Kan Kokusu

36 5 1
                                    

Saat 05:00 civarı, yarı siyah, yarı mavi gökyüzünü izliyordum. Yine sabaha kadar uyku tutmamıştı. Maskeli balonun ardından tam bir hafta geçmişti. Ben bir haftadır Algı'yı görmüyordum. Hiç okula gelmedi, ilk birkaç gün hep onu düşündüm. Fakat sonraları umudumu yitirdim. Zaten sınıfta öğretmenler dahil kimse onun yokluğundan söz etmiyordu. Sanki ben hariç hiç kimse farkında değildi. Uykularım kaçtı, her gün oturup o günün sırrını çözmeye çalıştım. Algı'nın yanında görmüş olduğum herkese onunla ilgili sorular sordum. Fakat herkes onun ne kadar eğlenceli ve gizemli olduğundan bahsedip durdu.

Balkonda oturup bitki çayımı yudumlarken birden kafamın üstünde bir ampul yandı. Madem Algı'yı sorup soruşturamıyordum, ben de yanındaki o çocuğu öğrenirdim. Çocuğu D sınıfına girip çıkarken görüyordum. Ayrıca Algı isminin "Görkem" olduğunu da söylemişti. Tekrar saate baktım. 6:30 olmuştu. Heyecanla içeri girdim ve üstümü değiştirip yola koyuldum. Okula bu saatte giren tek öğrenciydim. Koridorlar bomboştu, temizlik görevlileri bile mutfakta çay içip kendilerine gelmeye çalışıyorlardı. Memurun odasına girdim. Odanın karşısındaki rafta defterler sıralıydı. Hızla 12. sınıflara baktım ve D defterini çekip Görkem'i aradım. Efe Görkem Budak. Yemekhaneye ilerledim. Bir yandan da cep telefonumu çıkarıp çocuğu araştırmaya başladım. İlginç ki o da benim gibi bu sene İzmir'e gelmişti. Gerçi ben İzmir'de doğup büyümüştüm ama, onun da Ankara'dan gelmiş olmasına şaşırdım. Uzun bir araştırmadan sonra çocuğa ait bir iletişim bilgisi bulamadım. Son çare Buse'yi aradım. Uykulu bir sesle telefonu açtı. "Ne var!?"
"Efe Görkem Budak'ı tanıyor musun?"
"Ne?"
"Efe Görkem Budak... 12-D sınıfından. Şu Algı'nın yanında dolaşan çocuğu diyorum." dedim.
"Bizim Görkem'i diyorsun sen. Kapat numarasını atayım." Diye yanıtladı.

Görkem'i arayıp adresini istedim. Konunun Algı'yle ilgili olduğunu duyunca dayanamadı tabii. Hızla evine gittim. Belli ki ailesiyle yaşıyordu. Gördüğüm kadarıyla gayet normal bir yaşam sürüyordu, okuldaki o sert halinden eser yoktu. "Algı bir haftadır ortalıklarda yok. Onu merak ediyorum" dedim. Sert bir cevap bekliyordum. Fakat kaşlarını kaldırıp ellerini kavuşturdu ve "O gece sen gittikten sonra biz de birlikte mekandan ayrılıyorduk. Lavaboya gideceğini söyledi. Herşey gayet normal giderken çok uzun kaldığını fark edip onu aradım. Bir kaç defa aradım, ne ses var ne seda. Tuvalete hızlıca girdim. Tüm kapıları tekmeledim, hepsi boştu. Nasıl çıktığını bilmiyorum ama ben de senin kadar merak ediyorum, bir haftadır telefonlarıma çıkmıyor." diye anlattı.
"Anladım." dedim. "Numaramı öğrendin, bi gelişme olursa beni haberdar eder misin?"
Kısa bir bakış attıktan sonra "Tamam." dedi. Sessiz bir şekilde beni kapıya kadar geçirdi. Tam çıkacaktım ki kendimi tutamadım. Arkama dönüp "Yanlış anlama ama, sen Algı'nın neyi oluyorsun?" diye sordum.
"Eski bir dost diyelim. Haberleşiriz." diyerek kestirip attı. Tek kelime etmeden oradan ayrıldım.

Okula dönmeyecektim. Bir gün daha her dakika onun kapıdan girmesini beklemekle geçiremeyecektim. Ben de
eve gidip dinlenmeyi seçtim. Yatarak tüm gün sosyal medyada Algı'yı aradım. Algı Gürsoy isminde sadece bir Facebook hesabı buldum, onda da hiçbir bilgi ya da fotoğraf yoktu. Yine de şansımı denemek istedim. "Algı. Ben Ozan, hani şu geçtiğimiz cumartesi haddini bildirdiğin. Seni çok merak ediyorum, lütfen haber ver!" diye bir mesaj yolladım. Akşama kadar bir cevap gelmesini bekledim ama olmadı. Saat 21:00a doğru karnım guruldamaya başladı. Bu akşam biraz neşelenmek istediğim için Emre'yi aradım. Akşam yemeği için evine davet edince hemen evden ayrıldım. Sokağın sonundaki caddeden taksiye binmeyi umuyordum. Hava yağmurluydu. Kalın ceketimin kapişonunu kafama geçirdim. Islak ve karanlık sokakta yürümeye başladım. Kaldırıma çıktığım esnada yere bakarak yürüyordum. Birden bir şeye çarptım. Kafamı kaldırıp "Pardon." diyecek oldum ki ne göreyim. Algı tam karşımda kanlı canlı duruyor. Simsiyah deri ceketinin önünü kapatmış, elleri ceplerinde. Saçlarının ve kirpiklerinin her teli ıslanmış bana bakıyor. Bir süre öylece kaldım. Kaba ses tonuyla "Ne bakıyorsun be!" deyinceye dek öylece dalmışım ki birden kendime geldim. Sesini biraz daha yumuşatarak "Mesajını aldım." dedi. Soğuktan titreyen çenesine baktım. Sonra da rengi mora dönmüş dudaklarına. Dudağının kenarındaki kırmızı leke dikkatimi çekti. O konuşurken ben öylece o lekeye bakıyordum. Onun bu ıslanmış yavru kedi görüntüsüne daha fazla dayanamayıp hızla kolundan çektim ve eve doğru yürümeye başladım. Bağırıp sızlanmasını bekliyordum ama hiç tepki vermeden yürüdü. Sanki o da gelmek istiyordu.

Önce Emre'yi arayıp gelemeyeceğimi söyledim. Banyodan temiz havlu getirdiğimde Algı'nın kahverengi deri koltuğun en uç kısmına oturduğunu gördüm. Kollarını ısıtmak için durmadan sıvazlıyordu. Ama dudaklarının rengi iyice mosmor olmuştu. Ceketini çıkartıp bana uzattı. Aynı anda bende ona havlu verdim ve solundaki koltuğa oturdum. Saçlarını kuruladı. Ardından kollarını ve üst bölgesini kurulayıp havluyu sırtına sardı. Tekrar kalkıp ona battaniye getirdim. Oturduğu yerde havluyu kenarı koyup battaniyeye uzandı. Kaşlarımı kaldırıp elimle koltuğu işaret ettim ve "Uzan." dedim. Alttan bana dik dik baktıktan sonra yavaşça kıvrıldı. Battaniyeyi üstüne iyice örttüm. Bu mükemmel manzara karşısında dilim tutulmuştu. Yanına oturup dirseklerimi dizlerime dayadım ve düşünmeye başladım. Sonra ona döndüm ve "Nasıl?" dedim. "Nasıl buldun burayı?"
"B-B...Buldum işte." dedi. Algı kadar egoist bir kızın şuan böylesine sessiz ve masum göründüğüne inanamıyordum. Elimi yanağına götürdüm. Yanıyordu. "Algı senin ateşin var." dedim.
Sessizce gülümsedi. Önce bakakaldım. Sonra hemen battaniyeyi üstünden attım. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. "Ağlıyor musun sen?" diye sordum.
"Hayır" dedi. "Gözlerimi açamıyorum...Ozan."
Ozan derken sesi titremişti. Sonra yavaşça gözleri kapandı. Onu kucaklayıp odama çıkardım. Bu ıslak kıyafetlerle ateşi durmadan artıyordu. Üstünü değiştirmek zorundaydım. Üstüne yapışan ıslak t-shirti çıkardım. Kendi bol t-shirtlerimden birini üstüne geçirdim. Elbise gibi olmuştu. Ardından ıslak botları ve çorapları, son olarak da ıslak deri pantolonunu çıkarttım. Nazikçe yatağa yatırıp üzerine ince bir örtü örttüm. Saçlarını havluya sardım. Hala gözlerini açamamıştı. Pijamalarımı giyip yatağın karşısındaki koltuğa oturdum ve onu izlemeye başladım. Yaklaşık üç saat izledikten sonra o güzel görüntüsünün üstüne göz kapaklarım indi.

Sabah kalktığımda karşımda gördüğüm tek şey boş bir yatak ve kırışık bir yatak örtüsüydü. Hızla aşağı inip telefonumu arayacaktım ki, banyodan mırıldanma sesleri duydum. Banyoya doğru ilerledim, kapı açıktı. Algı'nın tepeden topuz yapılmış saçları dağınıktı. Beni fark edip yüzünü bana çevirdi. Göz göze geldiğimizde aynanın karşısından çekilip yanıma doğru ilerledi. Bir süre bana baktıktan sonra elinde tuttuğu telefonumu kaldırdı. "Görkem'i aradım." dedi. "Buraya doğru yolda. Beni almaya geliyor." Tek kaşımı kaldırıp baktım. Önümden geçip amerikan mutfağıma doğru ilerledi. Ben de arkasından onu takip ettim. Tezgahın üzerine oturup ayaklarını sarkıttı. Bu esnada dolaptan sütü çıkartıp kafama diktim. Arkama dönüp "İster misin?" dedim. Kafasını sallayıp gülümsedi. Yanına yürüyüp bardağa süt koydum. Tam verecektim ki kollarını bana doğru uzattım. Sarılıp aşağı indirirken dudakları dudaklarımı teğet geçti. Hafif aralık dudaklarından kısa bir nefes yüzüme çarptı. Ağzından o metalik kan kokusunun geldiğini hissettim. Ellerimi belinden yavaşça çekip yaklaştım. "Nefesin neden kan kokuyor?" Diye sordum. Kaşlarını çatıp bana baktı. Tam cevap vermek için dudaklarını yeniden araladığı anda, kapı zili duyuldu. Kapıya yöneldim. Görkem Algı'yı götürmek üzere gelmişti.

Kirli KanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin