beş

231 28 7
                                    

Ölmedim ve bu da yeni bölüm. Medya çok mükemmel değil mi?

Elimi cebime atarak küçük gümüş anahtarı bir kez daha yokladım. O anahtar üzerimdeki her şeyden daha değerliydi. Bir üniversitenin arşivini elimde tutuyordum.

Olaylar çok hızlı gelişmişti. Profesör Butterfield daha önce Harry'nin psikiyatristiymiş, onunla ilgili tüm dosyaları klasörlemiş çünkü farklı bir hastaymış. İçtiği ilaçlardan, ettiği laflara kadar her şey üniversitenin arşivindeymiş. Dosyalara göz gezdirmek istediğimi söylediğimde, Profesör bana istediğim kadar göz gezdirebileceğimi söylemişti.

Şimdiyse, kaybetmem dahilinde fakülteden atılabileceğim bir metal parçasıyla eve dönüyordum.

Banliyönün önüne geldiğimde, Harry'nin ayakkabılarının hala evin önünde olduğunu gördüm. Kapıyı tıklatıp ayakkabılarımın bağını çözdüm ancak kapı açılmadı. Birkaç kez daha çaldım, sonuç aynıydı. Çantamı açıp anahtarlığımı aramaya başladım. Anahtarlığımın ucuna takılı olan tüylü oyuncak elime değdi ve bende çantadan çıkartıp kapıyı açtım.

Açık konuşacağım, eve girdiğimde görmeyi beklediği şey ile gördüğüm şeyin yakından uzaktan alakası yoktu. Harry'i her şekilde görmeyi beklerdim ancak yarı çıplak bir biçimde halıda yuvarlanması beklentilerimin dışındaydı.

Üzerinde dün giydiği gri eşofman dışında bir şey yoktu. Saçları terden suratına yapışmıştı ve göğsünden boncuk boncuk terler akıyordu. Ayaklarını bir birine sarıp karnına çekmişti, ellerini ise kulaklarına bastırıyordu. Gözleri sımsıkı kapalıydı. Halıda sürünmesini saymıyorum bile.

"Iyi misin?" Bu iki kelime ağzımdan çıkan ilk sözcükler oldu. Bir yanıt alamayınca yanına eğildim. "Harry...?" Yuvarlanması durmuştu şimdi sadece mırıldanıyor ve ağlıyordu. Omzunu dürtükleyip ne yapmam gerektiğini düşündüm. İnlemeye devam etti. Gözyaşları sicim gibi yanaklarından akıyordu.

"Gidin başımdan!" Çığlığı kulaklarımı çınlattı. "Lütfen, rahat bırakın beni!" Küçük bir çocukmuş gibi yalvarıyordu. Geri çekilip bekledim. Elleri kesilmiş, kesiklerden kanlar akıyordu. Akan kan, beyaz halıda kırmızı bir leke bırakmıştı.

"Yapmam gerekeni söyle," diye bağırdım. Ne krizine girdiğini bilmiyordum, yanlış müdahale sonucu onu sakat bırakabilirdim. Kafamı toplayıp düşünmeye çalıştım.

Birkaç dakika içinde yalvarışları kesildi. Ancak pozisyonunu bozmamıştı. Hala kendini sıkıyor, gözlerini açmıyordu.

Ölüp ölmediğine bakmak için yanına eğildim. Ellerimle yavaşça kafasını sarmaladığımda, hızla gözlerini açtı. "İyi misin?" Dedim fısıldayarak. Sıktığı vücudunu yavaşça gevşetti ve kafasını salladı. "Beni korkuttun," yavaşça gülümsedim.

Sakince doğruldu. Suratı hala hayalet görmüş gibiydi. "Güvenli değil" dedi nefes nefese. "Burası güvenli değil."

"Sakinleş," ayağa kalkmak için kıpırdadım. "Sana su getireyim, konuşuruz."

Titreyen ellerini bacaklarıma sardı. "Hayır, lütfen, gitme." Kurumuş Gözleri tekrar sulandı. "Tekrar gelebilirler, lütfen" kalktığım yere oturdum. Başını kucağıma koydu. Kızarmış gözlerine baktım. Koyu yeşilleri, kahverenginin en koyu tonu olan gözlerimle birleşti. Birkaç dakika bu şekilde kaldık. Tek kelime etmeden.

Neler olduğu hakkında hiçbir fikrim olmadığından korkuyordum. Kafamda her şeyi oturtmak için sordum.

"Geceleri gelmeleri gerekiyordu." Dedi titrek nefeslerininin arasından."Geliş saatlerinin değişmesi yaklaştığını gösterir" Normalde onu psikolojik olarak zorlamamam gerektiğini biliyordum ama insanoğlunun merakı, içimde verdiğim savaşta galip geldi. "Yaklaşan ne?"

homeless //h.sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin