Bölüm 5

260 20 2
                                    

Ofisten çıktığımda artık arabamı park ettiğim yerden alıp Naşit'in evine yollanmanın vakti gelmişti. Zevkli bir yürüyüşten sonra otopark görevlisine ücretini verip arabamı aldım. Bağdat caddesi boyunca arabamla ilerlerken caddeden geçen pek çok son model lüks araca değil de benim arabama insanların dönüp bakması hoşuma gidiyordu. On dakikalık bir yolculuğun ardından Naşit'in Fenerbahçe'de çok az sayıda kalmış müstakil evlerden biri olan evine gelmiştim. Naşit'in garajı iki araba alıyordu. Erken gelmenin avantajını kullanarak arabamı hemen Naşit'in arabasının yanına park edip arabadan indim. Naşit beni görünce hemen bahçe kapısından dışarı çıkmış yanıma geliyordu. Yüzündeki kocaman gülümsemenin yanı sıra üzerinde sanki bir tedirginlik vardı. Bunun üzerinde durmayıp suçu mesleki deformasyona atmak daha kolayıma gelmişti.

"Hoş geldin Tahir Kemal, doğrusu ilk senin geleceğini pek sanmıyordum."

"Bugünü kendime izin verdim Naşit, nasılsın bakalım?"

"İyilik sağlık, ne olsun. İçeri mi geçelim yoksa bahçede mi oturalım?" Naşit'in bahçesi çok güzeldi. Bu güzel havada böylesine güzel bir bahçeyi bırakıp içeri girmek pek de mantıklı değildi.

"Bahçede oturalım. Ama yardıma ihtiyacın varsa içeri de geçebiliriz."

"Yok, her şey hazır. Ben birer içki alıp geliyorum. Sen keyfine bak." Naşit içeri girdikten sonra rahat koltuklardan birine kendimi bırakıp gözlerimi kapadım. Etrafın sessizliği çok hoşuma gitmişti. Bir an belki benim de böyle huzurlu bir eve ihtiyacım vardır diye düşündüm. Kısa bir süre sonra Naşit elinde birer bardak viski ile gelmişti.

"İçkiler de hazır. Bakalım beğenecek misin?" Naşit böyle söylediğine göre elimde tuttuğum viski oldukça kaliteli olmalıydı. Renginden ve kokusundan bile bu belli oluyordu. Bir yudum aldıktan sonra Naşit'e döndüm.

"Bu şişeyi kimseye göstermeden paketleyip bana veriyorsun Naşit." Arada sırada kaliteli bir bardak viski içmeyi severdim ve Naşit'in getirdiği bu viskinin kalitesi tartışılmazdı.

"Merak etme senin açılmamış şişeni paketledim. İstersen kimse gelmemişken getireyim de arabana koy. Sonra diğerleri kıskanmasın."

"Doğrusu iyi olur. Diğerlerini bilmem ama Mahir'le Rafet biz de isteriz diye tutturabilir." Naşit hemen içeri geçmiş ve kısa bir süre sonra elinde bir torbayla geri gelmişti. Torbayı ondan alıp hemen arabaya koymuştum.

"Bak işte erken gelmenin faydaları, şimdi anlat bakalım nasıl gidiyor işler?"

"Aslında güzel olan bizim yapacak hiçbir iş olmadan boş boş büroda oturmamız ama ne yazık ki işlerim çok yoğun. Bir haftadır eve bile uğrayamadım."

"Zor işler, bu memlekette manyak bitmez ki kardeşim. Millet incir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerle birbirini öldürüyor."

"Ne yazık ki öyle, neyse bırakalım bu tatsız muhabbetleri, senden ne haber?"

"Ne olsun be oğlum, aynı işler, doğrusu sıkıldım bu işlerden, artık emekli olsam diyorum" Naşit gibi bir iş koliğin böyle konuşması pek de normal değildi. Naşit'in bir derdi olduğu kesindi.

"Senin bir derdin mi var Naşit, hazır kimse yokken anlat istersen." Naşit bana dönmüş bir şeyler söylemeye hazırlanırken Rafet'in sesiyle dikkatimiz dağıldı.

"Öyle ciddi ciddi ne konuşuyorsunuz lan?" Rafet'in gelişiyle Naşit'le konuşmamız yarım kalmıştı. Naşit sonra konuşuruz diyerek ayağa kalkmış ve Rafet'i karşılamak üzere kapıya yönelmişti.

"Hoş geldin Rafet, neler getirmişsin böyle oğlum?" Rafet konuştuğumuz gibi mezeciye uğramış ve iki koca torbayla gelmişti.

"Bilirim Naşit senin sofran eksiksiz olur ama bizim orada çok iyi bir mezeci var. Biraz bir şeyler alayım dedim."

"İyi yapmışsın, hadi geç otur. Ben de şunları bırakıp geliyorum."

Naşit, Rafet'in getirdiklerini bırakmak için içeri giderken Rafet de yanıma gelmişti. Rafet'le telefonla sık sık konuşurduk ama neredeyse on beş gündür bir araya gelmemiştik. Sıkıca sarılmasından beni özlediği anlaşılıyordu.

"Şükür kavuşturana Taho, ne biçim adamsın be, evlerimiz arası on beş dakikalık yol ama on beş gündür görüşemiyoruz."

"Bizim yine iyi oğlum, birbirleriyle on beş yıldır görüşmeyen akrabalar var. Bir de diğerlerinin yanında bana "Taho" deme sonra onlar da öyle demeye başlıyorlar." Rafet sinsice gülümsüyordu ama bunu beni sinirlendirmek için yaptığını biliyordum. Diğerlerinin yanında bana Taho demeyeceğinden emindim.

"Ne konuşuyordunuz ben geldiğimde?"

"Naşit'in bir derdi var gibi, onu anlat diyordum ki harika zamanlamanla sen geldin."

"Ne derdi olur ki Naşit'in?"

"İşle ilgili bir şey sanırım. Neyse sus şimdi Naşit geliyor." Biz konuşurken Naşit bir elinde Rafet'in içkisi diğer elinde de bir kase karışık çerezle gelmişti.

"Getirdiğin mezeler harikaya benziyor Rafet." Rafet'ten önce ben söze girmiştim.

"Arada sırada ben de oradan meze alıyorum. Bütün ürünleri çok lezzetli oluyor."

Bahçedeki koltuklarımıza oturup içkilerimizi içip sohbet ederken bir saat içinde sırasıyla Mahir, Ziya, Asaf, Kemal ve en sonunda Mümtaz aramıza katılmıştı. Mümtaz bir ameliyatı olduğunu o yüzden geç kaldığını söyleyince mazeretini kabul etmiştik. Kadro tamamlanıp hava da kararınca salondaki masaya geçme vakti gelmişti.

"Buyurun içeri geçelim." Naşit'in sözleriyle hepimiz oturduğumuz koltuklardan kalkmış ve içeri yönelmiştik. Naşit'in salonu ailesinden kalma antikalarla doluydu. Evin diğer bölümlerinde değişiklikler vardı ama salon kırk sene önce nasılsa şimdi de öyleydi.

"Naşit bu salona geldiğimde zaman makinesiyle geçmişe yolculuk yapmış gibi hissediyorum." Mahir'in bu sözlerine katılmamak mümkün değildi. Türkiye'nin en önemli oyuncularından biri olan Kemal'in de evle ilgili söyleyeceği bir şeyler vardı.

"Naşit biz bu yaz bir dönem filmi çekeceğiz, aslında senin ev tam aradığımız gibi bir yer. Ne dersin? On beş günde iş biter. İyi de para alırsın." Naşit'in bu işe yanaşmayacağını masadaki herkes biliyordu ama Kemal yine de şansını denemişti.

"Tam adamını buldun Kemal, Naşit evini filmcilere kiraya verecek ha? Bu kıyamet alametlerinden birisi sayılır yahu."

"Öyle deme Ziya, bu Türk sinemasına bir hizmettir. O evini vermese, diğeri vermese bu filmler nasıl çekilecek, sinemamız nasıl büyüyecek?"

"Oğlum bir kere bizim memlekette öyle filmler tutmuyor. İki sene önce yine bir dönem filmi çekmiştin, kaç kişi seyretti filmi, on bin kişi mi on beş bin kişi mi? Sen yine şu geçenlerde oynadığın sulu komedilerden birinde oyna üç milyon gişe garanti olur." Mahir'in yine sivri dilli köşe yazarı tarafı ortaya çıkmış, Kemal'i sinirlendirmek pahasına aklındakileri takır takır söylemişti.

"Biz para için doğru bildiklerimizden şaşmayız Mahir, o filmler az seyredilse bile bundan elli sene sonra da kıymetleri bilinip seyredilecekler ama bazı filmler değil elli sene beş sene sonra bile hatırlanmayacaklar." Bu konuşma tehlikeli taraflara gidiyordu araya girip konuyu değiştirmezsem kavga çıkması kaçınılmazdı.

"Neyse boş verin bunları, geçen gün kimi gördüm dersiniz?" bu sorum dikkatleri bana çekmiş ve Mahir'le Kemal'in kavga edeceğini anlayan diğer arkadaşlarım da konunun değişmesi için benim söylediklerime büyük bir ilgiyle yaklaşmışlardı.

"Kimi gördün?" Aslında geçen gün birini gördüğüm falan yoktu ama bir anda öyle deyivermiştim. Kısa bir süre düşününce iki ay önce Beşiktaş'ta rastladığım bir lise arkadaşım aklıma geldi ve çok da özelliği olmayan bu karşılaşmayı abartarak anlatmaya başladım. Bundan sonrası kolaydı. Eski günlerden bir konu açıldığı zaman kimsenin anlatacak hikayesi bitmezdi.

GERÇEĞİN PEŞİNDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin