya gömüp boğuk hıçkırıklarla ağlıyordu.
- Bu olamaz, az daha Eleanoru kendi elimle öldürecektim. Belki bu gün Richardın değil de, Eleanorun.... Aman Tanrım, dilime bile getiremiyorum.
- Elena sakin ol kızım,- Başmüfettiş Charles ne yapacağını şaşırmıştı. O sırada Elenanın annesinin sesi duyuldu:
- Charles buraya gelir misin? Konuşmalıyız.
Başmüfettiş Charles tereddütle ayağa kalktı. Brandon başıyla kontrolün kendinde olmasını gösterdi.
- Şşşt, Elena bak sana ne söyleyeceğim.
Sandalyesini Elenanın yanına doğru çekti. Başmüfettiş Charles odadan ayrıldı.
- İlk önce başını kaldır ve lütfen ağlama. Sabah bunu sen söylemiştin bana.
Elena bu komutu bekliyormuş gibi anında doğruldu ve gözyaşlarını kesti. Aslında hisleri bu sözleri bu sesden bekliyordu.
- Ben böyle bir şeyi Eleanora anlatamam.
- Anlatmayız o zaman. Söz ben de söylemem.
- Ben... ben hiç anlatamadığım kadar üzgünüm Brandon.
- Elena bir düşünsene zehirli çikolata Eleanor eline alıp bıraktığı değil de, sen ya da Layla yediği olsaydı?
Elena tekrar ağlamaya başladı.
- Ben bunu ağlaman için söylemedim Elena. Sen paranoyak ya da dramatik biri değilsin. Kendin de söylediğin gibi realist düşün. Evet dün gece hepimiz ölümün kıyısından döndük. Eleanor belki ölüm denizine bizden daha yakındı ama sonuca bak, denizde boğulan Richard oldu.
Elena ağlamayı tamamen kesmişti. Çok daha sakin sesle:
- Brandon, biliyorum belki bu bencillik, acımasızlık, kötü biri olmak ama ben dün Richardın öldüğüne o kadar seviniyorum ki şu an.
- Hiç biri değil. Değer verdiğin insanları kaybetmek korkusu.
- Brandon çok teşekkür ederim. Şimdi kendimi çok daha iyi hissediyorum.
İkisi de ayağa kalktılar.
- Buna sevindim. Eğer görevimi başarmışsam ben kaçayım artık,- gülümseyerek söyledi Brandon.
- Evet başardın,- Elena da güldü - böyle bir görevin olmamasına rağmen. Ben seni geçireyim.
Koridorda salona doğru gelen Elenanın ailesiyle karşılaştılar. Annesi:
- İyi misin Elena gözlerin kıpkırmızı,- dedi endişeyle.
- Az önce değildim ama şimdi iyiyim. Brandonu uğurluyacaktım.
Brandon onun yanından ayrılıp kapının önünde ayakkabılarını giyiyordu. Elena annesini ve babasını baştan aşağı süzdü.
- Neden giyindiniz, siz nereye?
Annesi:
- Teyzem kalp krizi geçirdi Len,- dedi üzülerek.
- Durumu nasıl?
- Kritik. Biz bu gece evde olmayacağız.
Onlar da kapıya doğru gittiler. Elena tekrar teşekkür edip Brandonu uğurladı. Ardından sıra ailesine geldi.
- Larissa odasında, Esther de arkadaşlarıyla dışarıya çıktı. Okuldan gelip bir şey yemedin. Yemeğiniz mikrodalgada. Paylaşırsınız Larissayla. O iki yaramaz sana emanet. Yarın öğlen gibi döneriz biz. Görüşürüz. Bir şey olursa ara.
Sonunda onları da uğurlayan Elena içinde bir boşluk hissetti. Bu seferki duygusal bir boşluk değildi. Midesi boştu. Garip sesler çıkarıyordu. Kendi kendine gülerek üst kata çıkıp Larissanın odasının kapısını tıklattı.
