6.Bölüm

43 3 0
                                    

"Bu kitabın bir eşini, daha yarım saat kadar önce, havaalanına beni uğurlamaya gelen, erkek arkadaşım bana hediye etmişti. "Yolda okursun" diyerek. Şu an çantamda."

Böyle bir tesadüf karşısındaki şaşkınlığını; olgunluğunu, o dakikaya kadar her tavrıyla yansıtan adam da gizleyemedi. Zeynep'in ise ela gözleri ışıl ışıl yanmakta, biçimli dudakları ve ağzı bir karış açık, bir türlü normale dönememekteydi.

Adam, yine kendisini daha çabuk toparladı ve biraz önceki güvenli sakinliği ile konuşmaya başladı:

"Görebilir miyim kitabınızı?"

Zeynep, adeta hipnoz edilmiş gibiydi ve bir an bile düşünmeden denileni yaptı. Çantasından kitabı çıkardı ve adama verdi.

"Evet, sizinki daha yeni basım. Benimkisi, gördüğünüz gibi oldukça yıprandı. Bunu, hiç yanımdan ayırmam da."

Konuşamıyor, nefes bile alamıyordu Zeynep. Ama soran gözleri "neden hiç yanından ayırmadığı" sorusunu o kadar net ifade ediyorlardı ki adamın bunu anlaması hiç de zor olmadı. Ancak bu soruyu cevaplamak yerine biraz önce yarım kalan cümlesini tamamlamayı tercih etti:

"Bu kitap der ki: 'Gözümüzün önünde büyük hazineler olduğu zaman asla görmeyiz onları. Peki neden bilir misin? Çünkü insanlar hazineye inanmazlar.' İşte güzel bayan, ben de hayatım boyunca, gözümün önünde duran hazineleri keşfetmek için çabaladım durdum. Ve, sizin içinizde yanan ışıltıyı hissetmem, o kısacık zaman diliminde bile benim için, inanın hiç de zor olmadı."

Zeynep bu sözler karşısında, hayatında şu ana dek hiç hissetmediği duyguları yaşamaktaydı. Hiç dokunmadığı salatasını masanın en ucuna itti, kuruyan dilini ve damağını ıslatmak adına şarabından bir yudum içti ve sevip-sevmediğine bir türlü karar veremediği, ne istediğini bilemediği, sırf O'nun ilgisinden kurtulmak için uzunca bir süre Almanya'ya, bir kız arkadaşının yanına kaçtığı; erkek arkadaşı Harun'un, havaalanında ayrılırlarken, alelacele eline tutuşturduğu kitabı karıştırmaya, adeta onu okşamaya başladı. Uyuşmuş beyni ve yorgun yüreği müthiş bir med-cezir yaşıyordu.

Adam, son derece nazik tavırlarla, kendisine de bir kırmızı şarap sipariş etti. Bir dakika geçmeden masasına servis edilen şarabını yudumlarken, yeniden konuşmaya başlamıştı. Zeynep ise inanmış bir mürit gibi, adamın ağzından çıkacak her sözü, büyük bir merak ve ilgiyle beklemekteydi:

"İnsanlık tarihinin en eski içkilerinden birisidir bu şarap. Bazı inanç sistemleri yasaklamış, bazılarıysa karışmamıştır, üzümün bu en karakteristik haline. Çantanızdaki kitap der ki Hanımefendi: 'Kötülük, insanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük, oradan çıkandadır.'"

Bunu da mı bu incecik kitap söylüyor dercesine bir bakış fırlattı ela gözleriyle, Zeynep. Artık tamamıyla kontrolden çıkmış olan yüreği ve beyni, yanındaki tanımadığı adamın rüzgarı ne yönden eserse, ters tarafına eğilip kalan olgun bir başak misali sallanıp durmaktaydı. Sanki cevap alamamaktan korkarcasına, en tedirgin haliyle sordu:

"Kimsiniz Beyefendi siz, nasıl bu kadar benliğime seslenebiliyorsunuz? Oyun mu oynuyorsunuz yoksa benimle? Hadi söyleyin bana, lütfen hadi."

ARARKEN YİTİRMEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin