Bölüm 2

266 36 11
                                    

"Simsiyahsın." dedi.

"Benden bir farkın yok." diyerek cevap verdim. Kaşlarını havaya kaldırdı ve sırıtmaya başladı. İşaret parmağını kalbimin tam üstüne dokundurdu.

"Senden çok farklıyım kırmızı kalpli insan."

-

Dediği şey karşısında cümlelerim kilitlenmişti. Bu nedenle umursamayarak bulunduğumuz noktaya göz gezdirdim. Keskin ağaçlar dokunsam beni ortadan ikiye ayıracakmış gibiydi. Burada ağaçlar bile sinirli gözükmeye başlıyordu. Gördüğüm manzara karşısında rahatsızca kıpırdandım. Beni oraya getirmişti, şeytanın evine.

Kahkahaları düşüncelerimden uzaklaşmama neden oldu. Ona baktığımda gülmeyi kesti ve sinirli bir tavır takındı. Duygu değişimleri beni derinden etkiliyordu, o tam olarak neydi? İnsan görünümüne sahipti ama davranışları insandan daha hızlıydı. Ona bakınca korkuyu iliklerimde hissediyordum.

"Neden gülüyordun?" çekinerek sordum.

"Şeytanın evine." dedi gözlerimin içine bakarak.

"Düşüncelerimi nasıl okuyorsun?" diye sordum.

"Sana bir şey söylemek zorunda değilim."

Eve doğru yaklaştı. Onun kişiliği ile ilgili soru sorduğumda anında beni durduruyor ve korkudan susmamı sağlıyordu. Kendisinden düşünce bakımından uzak kalmam için elinden geleni ardına koymuyordu. Onun hakkında düşününce bile karnıma yumruk yemişim gibi oluyordum.

Bana ne olacak en ufak bir fikre sahip değildim, korkuyordum. Bana kalırsa şimdi beni öldürmesi beni dünyanın en huzurlu insanı yapardı. Şimdi ise bilinmezliğin içinde kaybolmuş gidiyordum. Arkasından yürümediğimi fark edince bana dönmeden konuştu.

"Yürüyecek misin?" sordu.

"Evet." Ufak adımlarla yanına yürüdüm sırtına çarptığımda sendeledim. Fakat o yerinden oynamamıştı. Dayanıklıydı. Onun insan olup olmama konusunda derin fikirlerim vardı, Clarry öldüğünde onun üstüne zavallı ağacı bu siyah adam devirmiş olabilir miydi?

"Yürümeyi de mi ben öğreteceğim?" çıkışırken elime günlüğümü tutuşturdu. Ağaçtan sıyrıldığımda onu alamamıştım ve daha sonrasında da unutmuş olmalıydım.

"Teşekkür ederim." Dedim mırıldanarak.

"Bana teşekkür etme, birkaç gün sonra lanet okurken pişman olacaksın." Dedi.

"Pişmanlık duymayacağım." Kendimden emin konuştum. Ufak kahkahasının ardından elini saçına geçirdi. Evin kapısını açtığında ürktüm. Cidden neden ışıkları yakmıyordu bu?

"Işıkları yakmalısın." Dedim.

"Sence aydınlık ortamların insanı gibi mi görünüyorum? Şimdi kes o sesini ve söylenip durma." Dediğini yaptım ve sustum.

Evin içine adımladığımda tavana göz gezdirdim, gerçekten de hiç lamba yoktu -gaz lambası bile- delirdiğimi ve bunların hayal olduğunu düşündüm. Ama gözümü ne kadar açıp kapatsam da acı gerçek beynimin en derinine pat diye oturdu. Kabul etmeliydim, tutsaktım.

İçeride fazla toz vardı. Pencereyi hayatı boyunca açmadığı ne kadar da belliydi. Biraz öksürmemin ardından beni yine kapa çeneni diyerek susturdu.

"Soldaki ikinci odaya gir, sakın ama sakın birinci odaya girme." Dedi. Birinci odanın içinde ne olduğunu merak etsem de üstelemedim ve dediğini yapıp ikinci odaya girdim.

"Ve sakın uyuma, seni uyandırmakla uğraşmak istemiyorum. Çağırdığımda geleceksin."

Çok kuralcı ve katı biriydi. Katı olmasını anlıyordum fakat her şey bir düzen içinde olmak zorundaymış gibi hissediyordu. Odaya girdiğimde de aynı şekilde düzenli olduğunu düşündüm. Bir katilin evine göre oldukça düzenli ve temizdi. Ama anlamadığım şey, neden evi bu kadar tozluydu? Düzene önem veren bir insan tozlardan kurtulmak istemez miydi?

Kendime sorduğum sorular dâhilinde aklım son derece yorulmuştu. Ne denli uyumak istiyordum bilemezdiniz ama buna izin vermemek için kendimi tuttum.

En sonunda dayanamadım ve kendimi bu tiksinç dünyadan uzaklaştırmak adına uykuya daldım.

-

"Uyan." Dedi kaba bir ses. Onunla karşılaşınca güzel rüyamın gerçek olmaması canımı yaktı.

"Sana uyumaman gerektiğini söyledim ama sanırım dediklerim senin için bir şey ifade etmiyor." Kaşlarını kaldırarak sordu.

"Özür dilerim." dedim.

"Bedelini ödeyeceksin."

"Kötü bir şey yapmadım." Sert bir şekilde konuştum. Oturur pozisyona geldiğimde kolumdan tuttu ve beni duvara savurdu. Acı tüm sırtımı sardığında ağzımdan ufak bir çığlık kaçtı.

"Bana asla cevap verme Jane, asla." Dedi odadan çıkarken.

"Şimdi iyileşsen kendine bir iyilik yapmış olursun. Gidiyoruz."

Nereye diye soramadan odadan çıktı. Değişik duygularım karnıma tekme gibi vururken acıyla inledim. Nasıl kurtulacaktım ben buradan?

Yaklaşık beş dakika sonra odadan çıktığımda onu lobideki koltukta otururken buldum.

"Özür dilerim." Dedi mırıltılarla

"Ne için?" diye sordum, beni atıp fırlatmasını göz önünde bulundurarak.

"Arkadaşın ve daha niceleri için." Gözlerim bir anlığına kapandı.

"Bu özür dilenince affedilecek bir şey değil. Senin yüzünden uzun zamandır yalnızım." Dedim.

Bir hışımla ayağa kalkıp kolumu kavradı, duvarla kendisi arasında kaldığımda sinirli bir şekilde yüzüme soluyup bağırdı,

"Onu isteyerek öldürmedim!"

Her ne kadar bulunduğum noktadan kurtulmak için çabalasam da bunu başaramadım. Rahatsızca kıpırdanıp onun bana yaptığı gibi bağırarak sesimi duyurmak istedim.

"Sen ne hissettiğimi anlayamayacak kadar kalpsizsin!"

"Bana sakın kalpsiz deme aptal insan!" bir kez daha bağırdı ve kolumu savurup önümden uzaklaştı.

"Ve şimdi ben sormadıkça konuşma, ayrıca bana asla karşı çıkma Jane. Şimdi çık." Kapıyı açıp dışarıyı gösterdi. Bu esnada bana eşlik eden tek ses botlarımın çıkardığı tok ses olmuştu.

"Nere-"

"Sana konuşma dedim." Beni her zamanki gibi susturdu. Derin ormanda yürürken yere düşmemek için çok fazla çaba sarf ediyordum. Orman mükemmeldi, eğer insanlar ondan korkmasaydı. Adı ne olabilir diye düşündüm. Paul gibi bir isimi onda düşündüm ve kendimi gülmekten alıkoyamadım.

"Gülmeyi kes." Dedi. Dediğini yapıp gülmeyi kestim. Bastırıldığımı hissediyordum ve bu beni boğuyordu. Konuşamıyordum, soramıyordum, gülemiyordum. Son derece rahatsız olduğumu belli etmek için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bu nedenle ona odaklandım.

Siyah uzun kollu salaş tişörtünün altına dar bir kot giymişti. İtiraf etmek gerekirse, o mükemmel görünüyordu. Eğer bu kadar kötü olmasaydı hoş biri olabilirdi diye düşündüm. Hızla arkasını döndü.

"Neden benim hakkımda düşünüyorsun? Ve neden bana bakıyorsun? Daha iyi şeyler hakkında düşünemez misin sen? Neden canımı sıkıyorsun?"

Peş peşe sorduğu sorular karşısında kaşlarımı çatıp bir iki adım geriye sendelemiştim.

"Tamam, kusura bak-"

"Susman gerekiyor, hemen." Tekrar önüne dönüp yürümeye devam ettiğinde onun hakkında düşünmenin bile ürpertici olduğuna karar vermiştim. Düşüncelerimi okuyordu ve ben daha dikkatli olmalıydım. Peki, nasıl düşüncelerimi okuyordu ve nasıl bu kadar hızlıydı? İnsanüstü güçleri beni sersemletiyordu.

"Bu arada," dedi arkasını dönmeden durduğunda. Sırtına çarptığımda ürktüm. Aniden durması dengemi bozuyordu.

"Adım Michael."

The Diary Of Jane | CliffordHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin