Adam, seri hareketlerle kitabın sayfalarını karıştırıyordu. Ve, sarı fosforlu kalemle üzerini çizdiği, kısacık cümleyi bulduğunda, çocuk gibi sevindi:
"İşte buyurun Zeynep Hanım. Siz kendiniz okuyun lütfen."
Zeynep'in merakla okuduğu satırlarda "insan, sevdiği için sever; aşkın hiçbir gerekçesi yoktur" yazmaktaydı. Ne söyleyeceğini bilemedi. Aylardır, aşık olup-olmadığının, aşıksa gerekçelerinin, değilse sebeplerinin kaosu içinde çırpınıp durmakta olan yüreği, hiç böylesine yalın ve duru düşünmemiş ve hissetmemişti. Acaba, Harun da bu kitabı okumuş muydu? Yoksa, O, kendisini bu şekilde mi seviyordu?
Yüreği dalgalandı, beyni hiç hissetmediği kadar karmaşık bir hengamenin içinde, uyuşmaktaydı. Yanındaki adam, kendi ismini nereden ve nasıl bildiğini sormaya dahi cesaret edemediği bu yabancı, zaten karmakarışık olan hayatını, iyice içinden çıkılmaz bir hale dönüştürmekteydi galiba.
Önce Almanca ardından da İngilizce yapılan kabin içi anonsu; uçağın, iniş için alçalmaya başlayacağını, koltukların dik, masaların kapalı, emniyet kemerlerinin de takılı konuma getirilmesi gerektiğini bildirmekteydi. Zeynep'in içi cız etti. Peki şimdi ne olacaktı? Zaten yüzlerce soru işareti ile dolu olan fırtınalı benliğini, harman yeri gibi atan bu adam, "hoşçakalın" deyip kendisine, çekip gidecek miydi?
Adam kitabı; yıpranmış kapağını kapatıp, yanına oturduğu andan beri ilk defa elinden bırakarak, önündeki koltuğun, körüklü cebine koydu. Derin bir nefes aldı ve o aynı nefesi tekrar verirken konuşmaya başladı, yine sessiz, yine sakin, yine emin ve güvenli:
"Unutma ki Zeynep, yüreğin, hazinenin bulunduğu yerdedir. Yüreğinin sesini, iç çekişlerini ve hıçkırıklarını dinle. O sedaya, kulaklarını hiç ama hiç tıkama. Yüreğin nerede ise hazinen oradadır."
Beni çok seviyor, beni çok istiyor diye düşündü bir an için Zeynep. Ağzı aralık olan çantasının içinden, Harun'un fotoğrafı görünüyordu yarım yamalak. O'ndan kaçmak için gelmişti buraya ama sanki O'na kaçtığını hissetmeye başlamıştı. Harun da hep derdi ki:
"Yüreğinin sesini dinle Zeynep'im. Çevrendeki saçma-sapan insanlardan ve beyninin ürettiği anlamsız şüphelerden
koru yüreğini. O, en doğrusunu söyleyecek sana."Sanki taşlar biraz daha yerine oturuyordu gönül duvarında.
Kabin ışıkları söndü, "kabin ekibi, iniş için yerlerinize lütfen" anonsu geldi kaptan pilottan. Ve 747, tekerlek koydu piste.
Adam, derin bir suskunluğun içine gömülmüştü. Mukaddes tebliğini yapmış, gönül rahatlığı içindeki bir misyonerin huzurlu bakışlarıyla son kez baktı Zeynep'e:
"Çok iyi bir yolculuktu Hanımefendi, size iyi günler dilerim."
"Bu kadar mı?" diye düşünüyordu Zeynep, şaşkın ve mutsuz gözleri ile adamın, dar koridordan uçağın arka kapısına doğru hızlıca gidişine bakarken.
Apronda ve terminalde, gözleri hep, sarışın, mavi gözlü adamı aradı, nafile. Hoş bulsa da ne diyecekti O'na, onu da bilmiyordu ama.
Ayakları O'nu, tekrar bilet gişelerine yönlendirdi. Sanki birisi arkasından ittiriyor ve O da koşullanmış bir mekanizma gibi istem dışı hareket ediyordu. İstanbul'a ilk uçağı sordu. Dört saat kadar sonra kalkacaktı. Hemen aldı biletini. Cep telefonundan, o an bulunduğu şehirde, kendisini beklemekte olan arkadaşını aradı ve gelmekten vazgeçmek zorunda kaldığını söyledi, O'na.
Dört saatlik boşlukta, terminalde karşısına çıkan ilk koltuğa oturdu ve ne yemek, ne içmek, ne de başka bir şey yapmak aklına geldi. Aylarca, yağmura hasret kalmış, çatlamış bir toprak gibi, "Simyacı"yı, içmeye başlamıştı, en derinindeki yaşam hücreleri.
Uçuş saati yaklaşmış, kitabın son sayfalarına gelmişti. Artık gözyaşlarını tutamıyordu. Göz pınarları damla damla akıyordu, buğday yanığı dolgun yanaklarına. Kıpkırmızı ve biçimli dudakları, tuz ıslağıydı. Hıçkırıklara boğulmasına ise o son sayfalardaki cümle neden oldu:
"Yüreği, kulağına fısıldadı: Ağlayacağın yere dikkat et, çünkü ben oradayım ve hazinen de oradadır."
Koşa koşa gidip, Harun'un boynuna sarılmak ve koklamak, öpmek, içine çekmek, içine çekilmek için önündeki saatlerin nasıl geçeceğini hesap dahi edemeden, uçağın arka koltuklarındaki yerine oturdu ve beklemeye başladı. O hırçın Zeynep gitmiş ve sabırsız ama dingin ve nereye gideceğini çok iyi bilen, başka bir Zeynep gelmişti yerine.
Bu arada, gözlerine inanamadığı bir şey oldu.
![](https://img.wattpad.com/cover/46106751-288-k393102.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARARKEN YİTİRMEK
RomanceBu kitap der ki: ‘Gözümüzün önünde büyük hazineler olduğu zaman asla görmeyiz onları. Peki neden bilir misin? Çünkü insanlar hazineye inanmazlar.’ İşte güzel bayan, ben de hayatım boyunca, gözümün önünde duran hazineleri keşfetmek için çabaladım dur...