14.Bölüm - Işık!

159 20 16
                                    

Bir küçük kıvılcımla yüreğinizi yakıp küle çevirebilecek bir insan, içinizdeki yangını bilerek onu alevlendirmek yerine ferahlatması. Yanacak biri varsa önden kendini atması. Efe de böyleydi işte, her zaman duygularımı gözümden anlar, bir çözüm bulmak için çırpınır dururdu. Ondan sonra kimseye o gözle bakmaya tenezzül bile etmemiştim. Tutkumun kurbanı olduğum Cenk'i saymazsak tabi.

Doktordan duyduklarım hiç hazmedilebilir şeyler değildi doğrusu. Söylediklerinin etkisinde kalarak bir deniz kıyısına kendimi atmayı çare bilmiştim.
Beyninizde nedeni belirlenemeyen bir kist var. Bu kist iyi huylu veya kötü huylu olabilir. Risk taşıyor ve alınması gerekiyor. Ama bana ameliyat olmak istemediğinizi söylüyorsunuz. Bunun sonucunda bu kist büyüyecek ve beyninizin belirli yerlerine dayanacaktır. İşte bu gibi zamanlarda hayati risk taşımanın yanında, felç geçirebilir, sakat kalabilirsiniz. En acısına hazır gibi bir haliniz var, gözünüzden anlayabiliyorum bunu. Ama Nehir Hanım daha çok gençsiniz. Lütfen ameliyat olma fikrini bir kez daha gözden geçirin ve bayılmalara, mide bulantılarına, kusmalara, vücudunuzun belirli bölümlerinin kasılmasına hatta hareket etmemesine hazır olun. Bunun yanında unutkanlık başlayabilir.
Doktorun söyledikleri yaşam enerjimi çalmıyordu çünkü ben bunları yaklaşık iki ay önce başka bir doktorun ağzından dinlemiştim. Ayaklarımı deniz kıyısında oturduğum kayalıkların üzerinden sallandırırken düşüncelerim karışmıştı. Bir yanım inatla yaşamak istese de diğer yanım ölümü tercih ediyordu. Yedi sene olmuştu, onun ölümünden sonra onun isteği üzerine yaşamaya çalışıyordum. Takılıp tökezlediğim yerlerde ise beni asla yalnız bırakmayıp rüyalarıma giriyordu. Beni yalnız bırakmayan bir adamı fırsatım varken bende yalnız bırakmamak için ölmeyi tercih ediyordum. Böyle bir adam için ölmek istemem dünyadaki en doğal şeylerden birisiydi bana göre.

Diğer yandan ise kalbimdeki sızı kendimi bile bile ateşe atmamamı söyleyip duruyordu. Efe olsaydı yaşam için mücadele vermemi isterdi. Ama Nehir bunu istemiyordu.

Kayalıklara çarpan dalgaların sıçrayarak bana çarpmasına izin vermek için aşağıdaki kayaya doğru indim.

Ellerimi kayanın üzerinde birleştirerek bir kaya daha aşağıya indiğimde eğer biraz daha inersem düşebilecek olmam fikri beynimin en ücra köşesinde olta atıyordu. Ve eğer buradan düşseydim, yüzme bildiğim için kesin sadece bir yerimi kırmakla kalırdım.

Bir süre indiğim kayada oturup beynimdeki bütün ihtimalleri tarttıktan sonra hızlıca yukarı çıkıp ne yapmam gerektiğine karar vermiştim. Saat yaklaşık altı olmuştu ve önce bir yemek yemem gerekiyordu. Ardından da deli cesaretime uyup kütüphaneye gitmeliydim. Ne olursa olsun, ölüme yaklaşmış iyi bir insandım. Her insan ölümün kıyısındaydı ama ben belki de kıyıya tutunmuştum. Sokakta gözlerim yemek yiyebileceğim bir yer ararken telefonumu cebimden çıkartıp işleri kolaylaştırmaya karar verdim. Burayı çok bilmiyor olmam, yakınımdaki alışveriş merkezini de hiç tanımıyor olmam demekti. Yaklaşık on dakika uzaklıktaki alışveriş merkezine hızlı adımlarla varıp, etraftaki zararlı yiyeceklere bakarak yüz buruşturdum. En sonunda bir dönercide karar kılıp yemeğimi hızlıca yeyip hızımı kesmeden oradan ayrıldım.

Bu saatte trafik olacağı kesindi. Şimdi otobüse binersem ancak iki saate kütüphanede olabilirdim. Kendimi en yakın durağa atıp otobüsü beklemeye başladım. Otobüsü beklerken de bir yandan ayağımla ritim tutarak sabrımı ölçüyordum. Bir an önce oraya varmam, durumun gerçeğini anlamam gerekiyordu. Ya da eve dönüp mektubun devamını okumalıydım. Ne yapacağımı bir süre daha düşündükten sonra bir daha bu cesareti bulamayacağımı anlayıp paldır kültür kitaba dalmayı daha mantıklı bulmuştum. Otobüs geldiğinde sıçrayarak binmem bacağımda ufak çaplı bir kasılmaya neden olsa da umursamayıp, teklif edilen yerleri geri çevirip otobüsün en arkasına yürüyüp ayakta kalmayı tercih etmiştim. 

-

Saat: 12.34

Burası bu gece fazla karanlık olmuştu, buradaki ışıkların bir kısmı sönmüş müydü bana mı öyle geliyordu? Yaptığım haritada belirlediğim 3.kısıma ağır adımlarla yaklaşıp kitabı bulduğum yere doğru usulca sokularak onu beklemeye başladım. Yani Efe'yi. Ona inanmak istiyordum, 2. bir Efe olabilirdi, hem o benim neler yaşadığımı nereden bilecekti ki? Ona inanacaktım.

Bir süre sonra dışarıya çıkmamasından dolayı sıkılıp tırnaklarımı kemirmeye başlamıştım. Hayır, sadece kenarındaki etleri yiyordum. 

Saat: 01.32

Yaklaşık bir saattir burada durmuş, ayaklarımla zemini parçalarcasına ritim tutarken gelen giden kimsenin olmaması beni çok şaşırtmıştı. Eğer yarım saat daha ortaya çıkmazsa, burayı terk edip mektubun devamını okuyacaktım. Eğer çıkarsa, gerçek olabileceğine zar zor inandığım şeyleri kendi ağzından dinleyebilirdim. 

Arkamdan bir kol kolumu kavrayınca korkuyla ağzımdan bir çığlık kaçmıştı. Kendimi hemen toparlayıp arkamı dönünce onunla karşılaşmam beni oldukça şaşırtmıştı. 

"Eee, siz? Burada?" Kekeliyordum ve ben bundan hiç hoşlanmıyordum. Ondan korkmuş muydum? Bu saatte burada ne işin var senin be adam diyemediğim için şaşkınlıkla mı kekeliyordum, bilemiyordum. 

"Ben burada, ne var? Sen neden buradasın asıl!" Sesinin tonu gecenin bu vaktinde kütüphanenin duvarları arasında çınlayınca bir problem olduğunu anlamam çok uzun sürmemişti. Karşımda patronum dikilmişti ve saat neredeyse ikiye geliyordu. Onun bu saatte, burada olmasına mı yoksa benim işimin bu olması halinde bana bağırmasına mı şaşırmalıydım? Yoksa onu yakalamış mıydım? Beynimde kuşkuyla dönüp duran sorular, bana yöneltilen soruyu unutmama sebep olmuştu. 

"Sana diyorum Nehir!" 

"He, efendim?" Suratına o kadar dikkatli bakıyordum ki yapacağı yanlış bir mimikte bile 'eller yukarı, yakaladım seni!' diye çığlık atmam an meselesiydi. 

"Suratıma şöyle salak salak bakmayı keser misin? Ne işin var burada?" Ses tonunu ayarlayamıyor gibiydi, sesi ara sıra kısık çıktığında hemen düzelterek bağırmaya başlıyordu. Beynim şüphe sinyalleri verse de karşımdaki kaç senelik patronumdu sonuçta. 

"Eee benim işim bu." derken takındığım ifade 'beni geç sen beni geç, sen niye buradasın onu söyle bakalım?' der gibiydi. Yani en azından ben öyle olduğunu düşünüyordum. 

"Kafandaki bu kocaman sargıyla bu durumu bu kadar kolay mı atlattın yani?" 

"O çok önemli bir şey değil!" Bu sefer ses tonumu ben ayarlayamamıştım. Ve bu sebepten anlamıştım ki, insan yalan söylerken ses tonunda dengesizlikler oluşabiliyor. Evraka! Yalan söylüyordu sinsi müdür. Ne yapıyordu acaba bu saatte burada? Aklıma türlü abukluklar gelince gülmeme engel olamamıştım. 

"Nehir, sen iyi değilsin sanırım. Üç gram aklın vardı, o da gitmiş. Niye gülüyosun?" Sesi yakalanmadığını anlar gibi çakal çakal çıkıp konuyu değiştirmeye çalışınca gözlerimdeki en hınzır bakışla 'seni yakaladım' dercesine bakıyordum ama bunu anlamadığına kalıbımı basabilirdim. Muhtemelen benim şu an delirdiğimi düşünüyordu. 

"Bana bir iş verdiniz, unuttunuz mu?" Duraksadım. Bir haftalık izini iki haftaya çıkarmak için kendimi yırtmış, ardından ukala ukala 'bını iş virdiniz ınıttınız mı?' diyordum, şimdi bu adam bana ne dese haklı değil miydi? 

"Yani iki haftalık izinimi maaşımdan keseceğinizi söyleyince, bende bana verdiğiniz görevi hatırlayıp biraz para kazanmak istedim." Suratımı buruşturmuştum. "Yani şey, benim biraz paraya ihtiyacım var da." Bu adamın zeki olduğunu ve yalanlarımı kolayca yutmadığını ilk işe girdiğim zamanlarda kaytarmaya çalışırken kıytırık oyunculuğumla anlamıştım. Ama şimdi elimden gelenin en iyisini yapıyordum ve eğer bana dokunursa, ağlayabilirdim. 

"Nehir, bilmiyordum. Şimdi git buradan, maaşını falan kesmeyeceğim!" Sesi tok çıkmıştı. Emir veriyordu ama ben onun emrini uygulamak istemiyordum. Neden beni buradan uzaklaştırmaya çalışıyordu?








Kütüphanedeki SırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin