21.Bölüm - Hayaller!

146 17 15
                                    

Sonbahar...

Ayaklarınıza vuran yaprak sürüsüyle beraber yaşanmışlıkları önünüze seren bahar. Yağmurun çoğu zaman çiselediği, çoğu zaman yağdığı. Hatta bazılarının sırf beraber ıslanmak için yağmurun altında dolaştığı bahar. Mis kokulu çiçeklerin kuruduğu, havanın hüzüne çaldığı bahar.

Sonbahar.

İşte böyle bir gün. 6 Ekim Çarşamba.

Kitapların kasvetli havasından kurtulmuş, belki yine bir kitabın içinde fakat iliklerimize kadar sonbaharı -en sevdiğim mevsimi- hissettirebilecek duygular yaşattıran bir yerdeydik. Baharın ortasında, Ekim'in en güzel zamanlarında Efe ile ben bir ağacın altında sessizce uzanmış, bulutların birbirlerine çarpışını, hatta birazdan kopacak olan yağmurun bizi ıslatacak olmasını göz göre göre izliyorduk. Yan gözle Efe'ye baktığımda, yerinden gayet memnun olduğunu anlamış olduğum yaprakların hışırtısını bile duyamadığım bir şekilde bana göz kırptığında tatlı bir gülümsemeyle ona eşlik etmiştim.

Yağmur hafif hafif üstümüze yağarken, içimden kopan "Hasta olucam ya şimdi durduk yere, ne gerek vardı bu kadar olaya?" sesinin odunluğunu bastırırken, diğer yandan bizim de beraber ıslanacak olmamız fikri tüylerimi ense kökümden ürpertmişti. Elimi ense köküme atıp hafifçe ovunca, Efe tereddütle döndü.

"Bir sorun yok, merak etme." deyip onu geçiştirsem de içimde kopan fırtınaların birazdan kopacak olan fırtınalardan çok daha derin, çok daha yağmur yüklü olduğunu bildiğim halde ses çıkartamıyordum. Çıkartsaydım ne diyecektim? Ele avuca sığan bir kelimem bile yoktu. Toparlayabilecek bir cümlem, konuşulacak bir kelimem, hatta ciddiyetle dinlenecek bir lafım bile yoktu. Öylece yağmurun bizi ıslatmasını, göz kapaklarımı indirmiş tenimde hissederken koluma değen narin el gözlerimi açtırmıştı. Koluma hafifçe dokunup, peşinden gitmemi işaret ederken, kafamda ona bu durumu söylemem gerektiğini, benim bir köpek olmadığımı ve sürekli peşinden sürükleyemeyeceğini not etmiştim. Bunu uygun bir zamanda, uygun bir dille -beni dövmesine sebep olmayacak bir biçimde- söylemeyi planlıyordum. Sahi? O şiddet mevzusuna hiç girmemiştim değil mi? Doğru! Onunla, arkamızdan gelen belirsiz sesten kaçarken fazla samimi olmuştuk. Evet, sadece o zaman olmuştuk! Daha öncesini hatırlamak bile fazlasıyla kalp çarpıntısına yol açarken, tekrar yaşadığımı ya da yaşayabileceğimi düşünmek beni öldürmek için canlı bir bomba etkisi yaratan bir konuydu. Kitaptan atlarken, sadece kitaplar arasında gezebileceğimizi, şu an için dışarıya çıkamayacağımızı, daha doğrusu çıkamayacağını söylediğinde göz pınarlarım alevlenmiş, fakat içindeki seli dışarıya atmamak için kendi ayarlarını kendileri yapmışlardı. Buradan neden çıkamadığından, beni o hastaneye kadar kimin götürdüğünü öğrenmem gerekiyordu.

Arkasından giderken, isteksiz olduğumu belirtircesine ayaklarımı sürüyordum. Haliyle yere dökülen yaprak bolluğu kendini belli ettirmek istercesine fazlasıyla ses çıkartıyorlardı. Efe bunu duyduğunda arkasına dönüp bakma gereği hissetmişti. Oysa ki ne gerek vardı ki? Finosu arkasından usul usul geliyordu yani.

"Bir sorun mu var?" dedi yeşil gözlerini göz bebeklerime dikerek. Eğer böyle bakmaya devam ederse, beynimdeki en ufak bir hücrenin bile sağ kalabileceğinden şüpheli olarak elime geçen bir kaç kelimeyi yokluyordum. Beynimin köşesine ettiğim notlar, karmaşık bulmacalarım, hepsi silinmeye yüz tutmuştu. Sadece onun gözlerini, yeşilliği çevreleyen kahverengi hareleri düşünüyordum. Ona odaklanmak, uzun ve yorucu bir işti ve adeta bir hipnoz etkisi bırakıyordu. Derinlere dalıyordunuz ve oradan çıkmak için kendi benliğinize bir cimdik atmanız gerekiyordu.

"Sadece ben, nereye gittiğimizi. Giderken de öğrenmek istiyorum."

"Bu yüzden mi arkamdan çocuk gibi ayaklarını sürükleyerek geliyorsun." Göz hizamdan hiç çıkmadan orantısızca yaklaşırken, onu durdurmak gibi bir niyetim yoktu. Ama ayaklarımın anlık bir refleksle geri geri sürüklenmesini önlemeye çalışıyordum. Üstelik neredeyse sırılsıklamdık. Yani dipnot: Yarın kesin hastayım!

Kütüphanedeki SırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin