Elif her zamanki gibi Barış'tan çok çok önce hazır, bekliyordu. Kahvaltıyı masasını toparlamış, akşama ne yemek yapacağına bile karar vermişti. Hatta akşam yapacağı yemek için, çözülsün diye buzluktan malzeme bile çıkarmıştı. Akşam ki menüsünü bir kez daha gözden geçirdi. Çorba, pilav ve etli fasulye. Doğru bir karar gibi duruyordu. Barış ise her zaman ki salatayı ben yaparım diye artistlik yapacak ama bu vaadini gerçekleştirmeyecekti.
Nerede kalmıştı bu adam altı üstü bir pantolon giyecekti. Elif, '' Of Barış...'' deyip cümlesini tamamlamadan '' Geldim '' diyerek salona koştu Barış. Elif kapının önünde bekliyordu onu. Barış koşturarak geldi ve gülerek '' Çok bekletmedim ya '' dedi. Elif '' Birde dalga geçiyor, aptal '' diyerek sitem etti ve kabanını giydi. Hava ne kadar güneşli görünse de soğuk olduğu kesindi. Nede olsa Şubat ayıydı. İkiside bir birinin atkısını, şapkasını sıkı sıkı giydirdi.Tamevden çıkamadan, akşama görüşmek üzere öpüştüler ve evden çıktılar.
Barış önden koşup Elif'in arabasının kapısını açtı. Centilmenlik onun işiydi bir de bekletme, geç kalma huyu olmasa... Elif gülümsedi '' Teşekkürler beyefendi '' diyerek bir öpücük armağan etti. Barış, '' Rica ederim efenim'' diyerek Elif'in kapısını kapattıktan sonra yola koyulması için onu izleye durdu. Elif yavaş yavaş gözden uzaklaşırken kendi arabasına yöneldi Barış ve kontağı çevirdi. Birden bangır bangır bir ses geldi ve irkildi. Radyonun sesi dünden açık kalmıştı. Sesi kıstı ve sol aynasına bakarak yola çıktı. Her sabah olduğu gibi yine işe gitmek istemiyordu. Zaten Elif olmasa hayatta bu saatte işe gitmezdi.Kendi işinin patronu olamasının verdiği rahatlık vardı üzerinde. Barış baba mesleğini sürdürüyordu, fotoğrafçıydı. Gerçi babasının çok önüne geçmişti. Katalog ve manken çekimleri yapan büyük bir stüdyosu vardı. Babası daha çok vesikalık çeken bir mahalle fotoğrafçısıydı. Ama o zamanlar daha fiyakalıydı fotoğrafçı olmak. Şimdi ki gibi telefonlar yoktu. Herkes fotoğraf çekemezdi. Mahallede babasından dolayı herkes tanırdı Barış'ı. Foto Muharrem'in oğluydu. Barış'ın belli bir yeteneği vardı bu işe, babasından da teknik kısmını iyice öğrenmişti. Fakat fotoğrafçı olmayı düşünmüyordu. Hep başka bir sektörde çalışacağını düşünürdü ama neydi bu sektör kendide bilmiyordu.
Barış'a göre değildi bağlanmak. Öyle bir işe girip haftanın belli günleri belli saatlerde çalışmak. Senelik izinlere çıkmak falan. Bir tek Elif'e bağlanmıştı bu hayatta. Hakket ne yapacaktı babası fotoğrafçı olmasa, nerede ve nasıl çalışacaktı? Bu soru ilk defa aklına gelmiyordu. Hayatında cevaplayamadığı birçok sorudan biriydi bu. Düşünürken, bir sessizlik kapladı sanki. Radyonun kısık sesi dikkatini çekmiyordu. Ta ki Efkan ŞEŞEN '' Dokuz -Altı Yollarında '' diyene kadar. Barış nakaratı kaçırmamak için hemen radyonun sesini açtı.
'' Dokuz altı yollarında
Bir zincir boğazımdaSıkar sıkar gevşetemem
Ağlayamam ''Bu şarkı tam Barış'ın bulunmak istemediği iş ortamını anlatıyordu. Her sabah dokuzda iş başı yapıp,altıda paydos etmek. Bir kez daha kendini şanslı hissetti. Bu şarkıyı her dinlediğinde hissettiği gibi. Kim böyle çalışmak isterdi ki. Elif çalışıyordu ama. Her sabah dokuzda iş başı yapar, altıda çıkardı. Hatta bazen sinir bozan mesailere bile kalırdı. Bir moda evinde tasarım müdürüydü Elif. Yaptığı işi seviyordu ama Barış çalışmasını istemiyordu. Çünkü çok yoruluyordu ve Elif'i yıpratıyordu bu iş. Defalarca denemiş fakat Elif'i evinin kadını, çocuklarının anası olmaya ikna edememişti. Çocuklarının anası. Tabi ya bir çocukları olursa Elif işe ara vermek zorunda kalacaktı. Belki tekrar işe başlamazdı. Bu Elif'i vazgeçirmek için güzel bir başlangıçtı. Zaten bu çocuk konusunu yakın zaman da konuşmuşlardı. Her ikisi de ebeveyn olmayı istiyordu. Bu fikri sevmişti Barış gülümserken dikiz aynasına gözü takıldı. Yaşlanıyordu da sanki artık baba olma vakti gelmişti. Birkaç kırışık gördü suratında. Tam gözünü yola çevirmişti ki turuncu bir top gördü. Ardından 'Efe' diye bir çığlık koptu ve ürpertici bir fren sesi. Barış'ın lastiklerinden gelmişti o ses.
Araba durduktan sonra ağlayarak koşan bir kadın gördü Barış. Üzerinde ki şoku hemen atıp arabadan indi. Çarpmış mıydı çocuğa? Yaralamış mıydı, yoksa ölmüş müydü? Kafasında bu soruların korkusu vardı. Arabanın önüne geldiğinde yere eğilmiş iki elinin arasında turuncu topu olan Efe 'yi ve ona sımsıkı sarılmış kadını gördü. Annesi olmalıydı. Neyse ki hiçbir şeyi yoktu Efe'nin. Tam zamanında basmıştı frene Barış. Annesi çocuğa sarılmış, ağlıyordu. Barış eğildi, Efe'nin kafasını sıvazladı ve kadının omuzuna dokunarak '' İyi misiniz? Hastaneye gitmek ister misiniz? '' diye çekingen bir tavırla sordu. Kadın sesi titreyerek '' İyiyim, sağolun.'' derken Barış'ın suratına baktı. Barış da kadının suratını görmüş oldu bu sayede. İkisi de bir birine baka kaldı ve şaşkınlıklarını koruyamadılar, kısa bir süre sessiz kaldılar.
Barış, '' Zeynep. Gerçekten sen misin?'' dedi. Zeynep, '' Barış '' diyebilmekle yetindi. Azda olsa sesi hala titriyordu. Evet Zeynep'ti, Efe'nin annesi. Barış'ın ilk çocukluk aşkı Zeynep'ti. Seneler sonra arabasıyla çarpmak üzere olduğu çocuğun annesi olarak çıkmıştı karşısına. Her ikisi de şaşkın bir ifadeyle bir birine bakıyordu. Bu sessiz ortamı araba kornaları bozmuştu. Birden ayaklandılar Barış parkta ki banka kadar Zeynep ve Efe'ye eşlik etti. '' Hemen geliyorum '' dedi ve arabasını kenara çekmek için koştu.
Çocukluk aşkını bulmuştu Barış.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karavan
RomanceBazen zamanın nasıl geçtiğini anlamazsın. Çoğu insan bu cümleyi iyi anlamda kullanır. (Örn. " Abi o kadar iyi anlaştık ki kızla zaman nasıl geçti anlamadım bile...") Ben hiç bir zaman, zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. İyi veya kötü anlamda değil...