9.Bölüm

145 22 0
                                    

Kıymasaydı keşke bana. Ağlayan bir kızın bir omuza ihtiyacı olduğunu bilip yanımda dursaydı mesela. Ama o ne yaptı? Bütün gece ağlamaktan nefes alamamıştım. Belki de bunun hastalığımla ilgisi yoktu ama her acıyı ona bağlıyordum. Geceyi hangi sayfada, hangi hikayelerde geçirdi bilmiyorum. Tek bildiğim ise ona karşı fazlasıyla hırslandığım ve bilendiğim. Gerçi benim gibi merhametli bir insan neye ne kadar hırslanırsa hırslansın, en ufak bir harekete, bir tatlı söze kanabilir. Salaklık olarak tanımlayabilirdim belki bunu, ama ben bütün gece onu beklemiş bir insan olarak salaktım. O konuyla bir alakası yoktu yani.

Gelmemişti, gelmemişti ve bu benim kalbimde küçük bir yara açmıştı. Zamanla büyüyeceğini tahmin ediyordum. O yara büyümeden buradan kaçmam gerekiyordu. Salaklık yapmasaydım da bütün gece ağlayıp duracağıma hazır o ortalarda yokken sayfaların en başına ya da sonuna doğru bir yol alsaydım. Ama ben ne yaptım? Acizlik yaptım ve bulunduğum yeri ıslatacak kadar ağladım.

Ellerimi hırsla ıslak zemine yumruk yaparak dayadım. Bu olaydan bir şekilde kurtulmam gerekiyordu. Öyle ya da böyle bu kitaptan çıkmam gerekiyordu. Yerimden kalkıp sayfaların en üstüne doğru yürüdüm ve şansıma bir kitap ayracına denk gelmemle duraksamam bir oldu. Kitap ayracına asılıp istediğim sayfaya gidebileceğimi kafamda kurgularken bu adamın benden daha zeki olup bunu düşünebileceğini varsayarak kendimi bir kaç adım geri çektim. Sonuçta ölü mü diri mi bilmediğim bir adam burada senelerdir yaşıyor hatta bazen dışarı çıkıyordu. Geri kafalı olması olası değildi, bana kalırsa sürekli gündemi takip ediyordu.

Bu nasıl aklıma gelmedi? Doğrusu şu ki bence gece dışarı çıkmıştı. Yine gündemi takip etmek ya da dışarıda ne işi varsa görmek için dışarı çıkmıştı. Kitap ayracına tutunmayı bir kenara bırakıp sayfalar arası yürüme işini yapmaya karar verdim. Belki çok zor olacaktı ama kaçıncı sayfada olduğumu en azından biliyordum. Kitabın sonuna mı başına mı yürümem daha zor olacaktı bilmiyordum, kitabın kaç sayfa olabileceğini bilmiyordum. 234. sayfadaydım ve başa yürümek daha mantıklı bir hareket gibi gelmişti. Sonuçta kitap 1000 sayfa bile olabilirdi ve ben buna hazır değildim doğrusu. O kadar uzun bir yolculuk yapabileceğimi sanmıyordum. Kitabın sayfasını tutup geriye doğru çevirdim ve diğer sayfaya atladım. Kitabı boydan boya yürümek hayli zordu, çünkü kitabın bir hayal gücü vardı ve her sayfasında farklı düşüncelere kapılıp farklı boyutlara atlayabiliyordum. Mesela şu an hala salondaydım ve odadaki kavgayı buram buram iliklerimde hissediyordum. Sayfalar insanı o kadar etkili şekilde hipnotize ediyorlardı ki bilinç altımda bir çiftin kavga ettiğini hatta salonda bir şeylerin kırılma sesini duyduğuma yemin edebilirdim. O adamdan da bu beklenirdi doğrusu, böyle kavgalı gürültülü bir kitabı seçmesi tam ona göre bir hareketti.

Sayfada zar zor da olsa yürüyüp kafama bir şey yemeden sayfayı kendime doğru kıvırdım ve diğer sayfaya atladım. Mutfağa kahve yapmaya gittiğinde bahsettiği sayfalar arası gezinmenin ne kadar zor olduğunu bahsettiğinde kafamda o kadar zor olmayacağını düşünerek küçümsemiştim ama kitap içine girdiğimizde fazlasıyla büyümüştü ve gerçekten sayfaları yürümek bile hayli zordu. Şu an da o bahsedilen mutfaktaydım. Mutfaktaki hava kavganın çıkacağının sinyallerini veren bir kadının huzurdan bozma düşünceleriydi. Kadın olduğunu kendi benliğimde hissedebiliyordum. Düşüncelerime o kadar yakındı ki bir erkeğin böyle detaylı düşünebileceğini sanmıyordum.

Mutfak boydan boya bembeyaz dolaplarla, kapak kısımları kocaman buzlu camlarla kaplıydı. Mutfak da salon gibi denize bakıyordu. Boydan boya olan camları insanı huzurla doldursa da biraz ürkütüyordu doğrusu. Mutfakta bir su sesi yankılanıyordu ama sayfada bir hareketlilik yoktu. Sayfada yalnızdım ve suyu ben açmamıştım. Demek ki bu sayfada suyu açan birileri vardı ve bilinçaltımdan beynime doğru bu yönde bir ses işleniyordu. Kitabın içinde kalmak benim gibi kitap sever birine göre harikaydı. Kitap okumak gibiydi, her şey hayal gücünüze bağlıydı. Tatlı tatlı akan suyun sesini beynimde hissedip huzur bularak sayfanın başına kadar yürüdüm. Sayfayı kıvırıp üzerime doğru çevirdiğim sırada üzerime doğru çullanan birşeyin varlığını farkettiğimde kendimi yerde buldum. Yaşadığım şokla çenem zeminde kilitlenmişti ve vücudumu hareket ettiremiyordum. Üzerimdeki ağırlıktan hareket etmek pek mümkün gibi değildi zaten.

Korkuyla çırpınmaya başladığımda üstümden ağırlığın kalkmasıyla bedenimdeki bütün kemiklerin rahatladığını hissettim. Hemen sonra belimden bir el kavrayarak beni kendine doğru çekti ve ayağa kaldırdı. Şu an ağzımın bir karış açık, gözlerimin korkudan kıpkırmızı olduğuna yemin edebilirdim. Belimdeki el benim hareket etmemi imkansızlaştıracak kadar sert bir biçimde beni kendisine doğru çekip başıma belli belirsiz bir öpücük kondurdu. Yaşadığım şok-korku karışımının içine şimdi bir de heyecan eklenmişti ve kalbim normal seyrini değiştirip yine boğazıma çıkmaya karar vermişti. Eli hafifçe gevşeyerek beni bıraktı. Arkamı dönmek istemiyordum. Suratımın halini az çok tahmin edebiliyordum ve bu halde birinin yüzüne bakmak istemiyordum. Tek istediğim burdan kaçmaktı.

Arkama bakmadan hafifçe öne doğru ilerleyip yine sayfanın kenarına doğru davrandım. Bunu bir yaramaz çocuk edasıyla yapıyordum ve arkamda o varken eminim ki kaçma girişimim bir işe yaramayacaktı. Sayfayı usulca çevirip diğer sayfaya atlamaya karar verdiğim sırada bileğimden tutarak beni bir kez daha kendine çekti. İşin kötü yanı ise yüzyüzeydik ve çirkin suratımı tek seferde ezberler gibi bakıyordu. Onun çekmelerinin etkisiyle hafifçe sarsılsam da ona tepki vermemem kendi içimde yüzleşmeyi beklediğim ayrı bir ironiydi.

"Nehir?"
Dudaklarından çıkan her harf tenimde oyalanıp havaya karışıyordu. Teninin buharı ise bedenimde geziniyordu. O kadar yakın tutmuştu ki beni kendine bu durumdan rahatsız olmam an meselesiydi.
"Efendim?"
Benim de nefesim onun suratını yalayıp geçmişti ve bir anlık da olsa anlamadığım bir tepki vermişti.
"Nereye?"

Öyle pat diye sorulmaz ki canım, ben bir bilsem de sana söylesem keşke. Kaçmayı düşünüyorum ben burdan, sıkıldım senden desem ne derdi acaba? Hazırlıksız yakalanmaktan nefret ediyorum, ne diyebilirim şimdi?

"Aaa kahve yapmaya geldim ben buraya. Yere kahve döküldü ben de onları ayağımla iteleyerek buraya getirdim şimdi de diğer sayfaya atıcaktım ki tam o sırada sen geldin."

Tek göz elimi tutup kafasını arkaya yatırdı ve ardından yüzüme yüzüme gülmeye başladı. Belki çok sevimli gülüyordu ama onun gülüşünün karşısında erimeyecektim tabiî. Ayrıca bu durumdan rahatsız olmuştum. Neredeyse ağzından çıkan her kahkahayı suratımda hissediyordum ve bu gerçekten rahatsız edici bir durumdu.

"Kafanı falan döndürüp mü gülsen acaba?" Bu sefer daha temkinli konuşuyordum tabiki. Yine örselenmeye hiç niyetim yoktu.

"Neden? Rahatsız mı oldun?" Burnuyla burnumu birleştirene kadar yakınlaştı ve bu sefer nefesini suratımda değil sadece dudaklarımda hissediyordum. İçimdeki ses ise bir şeyleri itiraf edercesine bu durumun hiç de rahatsız edici olmadığını söylüyordu. Bedeninin bedenime fazla yaklaşması sebebiyle arada kalan elimde onu geriye doğru ittirsem de bir santim bile kıpırdatmayı başaramamıştım.

"Tekrar soruyorum, rahatsız mı oldun?"
Tek odaklandığım yer dudaklarıydı ve bütün hücrelerim yanıyordu. Sadece yüzümün değil kollarımın bile kızardığına yemin edebilirdim. Dudakları dudaklarıma o kadar yakındı ki içimden bir ses bunu yaparsa neler olacağını bile kestiremiyorum diyip içimde volta atarken diğeri ise öpmezse ayıp zaten, bir daha mı gelicez dünyaya diyerek tırnaklarını törpülüyordu.

"Evet, oldum." Sesim planlandığımdan daha emin çıkmıştı. Elimle tekrar şansımı deneyerek kaya gibi sert bedenini ittirmeye çalıştım. Ama o benim ittirmemle biraz daha yakınlaştı.

"Bu arada biz tanıştık mı?"
Elini reverans yaparak eğildi ve bana doğru uzattı.
"Ben Efe."

Kütüphanedeki SırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin