GÖÇ 2. BÖLÜM

125 7 8
                                    

Toronto-2001

Her şeyden nefret ediyorum diye düşündü. Okulundan,yurtta ki arkadaşlarından... Hatta yaşamaktan bile nefret ediyordu. Sinirle koltuktan çantasını aldı.

''İzniniz olursa çıkmak istiyorum Müdire Alice.'' dedi ve döner sandalyesinde oturan,yüzü az önceki konuşmanın etkisiyle hafifçe sertleşmiş fakat hala acıma duygusu barındıran kadına baktı. Kadın sakince kafasını iki kere evet anlamından sallayıp eliyle kapıyı işaret etti. Alexis'in kulakları aciz hissetme duygusuyla kızarmış, gözleri gözyaşları yüzünden hafifçe kısılmıştı. Tepeden topladığı saçları o koşarken sağa sola çarpıyordu. Odadan hızla çıktı ve binanın çıkışına doğru koşmaya başladı. Ayakları her zaman ki gibi nereye gideceğini bilir gibi onu yönlediriyordu. 

Ne zaman canı sıkılsa ya da bir şeylere üzülse gideceği yer aynıydı.

Yurttan çıkar çıkmaz delice koştu. Gitmek istediği yere yaklaşınca yavaşladı ve derin derin nefes aldı. Alanı çevreleyen devasa ağaçlara baktı ve bir an ağaca yaslanan kendini gördü. Yüzüne vuran rüzgar ve vücudunda dolaşan bir el titremesine sebep oldu. Yanakları soğuk havadan kızarmıştı ve her nefesinden ağzından sıcacık buhar yüzünü ısıtıyordu. Alexis her zaman yaşadığı bu dejavu olaylarından hoşlanıyordu...

Hızlıca içeri girdi ve kendinden emin bir şekilde ezberlediği yolu aldı. Gelmek istediği yerdeydi... Sessizce bahçenin kapısını açtı ve aynı sessizlikle kapıya yavaşca kapadı. Küflenen demir yüzünden engel olamadığı hafif gıcırtının etkisiyle gözlerini kıstı ve ardından seri adımlarla ilerledi. Bahçedeki en büyük ağacın altına oturdu. Düşünmeye başlayabilirim dedi kendi kendine. Herkesten uzaktan kendi başına kendini dinlemek.

Annesini düşünmek istedi... Eğer onu çok küçük yaşta bırakmasalardı şuan burada yalnız başına oturup onları düşünmek zorunda kalmazdı. Bir an onu bırakan annesi ve babasından delice nefret etti ve bu nefretin etkisiyle çok uzun zamandır dolu olan gözlerinden akan sıcacık gözyaşlarına engel olamadı. Ağlarken yaslandığı ağaçtan aşağı doğru kaydığı bedenini iki elinden destek alarak doğrultu. Gözyaşlarını hızlıca sildi ve sonra küçükken de yaptığı gibi hayalinde canlandırdığı annesi geldi gözlerinin önüne.

Acaba gerçekte annesinin saçları onunkiler gibi sarı mıydı? Gülümseyince gözlerinin içi parlıyor muydu? Ya da Alexis'i hiç özlemiş miydi? 

Ailesi, Alexis'i çok küçük yaşta yetiştirme yurduna vermişti.Annesini ya da babasını hiç hatırlamıyordu.Ona ailesinden kalan tek şey boynundaki yonca şeklindeki kolyeydi. Başka hiçbir şey kalmamıştı ailesinden ona,ne hatıraları vardı ne de ona ait eşyaları. Nerede yaşadıklarını,nelerden hoşlandıklarını hatta isimlerini bile bilmiyordu. ''Zavallı ben.'' dedi Alexis karşısındaki derin boşluğa bakarak.

''Bayan size kaç kere daha bahçeme girmemeniz gerektiğini söylemeliyim?'' Alexis daldığı derin düşüncelerin arasından gelen bu sesle oturduğu yerden sıçrıyarak ona seslenen yaşlı kadına doğru döndü. Kadının yaşlı,beyaz ve sönük saçları bigudilere sarılıydı ve şaşkın bir surat ifadesiyle karşısında oturan genç kıza bakıyordu.

Alexis gözyaşlarının arasında bu görüntüye gülmemek için kendini zor tuttu,dudaklarını ısırdı ve kafasını yere eğdi.

''Şey,ben özür dilerim.'' dedi Alexis ne diyeceğini bilmez bir şekilde. Neyse ki gülmesini bastırabilmiş ve mantıklı bir cevap vermişti. Genç kızın her zaman geldiği bu bahçe ona hoşlandığı dejavularını yaşatıyordu ve yine bu bahçe ona saatlerce düşünebilme fırsatı sunuyordu. Fakat yaşlı kadın haklıydı,bahçe onun evinin bahçesiydi ve Alexis her defasında hırsız gibi bahçeye giriyor ve bahçedeki en büyük ve onun en sevdiği ağacın altına oturuyordu.

GÖÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin