"Eylül, yeter!"
"Ya tamam, bir kere daha havuza bakalım söz daha fazla aramayacağım."
İkinci günümüzün sonundaydık, neredeyse akşam olmak üzereydi. Tam olmasa da iki gündür kızları peşime takmış otelin her yerinde onu arıyordum. O diyorum çünkü havuz başında gördükten sonra sadece bir kez daha görmüştüm, adını falan bilmiyordum. En azından emindim, hayal değildi.
Hoş, görsem de bir şey değişmeyecekti. Bende cesaret minimum utangaçlık maksimum olduğu için o bakışmadan sonra yüzüne bile tam bakamıyordum.
Mini kot şortumu, göbeği açık beyaz gömleğini ve altına topuklu ayakkabılarımı giymiştim sözde yemeğe gidiyorduk. Yüzümde porselen makyaj diyemeyeceğim ama hatırı sayılır makyaj vardı, saçlar dümdüz, kağıt gibi. Duştan sonra saatlerce bunun için ugraşmıştım, olsun o kadar. İnsanları böyle görünce 'Otel burası, bu ne hal?' diye geçirirdim içimden, şimdi anlayabiliyorum bunun sebebini. Saçım topuz, pijamalarla gezen biriydim ben otelde.
"Allah, gördüm! Kızlar koşun!" dediğimde çoktan koşmaya başlamıştım. İki kez görmeme rağmen yürüyüşünden tanıyabiliyordum onu. İşte aşk böyle bir şeydi... Şakaydı, tamam vurmayın. Aşk değildi, henüz.
Umursamazca yürürken benden habersizdi. Yanından geçerken ona dönüp bakan kızları aklıma not ettim merak etmeyin, daha sonra severek ilgileneceğim onlarla. Şimdi düşünüyorum da aynı şeyi kızlarla bizde yapıyorduk. Allah'ım tövbe, bir daha yapmayacağım yeter ki ona bakmasınlar.
Yokuş aşağı bu ayakkabılarla koşmak işimi yeterince zorlaştırmıyormuş gibi bir de ses çıkarıp fark edilmemeye çalışıyordum.
"Eylül, bekle!"
"Kızım dur bir!"
"Eylül!"
"Düşe--"
Sevgili(!) arkadaşlarıma dönüp baktığımda durmak aklıma gelseydi keşke. Su daha lafını tamamlayamadan ayağımı burkup yerle bulunmuştum. Hayır, bu kadar değil. Yokuş olduğu için yokuş aşağıya yuvarlanıyordum. Bir top düşünelim, yokuş aşağıya bırakıyorsunuz ve o yuvarlana yuvarlana gidiyor. Bir de Eylül düşünün, topun yerinde.
Yemin ederim boşuna koşmuşum. Böyle daha hızlı, bilseydim başından yuvarlardım kendimi. Hadi az bir mesafe kaldı, biraz daha yuvarlandım mı tamam. Kızların çığlıklarını duyabiliyordum, canım acıyor ama korkmayın fazla bir şey yok. Yanından geçerken şaşkınlıkla durup bana baktığını gördüm -hala yuvarlanmaya devam ediyorum-. El sallamak geçmedi değil aklımdan ama buna zamanım olmadı. Şaşkın hali de ayrı tatlı oluyormuş be!
Nihayet durduğumda ne halde olduğumu merak ediyordum, başım dönüyordu, çok fazla.
Bana uzatılan elle bakışlarımı önce karşıya çevirdiğimde, kızlar hala koşuyorlardı. Dehşetle elin sahibine bakmak istediğimde üç çift meraklı ve şaşkın gözle karşılaştım. Bana elini uzatan oydu ve yüz ifadesi çok ciddiydi. Yanındaki iki arkadaşı gülmemek için kendilerini zor tutuyorlardı, açıkça belliydi. Sizi de gözüme kestirdim, bizim kızlardan ikisine yapacağım, neyse bunu sonra da düşünebilirim.
Dayanamayarak kahkahayı bastığımda iki çocuğum güldüğünü görebiliyordum, kızlardan bahsetmiyorum bile. Bizim aramızda şöyle bir kural vardı, düşüne gülerdik. Mecaz anlamda değil canım, bildiğiniz düşmek. O ise sadece tebessüm ediyordu, canım benim nasıl düşünceli. Ama öyle gözümün içine içine bakma zaten rezil olmuşum daha da kötü hissediyorum.
"Çok yakışıklısın be!"
Şaşkınlıkla bana baktığını gördüğümde sesli konuştuğumu anlamıştım. En iyisi düşmemi bahane edeyim evet, evet.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eylül Akşamı
ChickLitHayatında garip şekilde umutsuzlukları ve mutsuzlukları olan güzeller güzeli bir kız ve çocukluğundan onun omuzlarına binen gereksiz ve saçma sorumluluklar... Hayata kızgın, dünyaya kızgın ama bunu hiçbir zaman belli etmeyen, gülüşüyle insanların iç...