- Gir.
Kapıyı açtı. İçeri girmeden yoga yapmaya çalışan kardeşini süzdü.
- Annemler....
- Biliyorum, söylediler.
- O zaman yemekte baş başa olduğumuzu da biliyorsundur. 5 dakika içinde ellerini yıkayıp aşağı inmezsen bu gece aç yata bilirsin.
- İyi ki senin gibi annem yok.
- Geliyor musun?
- Tamam, 5 dakikaya aşağıdayım.
Elena kendi banyosunda ellerini yıkadıktan sonra mutfağa indi. Mikrodalgadan annesinin hazırladığı köfteleri çıkardı. Yarı böldü. Larissa da gelince birlikte yemeklerini yediler. Elena salona geçip kendini televizyonun önündeki tekli koltuğa attı. Televizyon izlemeye çalışsa da aklındakı sesli sorular programın sesini bastırdı. Televizyonu kapatıp ne yapacağını düşündü. Ve hayatında yapmadığı şeyi yapmaya karar verdi - temizlik.
Kısa sürede dağınık olan salonu pırıl pırıl yaptı. Toparlamak için mutfağa geçti. Burada pek yapacak iş yoktu. Bulaşıkları yıkayıp salona geri döndüğünde gözlerine inanamadı. Larissa koltuğun üzerindeki yastıkları yere atmış, televizyonda açtığı müzikle karaoke yapıyordu. Karaoke. Bu kelime ister istemez dün geceyi aklına getirdi. Brandonun şarkı söylemesini, o büyülü sesini hatırladı. Bir kaç saniye sonra kendine gelip küçük bir çığlık attı. Kumandayı alıp televizyonu kapattı.
- Ama ablaaa,- diye itiraz etti Larissa.
- 5 dakika önce buraları ter temiz yaptığımı hatırlıyorum. Hemen buralar toparlanacak küçük şeytan. Ben odamdayım, gelip kontrol edeceğim.
- Ama eğleniyordum.
- Dağıtmadan da eğlenebilirsin. Hadi şimdi.
Elena yorgun adımlarla odasına doğru giden merdivenleri tırmanmaya başladı. Yukarıda onu dağınıklık faciasının beklediğini biliyordu. Odaya gelip kapıyı kapattı. Yatağının üzerini toplarken gözü aynadakı kendisine kaydı. Asıl facia şimdi aynadan ona bakıyordu. Atkuyruğu saçı berbat şekilde dağılmıştı. Gözleri ağlamaktan şişmişti. Okula giydikleri hala üzerindeydi. Odayı toplamaktan vaz geçip kendisini toplamaya koyuldu. Pantolonunu çıkarıp lacivert kışlık taytını giydi, tişörtünün yerine de kırmızı salaş hırkasını üzerine geçirdi. Dağılmış saçlarını tokadan kurtarıp omuzlarına saldı ve taradı. Şimdi daha iyi göründüğüne karar verip çalışma masasını düzenlemeye başladı. Kapısının tıklandığını duydu.
- Abla telefonun çalıyor.
- Bak bakalım kimmiş elim dolu şu an.
Annesinin ya da Laylanın olacağını tahmin ediyordu.
- Eleanor.
Tamam işte bunu beklemiyordu. Eleanor şu saatte onu arıyordusa önemli bir sebebi olmalıydı. Elindeki kitapları yatağa fırlatıp kapıyı açtı. Larissa telefonu açmıştı:
- Evet burada şimdi veriyorum.
Elena hemen telefonu aldı.
- Eleanor?
- Elena nasılsın?,- sesi sakin ve huzur doluydu. Elena derin bir nefes aldı. Az daha kendisinin yalnışı yüzünden bu sesi duyamayacaktı şimdi. Düşüncelerini toparladı.
- İyiyim sen?
- Ben de iyiyim. Napıyorsun?
- İnanmayacaksın ama temizlik.
- Bu yüzden mi abinin evde olmadığını unuttun?
- Esther mi? Evet evde değil, arkadaşlarıyla olduğunu söyledi annem.
- Elena bir şey söyleyeceğim ama panik yapma.
- Böyle söylediğine göre panikleyecek bir şey. Hemen anlat.
- Esther şu an bizim evin önünden geçiyor ve sarhoş.
- Ne? Sarhoş mu? O şimdiye kadar içki içmedi.
- Ama şimdi içmiş. Ve hiç iyi görünmüyor. Sanırım yolun ortasında sızıp kalacak.
- Eleanor bana bir iyilik yapar mısın?
- Söyle.
- Onu buraya getir lütfen. Eğer ailen zorluk çıkarmazsa...
- Yalnızım evde. Tamam getiriyorum ama sanırım yalnız yapamam.
- Ben gelemem. Hem yol çok uzak, hem evde Larissayla ben varız. Onu yalnız bırakamam.
- Tamam getirmeye çalışacağım.
- Bir saniye bekle Eleanor, Laylayı arayacağım, duruma göre sonra seni ararım.
- Ben Estherin yanına gidiyorum.
- Tamam.
Elena hızla kapatıp Laylayı aradı. İkinci çalışta Layla telefonu açtı.
- Elena?
- Layla bu gece bizde kalacaksın. Telefonu annene ver.
- Ne saçmalıyon kızım sen? Bir şey mi içtin?
- Ben değil Esther içti, Eleanor onu buraya getiriyor ve senin ona yardım etmen lazım. Hemen aşağı in ve Eleanora yardım et. Telefonu annene ver ilk önce.
- Tamam veriyorum. Ama ne olduğunu anlamış değilim.
- Onları görünce anlarsın. Hadi çabuk ol.
- Al annemi.
- Bayan Muffins,- dedi sesini ağlamaklı yaparak - ben ben çok korkuyorum, annem, babam ve Esther evde yok. Ben Larissayla kaldım. Larissa hasta, uyuyor. Ben hiç yalnız kalmadım evde. Lütfen Layla buraya gelebilir mi? Bu gün benimle kalsın.
Laylanın annesi bir kaç soru sorduktan sonra gitmesine izin verdi. Elena bunu duyup hemen Eleanoru aradı.
- Layla geliyor.
- Tamam kapıdan çıktı, gördüm bile.
- Gelin, bekliyorum.
Elena salona inip cips yiyen Larissayı buldu.
- Salonda cips yemeni annem yasakladı sanıyordum?
- Annem burada değil ve bu kuralları geçmez anlamına geliyor.
- Sen şu küçük şeytanın diline bak. Saatin kaç olduğundan haberin var mı?
Kendisinin de haberinin olmadığını farkedince saate baktı.
- Saat tam 11. Hadi uyku zamanı.
- Değil.
Elena Larissayı kucağına aldı.
- Çırpınmayı kes. Ne diyosam o olacak,- onu odasına doğru götürdü - ayı gibisin maşallah. Yemeği kesmelisin.
Larissayı yatağına bırakıp arkasından kapıyı kilitledi. 10 dakika sonra kapı çaldı. Elena koşarak kapıyı açtı. Estheri görüp ağzı bir karış açık kaldı.
- Çekil içeri geçelim Elena.
Eleanorun sesiyle irkildi. Önlerinden çekilip Laylanın yanına geçti. Yukarıya kadar Estheri taşımaya yardım etti. Estheri kendi odası yerine kapısı ve ışığı açık olan Elenanın odasına götürdüler. Dilinin altında ne olduğu anlaşılamayan bir şeyler mırıldanıyordu Esther. Güçlükle yatağa oturtdular onu. Yatağın üzerinde sallanıyordu. Eleanor:
- Yatağına kusmasını istemiyorsan bence onu banyoya götürmeliyiz,-dedi.
- Hemen. Yardım et Eleanor,- geçip Estherin bir kolunu boynuna sardı. Eleanor da aynısını yaptı. Oradan ayrılacakken Elena Laylaya döndü.
- Mutfağa git, Esthere bir kahve hazırla. Bizim için de yap istersen. Sana da zahmet veriyorum.
- Zahmet falan yok. Senin için uykumdan bile vazgeçerim,- dedi samimiyetle.
Elena ve Eleanor Estheri zorlukla banyoya getirdiler. Esther içeri ayak basar basmaz kendini küvete doğru atıp kusmaya başladı.
- İnanamıyorum şu an küvetime kusuyor, bunun intikamını senden almayı bilirim.
Esther kusmayı bırakıp boş gözlerle küvetin içine bakmaya başladı. Eleanor duş başlığını eline alıp Estherin başının üzerine tuttu.
- Soğuk suyu aç Elena.
Elena dediğini yaptı.
- Bu onu az da olsa kendine getirecektir.
- Bu işde çok tecrübeli görünüyorsun.
- Sarhoşken ayılttığım ve kusmuğunu temizlediğim arkadaşlarım çok oldu. Özellikle kusmuğunu temizlediğim.
İkisi de sessiz şekilde gülümsediler. Esther küvetin başına yığılmaktan vazgeçip ayağa kalktı. Elenaya doğru gelip çenesini kavradı ve yüzünü okşamaya başladı.
- Layla,- dedi ağzında harfleri yuvarlayarak.
- Layla aşağıda kahve yapıyor,- söyledi Elena ama Eleanorun şaşkın yüzünü görünce her şey kafasına dank etti.
- Ne? Layla mı?,- Estherin yüzünde gezdirdiği elini eliyle itti.
- Sen.. sana inanamıyorum. Böyle bir şeyi benden nasıl gizlersin? Sen.. sen.. sana kelimeler bulamıyorum söylemeye.
- Abi kardeş sırılsıklam aşık,- dedi Eleanor ellerini göğsünde birleştirip kapıya yaslanmışken.
- Durumumuza yorum yapmana gerek yok Eleanor,- sonra kızgın şekilde Esthere döndü - sanırım artık kendin yürüyebilirsin.
Elena önde erkekler arkasında odasına geldiklerinde Layla kahveleri çoktan hazır etmiş yatağın kenarına bırakmıştı. Kendisi de kahvesi elinde yerde oturup onları bekliyordu. Gelenler yatakta ya da sandalyede oturmak yerine Laylanın yanında yere çöktüler. Eleanor, Esther, Layla, Elena sırasıyla halının üzerinde dizilmiştiler. Kahvelerini yudumluyorlardı. Elena:
- Siz olmasaydınız ne yapardım ben?,-dedi.
- Bulurdun yapacak bir şeyler,- diye cevapladı Layla.
- İkinize de teşekkür ederim. Eleanor sen de burada kal artık.
Elena Estherin ağzını kapatmak için başkasına ihtiyacı olduğunu biliyordu. Bu fikri gözleriyle Eleanora anlattı.
- Olabilir. Zaten evde de kimse yok.
- Şimdi iki kedi gözlü yakışıklı ve iki çirkin kız toplandık. Ne yapalım?
- Fantezi,- diye kendi fikrini ileri sürdü Eleanor - hazır Esther de...,- derken Elena hızla ayağa kalktı ve onun ağzını kapattı.
- Parlak fantezilerini kendine sakla lütfen.
Layla şüpheli bakışlarla onları süzdü.
- Siz benden bir şey saklıyorsunuz ama hadi hayırlısı.
- Yok bir şey,- diye ikisi de aynı anda cevapladı. O ara iç çekiş sesleri duyup odaya geldiklerinden bu yana konuşmayan Esthere baktılar. Sarhoşluğun etkisinden ağlıyordu.
- Seviyorum,- dedi fısıldayarak - ardından bağırdı - seviyorum, Allah kahretsin buna engel olamıyorum. O o kadar doğal ki, o o kadar güzel ki. Köpekler gibi aşığım.
Estherin böyle yapmasına Elena ve Layla da duygulanmıştı.
- Tipik sarhoşun acı çekişleri,- dedi Eleanor.
Layla:
- Kime aşık?,- diye sordu.
- Bilmiyorum.
Estherin hislerini açıklamak Elenaya düşmezdi. Eleanor da bir şey söylemedi.
- Onun saçları rüzgarla savruluyor ve ben bunu aklımdan çıkaramıyorum,- sayıklamaya devam ediyordu Esther. Elena eski yerine dönüp başını abisinin omzuna yasladı.
- Ben de aşığım Est. Buna biz hiç bir şey yapamayız. Kararları kalbimiz veriyor. Bunu sen söylemiştim bana. Biliyorum onu görünce tüm gökyüzü senin oluyor ama onun seni sevmediğini düşününce kendi gökyüzünün şimşekleri yakıyor kalbini. Biliyorum onu görünce seviniyorsun ama acı daha fazla oluyor.
Elena bunları söylerken Esther sessizce ağlamaya devam ediyordu. Laylaysa başını Elenanın omuzuna yaslamıştı. Eleanorsa öylece durup bakıyordu.
- İnanın kendimi sap gibi hissediyorum şu an.
- Öyle değil misin zaten?,- takılarak söyledi Elena.
- Hiç komik değil.
Elena yavaş yavaş uyuklamakta olan Laylaya döndü:
- Yerimi alır mısın lütfen? Estherin güvende olduğunu hissetmesine ihtiyacı var. Benim de birini saplıktan kurtarmam gerek.
- Tamam,- dedi Layla. Elena kalkınca başını Estherin omuzuna koydu ve anında uykuya daldı. Elena Eleanorun yanına geçti.
- Eh artık benim başımla idare edeceksin.
- Sonra da fantezi yapmam diyorsun.
- Bunu fantezi gibi anladıysan amma gerizekalısın,- kalbinin hızlı ritmleriyle kafasını onun sol omuzuna yasladı. Buradan Eleanorun kalbinin atışlarını duyabiliyordu. Kendisininkinden farklı olarak düzenli ve yavaş atıyordu. Başka sözle hissiz.
- Bilerek yaptın değil mi?
- Neyi?
- Bilerek yanıma geçtin. Onlar için.
- Evet, dikkatli arkadaşım.
- Dışardan bizi seyrederlerse hiç birimiz arkadaşmış gibi durmuyoruz.
- Doğru. Ama dışardan seyreden falan yok.
- Baksana nasıl da güzel uyuyorlar. Aşk güzel bir şey sanırım.
- Evet durmadan acı verse de çok güzel bir şey. Tatman lazım.
- Şu an tatmam gereken tek şey biraz uyku,- deyip gözlerini kapattı Eleanor. Elena da yavaş yavaş kendini uykuya bıraktı.

Elena gözlerini açıp saate baktı. 3-ü çeyrek geçiyordu. Başını kaldırıp omuzunda olduğu çocuğu seyretti. Uzun kiprikleri lamba ışığında gölgelendiğinden daha uzun gözüküyordu. Düz bir şerit halini almış dolgun dudakları kurumuştu. Nefes alıp verirken çıkardığı kedi sesine benzer sese Elena dayanamadı. Çok komikti. Gülümsedi. Bu çocuğu çok seviyordu ama bu aşk değildi. Artık sorusuna cevap bulmuştu. Estherin Laylaya duyduğu hisleri duymuyordu ona. Başını geri koyup uyumaya çalıştı. Ve bu zaman gelecek günler için plan yaptı beyninde. İlk planı Estheri mutlu etmekti. Esther Laylanın ismini sayıklarken hepsi rüyalarına kavuştular.

Sadece ölümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin