Bomba karaya çarptı ve yoğun bir ateş bulutuyla bütün şehri sarstı. Ne yazık ki bu ülkenin sadece bir bölgesine değil bütün bölgelerine atılmıştı. Bütün bir ülke yanıyor ve patlamanın çıkardığı sesler her tarafta katliam havası oluşturuyordu. Binaların çoğu yıkılmış çok azı yerindeydi. Fatih şans eseri bulundukları mevki bombalara uzak bir yerdeydi ve hala evleri ayaktaydı. Sedef'i de kolundan tutup yavaşça aşağı indiler. Merdivenlerden bir iki çatırtı sesi geldiğinde koşarak hemen indiler. Aşağı indiğinde Sedef gördüğü manzara karşısında çığlıklar içinde yere düştü. Fatih dehşete düşmüş kıpırdayamıyordu. Üzerinden şoku atlatamayan Fatih hiç bir sesi duymuyordu. Sedef çığlık çığlığa bağırıyordu. Kulaklarında çınlama sesi hisseden Fatih yavaşça kendine geldi. Gördüğü manzaraya anlam vermeye çalışıyordu. Annesi ölmüştü. Sağ kolu ve ayakları kopmuş, bütün vücudu yanıklarla doluydu. Kolundaki o doğum lekesi de olmasa tanınmaz haldeydi. Zar zor nefes alıyordu. Sedef hala ağlıyor ve ''hayır!'' diye bağırıyordu. Fatih Sedef'i kaldırdı. Sedef sarıldı fakat ağlaması geçmiyordu. Bir müddet öylece beklediler. Sedef sakinleştiğinde kırık cam parçalarından geçip dışarıya baktılar. İkinci bir şok yaşıyorlardı. Ne olmuştu? O güzelim güneş neredeydi?
Her yerde is ve karanlık bir duman kaplıydı. Uçsuz bucaksız simsiyah bir araziyi andırıyordu yerler. Görüş kısıtlıydı ve yakınlarda bina yoktu. Saat kaçtı ? O patlama sesinden sonra bayılmışlardı kaç saattir baygın haldeydiler? Belki de gün olmuştu? Bu kadar duman içinde gece miydi gündüz mü? Kafasındaki binlerce soruyu bir köşeye bırakıp dışarı göz atmak istedi. Sedef bağırdı ''gitme!'' diyebildi ve sustu. Nereye gidecekti? En azından güneşi görebilmeyi beklemeliydiler. Sedef bir kez daha bağırdı. ''Telefon çekmiyor!'' Evdeki hiç bir telefon çekmiyordu. Yukarı tekrar çıkmak tehlikeliydi. Ama yukarıdan çantasını almak zorundaydı. En azından dışarıda ne olduğunu anlayana kadar almamaya karar verdi. Uzun süre hiç konuşmadılar. Sedef Fatih'in annesine gözlerini dikmiş hiç ayırmıyordu. Fatih dayanamadı. Annesinin soğuk cesedine dokundu sırtladı dışarı çıktı eline bir kürek alıp toprağı kazdı annesine eziyet yapıyormuş gibi hissediyordu. Babası gittiğinden beri hiç yakın ve samimi olmamıştı. Son bir kez sarılabilmek istedi. Ama artık vade dolmuş çok ama çok geç kalmıştı. Toprağını kapatmadan önce son kez öptü annesini. Kalkmadan başında bekledi. Sedef geldi yanına. Oturdu.
- Hepsi bir rüya değil mi? Uyanacağız
Kolundaki kanamayı gösterdi. Uyanmak için kendini cimciklemiş uyanmadığında ise kanatana kadar devam etmişti.
- Bunlar gerçek. Bilmiyorum ne kadar zaman daha yalnızız ama şimdilik sadece biz varız.
Sedef'in yüzündeki ifade iyice soldu. Ağlayarak bağırdı.
-Bana bir şaka olduğunu söyle!
-Bana bir şaka olduğunu söyle! Ne olurrr!
Ciddi bir ses tonuyla:
- Yeter Sedef. Cidden artık yaşama dönmeliyiz..
Onu sardı ve kaldırdı. Eve dönmeliydi. Odasına çıkıp dışarı kendini atmalı yoksa kafası sıyıracak gibi hissediyordu. Yukarı çıktı. Babasının yazılarını çantasını, taşı, o an yardımı dokunabilecek her şeyi aldı. Karanlık zifirileşti. Sanırım ilk uyandıklarında güneşin gökyüzünü aydınlatmış haliydi. Şimdi ise tamamen gece çökmüş her yer zifiriydi. İkisi de korkmuyordu. Ölüm sanki daha sakin ve kabul edilebilir bir şeydi. Evden bir mum bulup evdeki bütün elektriksiz ışık verebilen her şeyi topladılar. Çünkü elektrik prizleri de çalışmıyordu. Artık yapacak pek bir şey kalmamıştı güneşi daha doğrusu etraftaki zifiri karanlığın kendini sise bırakmasını bekleyeceklerdi. Uyumaya çalıştılar. İkisi de uyuyamıyordu. Zar zor uyuyan Sedef'in üstünü örttü Fatih. Kendisi de yanına uzandı.Ertesi gün Fatih çığlık sesiyle irkildi. Sedef'in çığlıklarıydı. Kabus görüyordu. Hemen uyandırdı ve sarıldı.
- Artık geçti sakin, sakin...
Her şeyin bir rüya olduğunu sanan Sedef etrafına bakınca anladı. Ve o da artık çıkmak istiyordu bu evden. Hadi dedi çıkalım. Fatih ile beraber dışarı çıktılar. Sis biraz daha seyrelmişti. Uzaktan direkt gözüküyordu pembeli ağaç. Nasıl ayakta kalmıştı?