"Beni dert etmeyin," dedim belki de bininci kez. "Başımın çaresine bakarım."
"Gecikmeyeceğimize emin olabilirsin," dedi babam. "Eğer korkarsan veya ses duyarsan bizi ara, hemen geliriz."
"Sadece gidip arkadaşlarınızla zaman geçirin," dedim onları evden kovar gibi kapıyı açıp. "On altı yaşındayım, hatta on yedi. Sorun yok."
"Hala on altı yaşındasın," dedi babam gülüp. "On yediye aylar var."
"Her neyse," dedim omuz silkip. "Gidin artık."
Annem beni yanağımdan öpüp babamın elini tuttuğunda sonunda evden çıkabildiler. Arkalarından kapıyı kapatıp anahtarı birkaç kez çevirdim. Yağmaya başlayan yağmurun sesini duyabiliyordum ama annemin bir şemsiye aldığından emindim.
Mutfağa gidip annemin benim için yaptığı yemekten birkaç kaşık tabağıma koydum ama hiç iştahım olmadığı için tabağı doldurduğum gibi bırakıp Mia'yı alarak salona geçtim. O kucağımda yatarken basit komedi programlarından birini açtım ve telefonuma baktım. Skylar'ın mesajlarına cevap yazdıktan sonra diğer bildirimlere baktım ama hiçbiri Justin'den değildi.
"Ben aptalım, değil mi Mia?" Mia yavaşça miyavladığında bunu evet olarak algıladım. "Kedim de öyle düşünüyorsa demek ki öyleyim," diye kendi kendime konuştum. Kanalı değiştirip insanların bir araba için yarıştığı yarışma programlarından birinde durdum. Öylece uyuyakaldığım da kapının hızlı hızlı çalınmasıyla uyandım. Yerimden zıplamam hala kucağımda yatan Mia'nın acı bir şekilde miyavlayıp kucağımdan kaçmasıyla sonlandı. Saate baktığımda sadece bir saat geçtiğini gördüm. Annem ve babam olamazdı. Telefonuma bakınca onlardan gelen bir arama da görmedim. Kapı tekrar çalındığında oraya doğru ilerledim.
Kapı deliğinden bakıp Justin'i görmem vücudumun elektrik akımına uğramasına neden oldu. Tereddütte kalarak kapıyı çok az açtım.
"Burada ne işin var?" derken neredeyse azarlıyordum. Baştan aşağı ıslanmıştı.
"Senin için geldim," dedi.
"Annem ve babam evde, babam gelmeden git buradan."
"Yalan söyleme Elsa," derken kapıya yaklaştı. "Tek olduğunu biliyorum."
"Nereden biliyorsun?" Kapıyı sadece kendim gösterecek kadar açık tutuyordum ama bu onun dibime kadar girmesine engel olmadı.
Islak dudaklarını yalayıp, "Bunun bir önemi yok," dedi. "Sadece seninle konuşmama izin ver." Yağmurun sesinden kendi sesini duyurmak için bağırıyordu.
"Konuşacak ne var ki?"
"Anlamıyorsun," dedi. "Yanlış anladın. Yemin ederim o kızla seni aldatmıyorum. O arkadaşım. Yemin ederim, Elsa. Lütfen beni dinle."
"Yanıma gelmeyip o kızla geldin ve sonra seni yine aynı kızla bizim beraber gittiğimiz kafede gördüm."
"Ve sende Marc'ı öptün!" Bu sefer yağmurun sesi yüzünden değil bağırmak istediği için bağırıyordu. "Ama ben, beni aldattığını düşünmedim. Elsa, bana güvenmeyi dene."
"Justin, evine git."
"Hayır," dedi. "Bak, yarın seni onunla konuşturacağım. Sana sadece arkadaş olduğumuzu o da anlatacak. Ama yalvarırım bunu bitirme. Bu kadar kolay olamaz. Yalvarırım, Elsa." Sesi onda daha önce duymadığım kadar çaresiz çıkıyordu. "Sana ihtiyacım var."
Kapıyı onunda geçebileceği kadar açtım. "Hasta olacaksın," dedim. "İçeri gir ve kurulan."
İçeri girdiğinde kapıyı arkasından kapattı ve anında ellerini yüzümün iki yanına koyup beni öpmeye başladı. Islak dudaklarını benimkilerde hissettiğimde sanki her şeyi geçirecek şey bu gibiydi. Saçlarından ve kıyafetlerinden gelen suyun beni ıslatmasını umursamadan ben de onu öptüm.
Bugün hakkında düşüneceğim son şey bu yağmurda evime gelmesiydi ama yapmıştı. Her zaman en son düşüneceğim şeyleri yapmasına alışmam gerekiyor gibi görünüyordu.