8.Bölüm - An meselesi!

160 21 1
                                    

Kahvelerimizi yapıp 3 sayfa öncesindeki mutfağa gidip geldiğini söyleyerek karşımdaki muhteşem heybetli koltuklardan birine oturdu. Bu hangi kitaptı bilmiyorum ama tarihi baya eski olmalıydı. Böyle eski ama güzel koltuklar, böyle harika bir salon çok öncesinden kalan yalılardan birine ait gibiydi. Tabi salondan görülen deniz manzarası da yalı fikrime gerçeklik katıyordu.

"Çok yoruldum. Sayfalar arası gezinmek ne kadar zor biliyo musun? " yüzünde hafif çarpık bir gülümseme vardı ve buram buram hayat doluydu. Bu kadar güzel bir yüzün buraya hapsedilmesiyle ilgili bütün düşüncelerim açığa çıkmış tek tek volta atıyorlardı.

"Ne o? Onun da kolay bir yolu yok mu?"

"Tarihi bir kitap bulmuşum bula bula." Kafasını arkaya atarak gülmeye başladı. "Keşke fantastik bir kitap bulsaydım da ışınlanarak gezseydim."

"Nasıl bu kadar hayat dolu olabiliyorsun?" Kahvemden bir yudum alarak kendimi arkaya doğru attım. Buradaki muhabbet eğlenceli olabilir gibi gelmişti. İçimdeki korku buharlaşarak yerini sadece meraka bırakmıştı. Sonuçta her zaman tek gözle tanışamıyorduk dimi? 

"Hayat dolu falan değilim aslında," gözleri endişeli bir hal alırken suratı asılmıştı. "Seni kandırıp yicem." Gülümserken o da muhteşem koltuklardan birine yayılmıştı. Besbelli hayat doluydu ve eğer tanışma ortamı bu olmasaydı ve adı bu kadar kötüye çıkmasaydı harika bir insan olabilirdi, muhabbeti, sohbeti şahane gibi gözüküyordu. 

"Ne komik. Eğlenecek başka şey bulsana sen." Kahveyi masaya bırakıp kollarımı birbirine bağladım. 

"Allah aşkına, burada senden başka eğlenebileceğim bir şey var mı? Bir bakınsana etrafına." 

"Ya o zaman neden buradasın? Çıksana dışarıya."

"O konu biraz karışık işte." Ellerini saçlarının arasından geçirirken üst dişleriyle alt dudağını dişliyordu. "Yardımın lazım." 

"Benim mi?"

"Evet."

Kafam karıştırıp üstüne bir de beni ortaya atıyordu. Ne söyleyeceğimi bilemeyerek suratına şaşkınca bakmaya başladım. Gözlerimden 'neden ben?' sorusunu algılayabiliyor gibiydi. 

"Neden sen? Tabi mantıklı bir soru." Uzunca bir süre suratıma baktıktan sonra kollarını yukarı kaldırdı ve arkasındaki birşeye uzanmaya çalıştı. İşin ilginç yanı arkasında hiçbir şey yoktu. Bir süre sonra esnediğini anlayınca kafama bir şey vurmamak için kendimi durdurmak zorunda kaldım. Hayır durup dururken esnemesi onun da hatasıydı sonuçta!

"Bir düşün, bir kütüphanede sana ve efsanene körü körüne inanan bir insan var, her gece seni aramak için kütüphaneye geliyor ve ölümüne sana inanıyor. Sen olsan kimi seçerdin? Ya da beni araştırırken kendine neden ben diye sormadın mı da şimdi gelmiş bana soruyorsun?"

İçinden zeka fışkıran cevabına karşılık hiçbir şey yapmadan öylece durmuştum. Ama duruşumun ağzımın açıklığı ile bütünleşine o kadar çirkin olduğunu bilmiyordum ta ki suratıma bir ayna tutulana kadar.

"Napıyorsun be, çek şunu. "

"Noldu sende kendinden tiksindin dimi bir an." Kahkahalarla elindeki aynayı yanımdaki koltuğa fırlattı. "Ayna arada lazım olabilecek. Ben de insanım sonuçta. " kahkahaları yerini yüzündeki kocaman sırıtışa bırakırken bir eliyle tekrar aynayı işaret etti. Demek ki bu sefer hayranlıktan ağzım açılmıştı ve şu koca ağzımı acilen kapamam gerekiyordu. Bir anlık sinirlenip kafasına ne atacağımı düşünürken kollarını bağlayıp karşıma geçti. Tam karşıma. Haliyle ne düşündüğüm, neyi düşüneceğim tamamen aklımdan çıkmıştı. Canım ben de insanım sonuçta. 

"Ya sen çok tatlısın, farkında mısın?" Al işte. Cümleye bak. Bu cümle şimdi edilir mi be tek göz? Hayır canavarsın diye senden mi korkayım, çok yakışıklısın diye senden mi hoşlanayım, yoksa beni bir kitabın içine ittire kaktıra tıktın diye sana mı kızayım bilemedim. Çok mu tatlıydım gerçekten? 

"Teşekkür ederim" dedim suratıma yayılan bir gülümseme eşliğinde. Tabi gözlüklerimin çerçevesiyle oynayıp önüme bakmayı da unutmamıştım. Hayır utanmasam, saçımın buklelerinden birini elime dolayacaktım. Resmen tek gözle flörtleşiyor muydum ben? 

"Neyse ya, asıl konumuza gelelim, ciddi ol biraz." Sesim haddinden fazla çıkmıştı ve bu ani çıkışım karşısında sadece kahkahalara boğulmakla yetinmişti. Az önce ciddi ol diyen bendim ve beni ciddiye almayıp karşımda kahkahalarla gülen oydu. Aman ne harika! Şimdiden anlaşamıyoruz. 

"Ya ciddi olur musun!" bunu ben diyordum ama onun tepkisine karşı gülümsemeden edemiyordum. Aleni aleni çocuğa yürüyordum. Ortam çok mu fazla sıcak olmuştu yoksa onun sıcacık gülüşü odayı mı ısıtmıştı bilmiyorum. Yok, yok. Ne diyorum ben ya? 

"Kes sesini artık!" diye hızlı bir çıkış yaparak ayağa kalkmamla beraber karşı koltuktan üzerime doğru gelip beni etkisiz hale getirmesi bir olmuştu. Korkuyla koltuğun kenarına sıkıştığımda elini üzerime doğru kaldırmış sonra anında geri çekmişti. Az önce şen kahkahalarıyla odayı ısıtan insan gitmiş, belamı arıyormuşum gibi tek göz gelmişti. Ben az önce tek göze mi rest çektim diye düşünürken kendisi beni koltuğun kenarına iyice sıkıştırıp üzerime gelmeye devam ediyordu. 

"Bak kızım, bana ani çıkış yapma! Benim öfke problemim var, canını yakmak istemem!" 

Sesi öylesine sertti ki bir an bağırırken boğazının yırtılacağını ve ses tellerinin patlayacağını düşünmüştüm. Tok sesi odada bir kaç tur yankılandıktan sonra sürekli üzerime patlıyordu. Öyle korkmuştum ki gerçek anlamda küçük dilimi yutmuş olabileceğimden korktum. Üzerime çullanıp beni korkutmayı başarması aslında çok da imkansız gözükmüyordu. Üzerimden çekilirken gözlerindeki öfkenin yerini yavaş yavaş kaybettiğini gördüm. Ben tek gözle nasıl başa çıkacaktım gerçekten? 

"Anladın mı?" sesi biraz öncekine göre belki birazcık daha az çıkmıştı ama benim yerimde korkuyla titrememe engel olamamıştı. Ayazda kalmış kedi yavrusu gibi koltuğun köşesinde titriyordum ve şu an bir cevap verebilecek halde olduğumu düşünmüyordum. Ne bekliyordum ki? Kaç kişinin canını alan bir psikopatın benimle flörtleşmesini mi, adam açıkca psikopattı işte ve ona bir an olsun umut bağlamıştım. Üzerime biraz daha abanırken az önceki sorusu tekrar beynimde yankılandı ve titreyerek sadece "Anlıyorum." diyebildim. Sesim öylesine tez, öylesine kırık çıkmıştı ki normal şartlarda korkmayan bir Nehir'in ses tonunun da görüntüsünün de bu olduğu hiçbir zaman olmamıştı. Gözlerimden yaşlar dökülmek için çırpınsa da son bir gayretle başımı yukarıya doğru kaldırabilmiştim. Ama yaptığım hamlenin ne kadar yanlış olduğunu soğuk gözlerle karşı karşıya gelince anlamıştım. Onun öfke dolu gözlerine bakmak korkumu arttırmakla kalmayıp gözyaşlarımı tetikliyordu. Ama şu an onun karşısında ağlamak hiç de hoş olmayan bir hareketti. Benim de bir gururum vardı ve en azından o kadar yerlere düşürmek istemiyordum. 

Yavaşça üzerimden kalktı ve elini sallayarak salonun baş köşesine gidip denizi izlemeye başladı.Gözyaşlarım dışarıya çıkmak için delice çırpınıyordu ve ben buna ne kadar bir süre daha engel olabilirdim bilmiyordum.  

"Ağlama sakın!" Gözlerini denize dikmiş konuşurken sesinden mesafe akıyordu. O kadar soğuk ve sert bir tonla konuşuyordu ki az önce karşımda espriler yapan adam gitmiş yerine zihnimde canlandırdığım tek göz gelmişti ve bu beni fazlasıyla korkutuyordu. Zihnimde en sevdiğim şarkıyı canlandırarak bir süre daha ağlamama engel olabileceğimi düşündüm. Ama yanıldığımın en açık işaretiydi ve göz pınarlarım buna daha fazla katlanamadı. 

Ani bir hareketle arkasını dönerken gözyaşlarımın süzüldüğünü gördüğünde suratında garip bir ifade belirdi ve salonu terketti. Bana ağlama demesine rağmen ağlamıştım ve bunun acısını şimdi nasıl çıkarabileceğini ödümü patlatıyordu. Eline bir testere alıp gelmesi ise an meselesiydi. 

Kütüphanedeki SırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin