İlkbahar ın bu ilk aylarında, havalar yeni yeni ısınmaya başlamıştı. Yetimhaneye bağışlanan koyu yeşil kazağımın beni terletmesinden bunu anlayabiliyordum. Yetimhaneye bağışlanan bu kazak, yaklaşık bir 5 kişinin elinden geçip, giyildikten sonra nihayet bana ulaşmıştı. Sıranın bana gelmesi uzun sürdüğünden neredeyse yaza girmiştik. Şimdi kazak bendeydi ama bir değeri yoktu işte.
Elimin tersiyle boynumdaki ve alnımdaki ter damlacıklarını sildim. Sonrada hızlı bir şekilde kazağı üzerimden çıkarıp yatağa fırlattım. Sağ tarafımda, üzerinde lamba bulunan ikili çekmeceden lastik toka alarak, saçlarımı yarım bir şekilde topladım. Biraz sıcağın geçmesi için elimi kendime doğru yelledim.
Kendimi serinletmeye çalışırken yanıma, benden yaşça küçük, yetimhaneli bir oda arkadaşım geldi. Adı Mutlu. Tam da adına yakışır bir halde kendinden emin bir şekilde bana bakıp gülümsüyordu. "Şey... Ben... Bir şey soracaktım da..."
"Ah tabi sorabilirsin ablacım." iyimser davranıyorum çünkü her an kırılabileceğinin farkındayım.
"Kazağın sırası senden sonra bendeydi ama almam için daha senin vaktin dolmadı. Şimdi görüyordum da... Sanırım giymiyorsun." biraz çekinerek de olsa, cümlesini tamamlayabilmişti. Kazağı istemesine şaşırmıştım aslında. Bu kazak onda büyük duracaktı.
"Olur. Neden olmasın? Zaten bende içinde sıcak alıyordum." deyip kazağı doğru yüzüne çevirip katladım ve Mutlu' ya uzattım. Büyük bir sevinçle kahverengi gözleri ışıldadı.
"Teşekkür ederim. Bu iyiliğini unutmayacağım. Eğer sen de bir şey istersen çağır olur mu? "
Tamam anlamında anlamında başımı salladım. Mutlu nun yüzündeki gülümsemeye bende eşlik ederek O nu yatağına yolladım. Yatağına gidip girene kadar yolda seke seke sevincini belli etti. İstemeden gülümsedim.
Çocuk işte... Diye geçirdim içimden. Büyüdüğünde başına neler gelebileceğinin farkında değildi. Gülümsemem yerini acı bir tebessüme bıraktı.Daha sonra kendimi toparlayarak üzerimdeki çocukluğumdan kalma yorganı iterek ayaklarımı dışarıya çıkardım.
Arkamdaki yastıkları kafama denk gelecek şekilde ayarladıktan sonra arkama yaslandım. Yine, yanımdaki ikili çekmecenin üzerinde duran, belkide 5 defa okuduğum biyografi şeklinde yazılmış olan, Zülfü Livaneli nin "Sevdalım Hayat" adlı kitabı elime aldım ve ayraçla ayrılmış bir kaç sayfada en sevdiğim şiirleri ezbere bilmeme rağmen bir daha da okudum.
Söyle canım, söyle bana
Anlat nedir genç olmak.Bir gün
Çok bunalırsan
Denizin dibinde, yosunlara takılmış gibi soluksuz...
Sakın unutma gökyüzüne bakmayı
Gökyüzü senindir.
Gökyüzü herkesindir.Bir gün kapanır bütün kapılar
Öksüz bir dünyada
Yalnız bir dünyada
Bakar kalırsın çaresiz.Kitaba odaklanıp bunları tekrar tekrar okurken, yataktaki oturma sarsıntısıyla kafamı kaldırıp, oturana baktım. Omzu düşmüş, bakışları yerdeydi. Tırnaklarıyla oynayıp arada kemiriyordu.
Yaren.Medyayı burda açın lütfen.
Sonunda gelebilme cesaretini gösterebilmişti. Ama, gelebilmekte bir şey yoktu. Bence önemli olan hatasını anlayabilmesiydi. Her ne kadar "hata" desemde, ikimizde bunun kasıtlı olarak yapıldığını biliyorduk. Ve bundan, Yaren' in kolay kolay kurtulamayacağını da.
Beni öldürme düşüncesi bile kafasından geçebilen birisi için,yapacaklarım bir hiçti bile. Onun benden büyük ölçüde, bu önümüzdeki 3 ay boyunca çekeceği vardı. Çekmesini tüm yüreğimle diliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşiret Kızı
Ficción GeneralSu, 18 yaşında, kumral, kahküllü bir genç kızdır. Kendini bildi bileli yetimhanede yaşayan Su' yun, artık yetimhane günleri dolmuştur. Yetimhane kapısından çıktıktan sonra ne yapacağını kara kara düsünen Su, yetimhaneden ayrılmadan 1 gün önce aldığı...