7

345 23 10
                                    

Multimedia Ige'nin elbisesi. Biraz fazla şirin biliyorum, ama 16. yaş gününde çocuksu olmasını istedim. :) Bölüm parçası da çok güzel, Jensen Ackles seviyorsanız dinlemelisiniz bence. Ses de, şarkı da muhteşem. :)

 Umut Işığı 7. Bölüm

Kevin bana şaşkın şaşkın bakıyordu. Sabırsız bir sesle:

-Niye öyle bakıyorsun ki? Acele et alışveiş merkezleri 10'da kapatıyor! diye bağırdım. Kevin ise önce gözlerini büyütüp baktı, sonra da kocaman bir kahkaha patlattı. Aynı zamanda da direksiyonu aniden kıvırmış ve cama yapışmama sebep olmuştu.

-Sen.. Gerçekten... İnanılmazsın İge. dedi kahkahalarının arasından. Bu kadar gülmesi sinirimi bozduğu için kollarımı göğsümde kavuşturdum ve huysuz huysuz:

- Komik olan ne anlayamadım,dedim.

Kahkahasını bastırdı ve sadece samimi bir gülümsemeyle:

-Biraz önce parti istemediğini söylüyordun. Şimdi ise gözlerindeki bu heyecan beni bile etkiledi. dedi.

Gülümsedim.

-Benim de kendime göre sebeplerim var,dedim.

Suratındaki gülümseme yavaş yavaş soldu. Yine de bozuntuya vermeden:

-Tahmin edebiliyorum. Her neyse, parti demek yeni kıyafetler, yeni ayakkabılar, hediyeler ve bütün gün ilginin üzerinde olması demek. Doğruyu söylemek gerekirse bunu istemediğinde kız olmadığını düşünmüştüm, dedi ve hafifçe kıkırdadı.

Ben de güldüm ve omzuna vurdum:

-Demek ki yanılmışsın değil mi? Ee gelmedik mi hala?

-Sakin ol tatlım, inişe geçiyoruz. Sıkı tutun, dedi ve araba bir anda aşağıya kaymaya başladı. İlk başta hazırlıksız yakalandığım için midem ağzıma gelse de sonra kendimi topladım. İndiğimizde de sıkı sıkı koltuğa tutunmuştum ve dişlerimin arasından

-Bunu sakın... bir daha yapma, diye tısladım.

Güldü ve

-Söz veremem, diyerek göz kırptı. Ardından arabadan indi ve bir kaç saniye içinde gelip kapımı açtı. Kolunu uzattı:

-Buyrun majeste, diyerek selam verdi.

Güldüm ve dizlerimi kırarak selam selam verdim. Sonra da koluna girip geldiğimiz yere baktım. Burası şehirdeki en büyük alışveriş merkeziydi ve şehrin öbür ucunda olduğundan daha önce buraya gelememiştim. Büyüklüğü karşısında dilim tutuldu ve aklıma takılan ilk şey dudaklarımdan dökülüverdi:

-Kevin, burası pahalı bir yer. Benim bu kadar param yok, dedim.

Kevin da azarlarcasına:

-Prensesler o meselelerle uğraşmaz ki. Sen onu bana bırak, dedi.

Anında itiraz ettim:

-Hayır bunu kabul edemem.

-İtiraz yok prenses. Seçilmişler için özel bir kasamız olmadığını düşünmüyorsun değil mi? Hem kabul etmezsen seni arabaya kilitler, kendi zevkime göre bir şeyler alır ve seni onu giymeye zorlarım, dedi.

Yalandan bir korkuyla gözlerimi büyütüp:

-Ooo hayıır, bunu yapamazsın. Sen bu kadar kötü olamazsın,dedim.

O da yapmacık bir sertlikle:

-Emin ol yaparım, ve önceden söylemeliyim ki moda zevkim 1980'lerde kaldı,dedi.

Bu sefer gerçekten korkmuştum ve onu kolundan çekerek alışveriş merkezine sürükledim.

İçeri girer girmez tüm renkler başımı döndürmüştü. Kafamı çevirdiğim her noktada farklı bir mağaza ve her mağazanın vitrininde olağanüstü tasarımlar vardı.

Yine Kevin'ı kolundan çektim ve en yakındaki mağazaya soktum. Ben askılara doğru koşarken Kevin satıcı kıza bir şeyler anlatıyordu. Kız da onu hayran hayran dinliyordu. Daha fazla onlara bakmakla vakit kaybetmedim ve elbiselerin arasında dolaşmaya başladım.

Modayla ne kadar iç içe olduğumu söylememe gerek yok sanırım. Bir mağazaya girdiğimde kendimi kaybediyorum ve başka bir boyuta geçiyorum sanki.

Ben yine kendimi kaybetmiş elimde 3-4 elbiseyle dolanırken Kevin ve satıcı kız ellerinde elbiselerle yanıma geldiler. Kevin:

-Eee ne bekliyorsun İg, denemeye başla, dedi emir veren bir sesle.

Bunu duyar duymaz uçarak kabine girdim ve hepsini tek tek denedim. Ama hiçbiri askıda durduğu kadar güzel gelmedi gözüme. Kevin da hiçbirini beğenmeyince oradan çıktık. Üç tane daha mağazaya girip hiçbir şey bulamadıktan sonra tam umudumu kaybetmek üzereydim ki köşede kalan küçük bir butik dikkatimi çekti. Adım attığımda ise kıyafetlerden çok atmosferin şirinliği dikkatimi çekti. Duvarlar açık maviydi, ortadaki koltuk beyaz ahşaptı ve minderlerin kumaşı pembe ve duvarla aynı ton mavi çiçekliydi. Karşıdaki ayna el ile işlenmiş gibi duruyordu. Giyinme kabini ise eski dönem filmlerinde gördüğüm adını bilmediğim akordeon şeklinde ahşap ve desenli şeylerdendi.

Daha önce görmediğim ama başından beri orda durduğunu tahmin ettiğim yaşlı kadın geldi ve:

-Hoşgeldin yavrum, nasıl yardımcı olayım sana? dedi sevecen bir sesle.

Kevin benden önce davrandı ve:

-Yarın bu güzel kızın doğum günü ve biz de geç kalmış bir alışverişe çıktık. Saatlerdir geziyoruz. En son buraya geldik. Yalvarırım şu kıza bir şeyler ver de daha fazla gezmekten kurtar beni teyzeciğim, dedi.

Teyze gülümsedi ve hiçbir şey söylemeden koluma girip beni bir köşeye çekti. Sonra askıyı biraz karıştırıp bir elbise çıkardı. Çıkardığı elbiseye bakakaldım. O kadar güzeldi ki. Elbisenin üst kısmı beyazdı. Askısızdı ve bele kadar dar geliyordu. Gögüs bölümünde mor bir çizgi vardı. Belinin kenarlarında çapraz gelen ipler ve belinde de beyaz bir kurdele vardı. Belinden sonra etek bollaşıyor ve kabarıyor: önce beyaz, sonra mor ve en son da turkuaz katlar dizin bir karış üstüne kadar dökülüyordu. Abartıdan ve kabarık elbiselerden nefret etsem de bu elbise hiç tahmin edemeyeceğim kadar zarifti.

Ben bakakalmışken Kevin geldi ve:

-Bunu alıyoruz, dedi.

Ben hala büyülenmiş bir biçimde elbiseye bakarken yaşlı kadın elbiseyi aldı ve paketledi.

-Kevin, daha denememiştim bile elbiseyi, dedim.

Kevin da gülümsedi:

-Denemen önemli değil ki, sana yakışacağından şüphem yok. Bunu alıyoruz çünkü sen beğendin, dedi.

Yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı. O da karşılık olarak gülümsedi ve benim gülümsememi sönük bıraktı.

Paketi alır almaz uçarak ayakkabı almaya gittik ve elbisenin en altındaki katın renginde, yani turkuaz bir ayakkabı aldık. Saat 8 olmuştu ve alışveriş bitmişti. Rahat bir nefes almıştım.

Mutluluktan uçuyordum. Arabaya bindiğimde hala gülümsüyordum. Yolu yarılamıştık ve Kevin'in evimi nerden bildiğini sorgulamıyordum bile. En sonunda dayanamadı ve konuştu.

-Mutlusun.

-Tabi ki. Alışveriş yapan her kız gibi.

Güldü:

-Doğru ya. Yarın nasıl olacak merak ediyor musun? diye sordu.

-Meraktan ölebilirim. Ayrıca çok da heyecanlıyım. Ama sabredebilirim, dedim hızlıca.

O da bana baktı ve gülümsedi yine. Sonra konuşmadık. Ben de eve gidene kadar bugün yaşadıklarımı düşündüm. Her şey çok çabuk değişmişti ama ben ilk defa yalnız hissetmiyordum...

Umut IşığıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin