Asya'dan;
Ellerimi koyduğum camın gerisinde yatan, canımdan bir parça olan, muşmula suratlı şey beni ne kadar da korkutmuştu öyle! Onlara kavuştuğuma sevinememiştim bile. Yanımdan bir an bile ayrılmayan Çağatay, hiç durmadan ağlayan Göktuğ, kendini harap eden ve bunu neden yaptığını bilmediğimiz Aras, gelemedikleri için sürekli arayan Deniz ve Derin, kime yavşayacağım diye ağlayan Ege... İçerde hayati tehlike atlatan kız benim çocukluğum, ergenliğim, suç ortağım, bazen düşmanım bazen dostum, her şeyimdi. Hepimiz günlerdir hastane koridorunda gelen ailelerin feryatlarına tanık oluyorduk. İnanın bana bir annenin feryadı, tarifsiz bir acı veriyordu içinize.
"Ağzınıza sıçayım sizin." diyip sinirle telefonu kapatan Çağatay'a döndüm. İçim yanarken görüntüsü yağmur oluyor, yağıyordu sanki. Bu kadar üzgünken ve sebebi o iken nasıl oluyor da aynı zamanda iyi hissettirebiliyordu yüzü, ses tonu, varlığı...
"Neler oluyor?" dedim boru gibi çıkan sesimle. Ağlamaktan zarar gören tek yer gözlerim değilmiş demekki.
"Savaş ve Orkun kaçmayı başarmış." dedi dişlerinin arasından. Bu kaçışın sebebi iki psikopatın becerisi mi, bizim adamların aptallığı mıydı?
"Çağatay onu bulun. Bunun cezasını verecek, vermek zorunda!" ellerimi saçlarımın arasına geçirmiş Savaş'a çektireceğim işkenceleri gözden geçiriyordum.
Bir yerlerine ağaç mı soksam yoksa göbek deliğine lav mı döksem?
Bileklerimden tutup ellerimi saçlarımdan kurtardıktan sonra bırakıp, beni sıkıca saran kollarına bıraktım kendimi. Başıma öpücükler kondurup beni sakinleştirmeye çalışırcasına saçlarımı da okşuyordu.
"Söz veriyorum sana Toprak iyi olduğu anda cezasını vereceğiz." Ellerimi beline dolayıp içimdeki tüm duyguları yok etmek istercesine sessizce ağlamaya başladım. Sanki tüm kötü hisler gözyaşımla akıp gidecekmiş gibi hissediyordum.
"Asya!" Bize doğru koşan Aras'a döndüm. Ona nefretle bakıyordum çünkü Toprak'ın aklını çelmeye çalışıyor gibiydi.
"Ne oldu?" dedi Çağatay sarılmamızı böldüğü için bıkkınlıkla.
"Toprak nasıl?"
Başına Toprak kadar taş düşsün.
Göktuğ seni vursun.
"Daha iyi." takınabildiğim en itici gülümsemeyle devam ettim. "Sen merak etme."
İç sesim ve dışarıya çıkan sözlerimin arasında uçurumlar vardı.
Uçurumlar.
Uçurum.
Çağatay bana uçurumda aşkını itiraf etmişti. Ah Romeo'm. Ona daha sıkı sarıldım.
"Artık çıksa. Dayanamıyorum." diyince kaşlarımı çatıp sinirle ona baktım. Çağatay'ın kollarından kurtulup vücudumu Aras'a çevirdim ve hesap sorar gibi kollarımı bağladım. Hesap soracaktım. Göktuğ varken ne cesaretle kızın aklını çelmek gibi bir amacı varmış gibi davranıyordu?
Gözleri şaşkınlıkla Çağatay'a döndü ardından tekrar bana baktı.
"Yani sonuçta o benim-" derken sözünü kestim.
"Sadece arkadaşın. Daha ilerisini aklının ucundan bile geçirme. Tamam mı?" diye tısladıktan sonra sinirle omzuna çarpıp yanından geçtim.
Aşağıya inerken gözlerim Göktuğ'u arıyordu. Neredeydi? Nasıldı? Birilerine ihtiyacı olduğunu biliyordum ve bu yüzden yanında olacaktım. Her zamanki gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"Kanka Mal Mısın?"
Novela Juvenilİki spastik. Bir arkadaş grubu. Tüm gün yatılacağını hayal edilen bir tatil. Beklenmeyen misafirler, beklenmeyen aşklar. Klişe bir başlangıç, beklenmedik bir son. Ar yu redi? Argo içerir*