Bölüm 4

324 24 4
                                    

"İyi günler Mesut Bey, başarılar." Mesut gittikten sonra ben de arabama binebilmiştim. Arabaya uzun süredir binmediğimden içi biraz havasız kalmıştı. Camları açtıktan sonra arabayı çalıştırdım ve uzun süredir suskun kalan motor "Neden beni bu kadar zamandır çalıştırmadın?" der gibi kükremeye başladı. Garajdan çıktığımda saat henüz üç buçuktu ve bu saatte köprü trafiğinin az olmasını umut ederek akan trafiğe katıldım. Köprü biraz yoğun olsa da trafik yine de akıyordu. Kırk dakika süren bir yolculuğun ardından Kızıltoprak'a varmıştım. Cemil Topuzlu caddesi üzerinden Bostancı yönüne doğru arabamı sürüyordum. Buraları çocukluğumdan beridir çok severim. Teyzemin Caddebostan'daki evinde çok güzel yaz günleri geçirmişizdir. İnsan çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği yerlerle farklı bir bağ kurarmış gibime geliyor. Buralara geldiğim zaman içimi hep bir huzur ve mutluluk kaplar. Çocukluğun o dertsiz tasasız günlerine dönmüş gibi hissederim. Teyzem öleli iki sene oldu. Onun evinde şimdi oğlu Selçuk abi oturuyor, onu da uzun zamandır görmüyordum. İşleri yoluna koyduktan sonra bir ara onlara da uğramayı aklımın bir köşesine not ettikten sonra yoluma devam ettim. Arabayı Erenköy civarındaki bir otoparka bıraktıktan sonra caddeye çıkmıştım. Her yer cıvıl cıvıldı. Şaşkınbakkal'a kadar yürümüş ve yolda birkaç mağazaya uğrayıp fırsattan istifade kendime bir iki gömlek ve bir tane de pantolon almıştım. Erenköy'e doğru geri dönerken henüz vaktim olduğunu görüp cadde üzerindeki kafelerden birine oturup biraz zaman geçirmeye karar verdim. Masadaki gazeteleri okuyup biraz zaman geçirdikten sonra telefonum çalmaya başladı. İnşallah işten aramıyorlardır diyerek telefonu elime aldığımda ekranda Rafet yazdığını görüp rahatlamıştım. Rafet amcamın oğluydu ve büyük bir reklam ajansı vardı. Rafet'le lisenin son senesini beraber okuduk yani bu akşam ki yemeğe o da geliyordu.

"Taho neredesin oğlum ya?" hayatta bana "Taho" diye hitap eden tek insan Rafet'di. Ben tek isimle bile hitap edilmesini sevmezken bu herif Taho deyip işin içinden çıkıyordu. Gençlik yıllarından beri öyle dediği için bu saatten sonra değiştirme imkanı da yoktu. Gerçi ben de alışmıştım artık hatta bazen bu kadar resmiyetin içinde samimiyetiyle iyi bile geliyordu.

"Bağdat caddesinde bir kafede oturuyorum."

"Bana niye haber vermedin oğlum? Ben de seni kaçta alayım diye aramıştım." Rafet benim araba kullanmayı sevmediğimi bildiği için yemeğe beraber gideceğimizi düşünmüştü. Bugün kendime izin vermeseydim büyük ihtimalle de öyle olacaktı.

"Bugün kendime izin verdim. Uzun zamandır da bu taraflara gelmiyordum, biraz erken gelip dolaşayım istedim."

"Yoksa ince işler peşinde misin lan?" Rafet kadar rahat bir adam hayatımda görmemiştim. Biraz onun gibi olabilmeyi çok isterdim.

"Yine başladın saçmalamaya, çıkıyor musun sen?"

"Çıkarım şimdi yoksa iş çıkışına kalırsam üç saate gelemem."

"Doğru, ben gelirken bile biraz trafik vardı. Neyse hadi görüşürüz."

"Görüşürüz. Ha, bir şey getirmeye gerek var mı acaba?" Naşit'in mükellef bir sofra hazırlattığına emindim ama Rafet'in iş yerinin yakınlarında bulunan bir mezeci aklıma gelmişti.

"Aslında gerek yok ama sen sorunca aklıma geldi, sizin oradaki mezeciden bir iki çeşit alırsan iyi olur."

"İyi hatırlattın vallahi, tamam ben oraya uğrayıp gelirim." Telefonu kapatıp masaya koyduktan sonra tam karşımda takım elbiseli kelli felli bir adamın karşımda durmuş bana baktığını fark ettim. Adam beni tanıyor gibiydi ama ben onu bir türlü çıkaramamıştım.

"Tahir Kemal, sensin değil mi?" Adam beni tanımış ve gülümseyerek masama gelmişti ama ben onu hala tanıyamamıştım.

"Benim ama sizi çıkaramadım."

"Tanıyamamakta haklısın, sen hiç değişmemişsin ama ben epey bir değiştim. Sana küçük bir ip ucu vereyim. Sene seksen dört, hukuk fakültesinin kantininde üç kişi beni sıkıştırmıştı ama sen yetişip bana yardım etmiştin." Olay hemen gözümün önünde canlanmıştı. Kantinde üç kişi bizim sınıftan birini sıkıştırmıştı. Okulda da kimse kalmamış ben de kantine orada unuttuğum atkımı almak için dönmüştüm. Epey sıkı bir kavga olmuştu ama o üç kişiye derslerini vermiştik.

"Uğur, yoksa sen misin?" Üniversitede babamın isteğiyle hukuk okumuş fakat mezun olduktan sonra hiç avukatlık yapmamış ve polis olma hayalimi gerçekleştirmiştim. Hukuk okuduğum için hiçbir zaman pişman olmamıştım zira aldığım eğitim bana farklı bir bakış açısı kazandırmış ve başarılı bir polis olmamı sağlamıştı. Uğur da hukuk fakültesinden arkadaşımdı ve kılık kıyafetinden anlaşıldığı kadarıyla çok başarılı bir avukat olmuştu.

"Tam üstüne bastın. Vay be Tahir Kemal, ofisim şu karşı apartmanda, dışarıya bakarken seni gördüm. Nasıl olduysa oldu o kadar uzaktan görür görmez tanıdım seni."

"Bravo doğrusu ben seni tam karşımda dururken bile tanıyamadım. Ama ne yapayım birader sen de bambaşka bir insan olmuşsun." Uğur gerçekten de inanılmaz değişmişti. Ben onu tanıdığımda uzun saçları vardı ve çok zayıftı. Hatta arkadaşlar arasında ona "İskelet" diye lakap taktığımızı hatırlıyorum. Ama karşımda duran bu adam saçlarının büyük kısmı dökülmüş kalanlarında hepsi bembeyaz olmuş, iri yarı bir adamdı. Bir de sanırım burnuna küçük bir estetik müdahale yapılmıştı.

"Öyle, hayat bana sana davrandığı kadar nazik davranmadı." Uğur böyle söylüyordu ama suratındaki kocaman gülümsemeyle hayatından memnun olduğunu belli ediyordu.

"Bizim de ruhumuz yaşlandı be Uğur, emin ol vücudun yaşlanmasından bin beter." Aslında ruhumda pek yaşlanmamıştı ama böyle söylememin Uğur'un hoşuna gideceğini düşünmüştüm.

"Özlemişim seni Tahir Kemal, vaktin varsa ofisime gel birer kahve içelim. Hem de iki laf ederiz. Çok önemli bir telefon beklemesem burada oturalım derdim."

Saatime baktığımda bir saatim daha olduğunu görmüştüm. Uğur'un ofisinde biraz oturup sohbet etmek fena fikir değildi.

"Biraz vaktim var. İyi olur." Uğur'la beraber ışıklardan karşıya geçip Uğur'un ofisinin bulunduğu binaya girmiştik. Uğur'un ofisi ikinci kattaydı. İçeri girdiğimizde son derece lüks döşenmiş bir ofisle karşılaşmıştım. Uğur, sekreterine iki tane okkalı Türk kahvesi söylemiş ve odasına geçmiştik. Uğur'un odası son derece zevkli döşenmişti.

"Ofisin çok şık Uğur, işler yolunda sanırım?"

"İşler yolunda, ilk seneler epey sıkıntı çektik ama biliyorsun bizim meslekte en büyük sermaye tecrübedir. Zamanla işler büyüdü. Ofisin şıklığına gelince, o işle eşim ilgilendi. Kendisi iç mimardır. En küçük detayı bile o belirledi."

"Profesyonel bir elin değdiği belli oluyor. Anlat bakalım Uğur, şu kısıtlı vaktimizde, görüşmediğimiz neredeyse otuz yılda neler olmuş bir öğrenelim." İş alışkanlığından olsa gerek sorumu sanki bir sorguya başlarmış gibi sormuştum.

"Avukatım gelmeden tek kelime etmem." Benim sorguya başlar gibi sorduğum soruya Uğur da gülümseyerek esprili bir cevap vermişti.

"Kusura bakma Uğur meslek alışkanlığı işte"

"Ne kusuru Tahir Kemal, aramızda şakalaşıyoruz." Uğur'la yaklaşık kırk dakika boyunca güzel bir sohbet etmiştik. Uğur'un ofisinden ayrılırken sıkıca sarılıp bundan sonra görüşmemizi tesadüflere bırakmamak üzere sözleşmiştik.

GERÇEĞİN PEŞİNDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin