Dün yazacaktım, yorgunluktan uyuyakalmışım. Bu bölüme bol bol vote ve yorum istiyorum. Ama en çok da yorum. Devamı hakkında tahminlerde bulunun, eleştirin. Kendimi ve hikayemi tamamen size teslim ediyorum :D
Saatlerce dans etmekten yorgun düşmüştüm ve içtiğim az alkollü içkiler hafif de olsa alışkın olmadığımdan başımı döndürüyordu. Kevin saatlerdir elini belimden çekmiyordu. Bir ara beni rahat bırakmasını ve keyfine bakmasını mırıldandım ama beni dinlemeyip daha da sıkı sardı. Görenler bizi yapışık ikiz sanmış olabilirdi hatta. Hiç ayrı durmuyorduk.
İnsanlar sürekli bana şüpheci bakışlar atıyor, tahminimce okuldaki o ezik kızla benim aynı kız olup olmadığımı anlamaya çalışıyorlardı. Sanırım alkolün de etkisiyle aşırı neşeli, konuşkan ve sıcakkanlı olmuştum. Önüme gelene sarılıyor, öpüyor, her şeye kahkaha atıyordum.
En sonunda ağaçların arkasında, pek gözükmeyen bir yere oturdum, Kevin'ı da yanıma oturttum, başımı omzuna yasladım ve aklıma gelen her şeyi anlattım. Çocukluğumu, ailemi, Anthony'yi. Son konudan biraz fazla bahsettim hatta. Tamam, en çok onun hakkında da konuşmuş olabilirim. Sonra saçma sapan şeyler anlatmaya başladım. Hem gülüyor, hem konuşuyor hem de elimdeki bardaktan yudum alıyordum. En azından deniyordum. Dakikalar sonra gülmekten kelimeleri düzgün telaffuz edemiyordum bile. Konuştuklarımın tek kelimesi anlaşılmıyordu. Kevin "Tanrım, bu huysuz kızın bile böyle gülmesine sebep olduğu için alkol kutsal bir şey olmalı." diye mırıldandı usanmış ama aynı zamanda eğlenen bir sesle. Sonra birkaç şaşkınlık nidası arasında kucağına aldı ve tam karşımızdaki göle fırlattı. Benden nasıl çıktığına anlam veremeyeceğim kadar yüksek sesle bir çığlık attım ve insanların bakışları bize döndü. Ben tam bu durumdan rezil olmadan kurtulmamın bir yolunu nasıl bulabilirim diye düşünürken sanırım benden bir sınıf küçük, okulda birkaç defa gördüğüm kızıl saçlı bir çocuk koşarak ve bağırarak göle atladı. Bunu görenler sanki bekliyormuş gibi birer birer atlamaya başladılar buz gibi göle. El ele atlayan çiftler, burnunu kapatıp bacaklarını karnına çekerek atlayanlar, havalı atlamaya çalışıp birden suya çakılanlar. Etraf ıslak ve çığlık çığlığa insanlarla dolmuştu.
Kevin da atladı. Hızlıca yanıma yüzdü. Tam önümde durduğunda ay ışığı suratına, parlak sarı saçlarına vuruyordu. Zaten doğa üstü olan güzelliği bu atmosferde sanki bir vampir kitabından fırlamış gibi duruyordu . Bakışları ve suratındaki o gülümseme ise dünya üzerinde daha nefes kesici hiçbir şey olamayacağını düşündürmüştü bana.
Mahcup bir sesle "Affet, bunu yapmak zorundaydım. Ayık olman gerekiyordu. Bu gece sarhoş olmana izin veremem. Ama sözüm olsun, başka bir zaman kusmaktan boğazların acıyana kadar içmene izin vereceğim." dedi.
Hafifçe güldüm. Gülerken dişlerim takırdamıştı. Takırdatmamaya çalışarak "Ah Tanrım, bunu isteyeceğimi sanmıyorum. Hem hakettim bunu, iyi yaptın. Ama hey, sen iğrenç bir pisliksin!" diyerek omzuna hafifçe vurdum. Gülmeye başladık.
Sudan çıkan herkes dev ateşin etrafına toplanmış ya da arabasına gitmiş ısınmaya çalışıyordu. Benim sebebim vardı, beni Kev atmıştı. Ama o akılsızlar bu soğukta buz gibi suya neden atladılar hala anlam veremiyordum.
Isındıktan ve bir sürü korku içerikli sohbet sonunda herkes yavaş yavaş dağılmaya başlayınca şaşırdım. Saat daha erkenmiş gibi geliyordu çünkü. Kevin'a dönüp "Kev herkes nereye gidiyor?" diye sordum.
Kevin "Birkaç saat sonra güneş doğacak prenses, sen kendinden geçtiğin sırada parti sona erdi." dedi. Elimdeki kahveden gözlerimi kaldırıp gözlerimi açıp ona baktım. "Vakit yaklaştı" dedim. Kafasıyla onayladı. İçimi bir korku kapladı anında. Ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu çünkü. Ya da ne olacağı hakkında.
Geriye kalan son iki üç kişi de arabalarına bindiklerinde hala gözlerim tüm kapanma teşebbüslerine rağmen aradığı kişiyi bulamadı. Ama ağaçların arasından gelen hışırtılara doğru kafamı çevirdiğimde ordan Blair'ın çıktığını gördüm. Yanında birinin olmaması hem mutlu etmiş hem de korkutmuştu. Blair sendeleye sendeleye bize doğru geldi. Zil zurna sarhoştu ve buram buram alkol kokuyordu.
Beni öptü sonra Kev'e sarıldı- yo hayır üzerine atladı- Ben olayın şaşkınlığını üzerimden atıp sinirden kulaklarıma kadar kızarırken Kevin onu hafifçe uzaklaştırdı ve B bu sefer de bana sarıldı -üzerime yığıldı-. Sessiz olmaya çalışarak ama bağırdığının farkında olmadan "Anthony gitti. Midesi bozulmuş sanrım. Partinin başından beri bir tuhaftı... zateen. Seni şanslı sürtük, bu... sefer sağna katlanacak.... doğru düzgün birini bulmuşsun. Anthony olmasa gözüme kestirmiştim bu yunan tanrısı kılıklı adamı, ama... şanslısın dedim ya! Bilirsin, istediğimi alırım. Erkekler bana dayağnamaz." dedi zorlukla, kesik kesik. Cümlelerin sinir bozuculuğu ortadaydı ama o an sadece onun haline gülmek istedim. Hem hareketlerinin zavallılığına, hem de ilk kez bir geceyi benim değil onun yalnız bitiriyor olmasına.
Kevin ona baktı ve benim gibi gülmemeye çalışarak "Evet tatlım, dayanılmaz bir kokun var. Hele nefesin. Her erkeği bayıltabilirsin!" dedi ve zor tuttuğu kahkahasını attı. Ben de ona eşlik ettim. Blair ise kendini sinirle geri çekti. Bir hışım onu bekleyen taksiye doğru yürürken ayakkabılarını tek tek çıkardı ve bize fırlattı. Biz daha çok gülmeye başladık ve sanırım bu onu daha çok sinirlendirdi.
Saatlermiş gibi gelen birkaç dakika boyunca Kevin'la olduğumuz yerde gülmeye devam ettik. Sonra bir kurt uluması duydum. Ardından derin bir sessizlik... Kevin gözlerini gözlerime kilitledi, beklediğim sözcükleri mırıldandı.
"Vakit geldi Ige."