Dönüm

268 15 6
                                    

Yiğit'ten;

Genç adam kumtorbasına yaptığı onca eziyetten sonra, koşubandında ki hocasına 'ben gittim' işareti yaparak koca siyah kapıya doğru ilerledi. Dışarı çıktığı an da aklına ilk gelen "kesin hasta olacağım" düşüncesi oldu. İlk önce yapış yapış terli vücuduna, ardından pamuk gibi yağan kara baktıktan sonra; çareyi elinde tuttuğu haki rengi hırkayı giymekte buldu. Kar yağacağını bilmiyordu çünkü; iki gündür artık kendisine kafes gibi gelen spor salonunda dövüşüyordu. Artık orada yiyor içiyor, orada uyuyordu. Dünyayla tüm irtibatını kesmiş, kendini sinir boşlaltmada bir numara gördüğü salona adıyordu. Hızlı ve sık adımlarla ilerlerken eli cebine gitti. Önce -kim bilir kaç gündür kapalı olan- telefonuna değdi eli, sonra en yakın arkadaşına : Sigara. Ateşini aradı fakat bulamadı, 'kafeste unuttum herhalde' diye düşündü.
Geri dönmek yapacağı son şey olduğu için, yakınlarda bir market aradı mavi gözleri.
Evet, siyah doblo arabanın yanında küçük bir büfe vardı. Gözüne kestirdi ve oraya doğru yürümeye başladı. Karşıdan karşıya geçerken sağ ve soluna bakma içgüdüsü olmadığı için en az on kere korna sesi duydu. Ama her zaman ki gibi umursamadı. Büfe'nin önüne geldi ve yaşadığından bile emin olamadığı epeyce yaşlı adama "kibrit alabilir miyim?" diye sordu. Adam oralı bile olmadı, büyük ihtimalle duymamıştı. "Kibrit var mı kibrit ?" diye gayet kalın, güçlü ve yüksek sesle tekrarladı.
Bu sefer adam ona doğru dönüp, alaycı ve gayet kibirli bi bakış attıktan sonra : " Ne diye bağırıyorsun ? Senin karşında sağır mı var ? Serseri !" dedi. Epey öfkelenmişti yaşlı adam. Daha sonra alt taraflardan çıkarttığı bir kibriti önüne fırlattı genç adamın. Daha sonra diğer müşterileriyle ilgilendi. Genç adam, elini tekrar cebine attı ve cüzdanını aradı çaresizce. Çok güzel ! Onu da unutmuştu. Geri dönmek ona ölüm gibi geliyordu, gerçektende bir gün üşengeçlikten ya da umursamamazlıktan ölüp gidecekti !
Kibriti olduğu yerde bıraktıktan sonra daha öfkeli ve sert adımlarla gerisingeri yürümeye başladı. Yaklaşık on dakika sonra artık belirmişti siyah demir kapı. Tam kapıya yaklaşmış, açmak üzereydi ki ince bir kız sesi duydu : "Yiğit ! Bekle"
Yiğit gayet bıkkın ve istemeyerekte olsa arkasını döndü, tabiki yine o kızdı. Başka kim sokağın ortasında böyle kendine bağırırdı ki !
Tam anlamıyla baş belası bir kızdı. Hoca'nın kızı olduğu için ister istemez neredeyse her gün bu kızı görüp muhattap oluyordu. Ama tam bir yapışkan, ' yapma' dan anlamayan, söz dinlemeyen, şımartılmış bir kız tiplemesiydi. Yiğit elinde olmadan suratını buruşturdu. Kız, yolun karşı tarafından genç adama doğru su bulmuş arap gibi koşarken, genç adamda onu baştan aşağı süzdü. 'Çok cüretkâr..' diye düşündü içinden. 'Aslında her zaman olduğu gibi'diye de söylendi. Siyah dantelli büstiyeri ve asker yeşili uzun eteğiyle gerçekten çok güzel görünüyordu genç kız ve nedense cüretkar bi çekim gücü vardı.
Sarı saçları dalgalı, koca dudaklarında aynı büyüklükte bir gülümseme, kendinden beklenemeyecek hızla koşuyordu. Sonunda genç adamın yanına vardığında, neredeyse gözlerinin içi bile gülüyordu.
"Selam!" diyerek adamın boynuna atladı, iki yanağından da öptü. Yiğit kendinin bile duyamadığı şekilde "Selam" dedi yarım ağızla. "Erken çıkmışsın?" dedi kız şaşkın ve tedirgin bir ses tonuyla. Yiğit ise kocaman bir iç çektikten sonra kısaca 'evet' anlamında kafasını sallayıp , demir kapıyı araladı ve içeri girdi. Elbette kızda onu takip etti. Yiğit hızlı adımlarla soyunma kabininin yolunu tuttu. Bir an -her gün tekrarlanan- görüntüyü görmek için kafasını hafif sağına doğru döndürdü ve biçimli tek kaşını kaldırarak kıza doğru baktı; ama şaşırdı. Bugün bir tuhaflık vardı ...
Normalde o soyunma kabininin yolunu tutarken, genç kızın çoktan etrafını bir erkek sürüsü kaplar ve kızda onlara kur yapardı. Bugünde aynı görüntü vardı, fakat bir şey eksikti. Genç kız kur yapmayı bırak, tek biriyle bile ilgilenmiyordu. Yiğit'in arkasından kısılmış ve dolmuş gözlerle bakıyordu. Bir an için genç adamla göz göze geldikten sonra, kız elini tutan bir erkeği sertçe iterek demir kapıdan hızlıca süzüldü.
Umurunda olması beklenemezdi Yiğit'in elbette, ama bugün bu kızda onu çeken bir şeyler vardı. Üzüldüğü bir şeyler. Kafasını bununla meşgul etmeyerek, özellikle kendisinin kullandığı kabinin henüz kilitlenmemiş olan kapısını açtı. Koyu kahverengi deri cüzdanı aradı mavi renk gözleri. Hafiften sinirlenmeye başlamış; kirli kıyafetleri, bornozları rastgele oraya buraya fırlatarak altlarına baktı. Homurtuya benzer bir sesle bağırdı : "nerede bu!"
Aksi gibi kira parası da içindeydi ve bu durumda ev sahibinden izin alması, parayı diğer ay ödemesi gerekecekti. Fakat ne bir ayda iki kira ödeyecek geliri vardı, ne de insanlarla para konuşmayı seven bir yapısı. Zaten sadece bokstan para kazanıyor, kendi kendini geçindiriyor, 'en azından aç uyumuyorum' diye düşünüyordu. Boks'ta olmasa, ne yer ne içerim diye düşünmez paranın mutlaka bir yerlerden gelebileceğine inanırdı.
Allak bullak olmuş kabini öylece bırakıp, arkasına dahi bakmadan kapıyı çekip çıktı. Sakin olmaya çalıştığını belli eden haliyle, ayaklarını hocanın odasına doğrulttu.
Geldiğinde, kapıyı tıklattı ve hafifçe açtı. Kapıdan kafasını uzatarak ve dudak kıvırarak : "Gelmemde sakınca var mı?" dedi.
İşleri başından aşkın olduğu gayet belliydi, kafasını 'gel' der gibi salladı. Hocanın yanında; bir rütbesi olduğu belli olan, takım elbiseli iki adam duruyordu.
"Bizde senden bahsediyorduk Yiğit, gel otur bakalım." dedi hoca gülümsemeye çalışarak. Tek kaşını merakla kaldırdı genç adam ve daha yaşlıca olan takım elbiseli adamların yanına oturdu. "Konu nedir?" dedi biraz sıkılarak, 'sinirden kendimi yumruklayacağım şu gün içinde beni daha neler bekliyor merak ediyorum' diye düşündü. Yanında oturduğu kısa boylu adam omzuna küçük, dostane bir yumruk atarak "Seni almak istiyoruz evlat." dedi gülerek ve gayet istekli olduğunu gösteren ses tonuyla. "Almak ?" dedi Yiğit, nasıl bir konunun içinde olduğunun farkında bile olmayarak.
Yıllardır ona eğitim veren, her zaman sonuna kadar destekleyen, ne konuda olursa olsun yalnız bırakmayan hocası bile; istekli, ama üzgün duruyordu. Bir an gözgöze geldiler. Onunla ilk antreman yaptığı günü hatırladı Yiğit, kendisine karşı ne kadar merhametliydi o gün ... Yıllar önceki o görüntünün aynısını görüyordu şimdi, hocasının merhametli gözlerinde... Neler olduğunu anlamış gibiydi; fakat beyni ne anlamak , ne de bunu kabullenmek istiyordu.
Daha resmi ve ciddi duran diğer takım elbiseli adam : "Artık bizimle çalışmanı istiyoruz. Ününü duyduk, seni izledik, bize çok uygun bir sporcu olduğunu gördük. Seni daha profosyonel öğretmenler eğitecek. Yüksek konumlara gelebilecek bir ışık gördük sende. Eğer kabul edersen, seni temin ederimki hayatının şansını yakalarsın. Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak ve belki çok daha ünlü bir boksör olabilecek, uluslararası ringlere çıkabileceksin." dedi gayet ciddi ve ikna edici sesiyle.
Fakat Yiğit tam da kendinden beklenilecek cevabı anında vermişti bile : "Benim o kadar yükseklerde gözüm yok, ayrıca hayatımdan da gayet memnunum." dedi. Buna karşılık, karşısında bir başkası olsa iki dakikada ikna edecek olan adam aynı tavır ve ciddiyetle: "Kendini israf etme Yiğit Aras. Hayat hikayeni, yıllardır öğrencisi olduğun öğretmeninden dinledik. Hiç de 'gayet memnun' olacağın bir hayat yaşamıyorsun." dedi 'gayet memnun' sözünü söylerken Yiğit'i taklit ederek. Az önce ev kirasını kaybettiğini ve cebinde tek kuruş olmadığı düşüncesini hemen toz bulutu yapıp aklından uzaklaştırdıktan sonra, Yiğit : "Hayatım hakkında tek bir halt bildiğin yok. Ben memnunum. Ünlü bir boksör olmak istediğim falanda yok." dedi net bit şekilde. Adamın lafına başlamasına izin vermeden, odadakilere sert bakışlar fırlatarak oradan ayrıldı.
Kafes'ten çıktıktan sonra sesli bir şekilde küfretmeye başladı :
" Pezevenk. Söylediklerine bak. Sanane lan benim hayatımdan! Kafasını sürteceğim yere sonunda, onu istiyor herhalde köpek" diye söylenerek eve doğru ilerledi. Eve vardığında ayakkabısını, hırkasını, anahtarını fırlatarak; eski ama sağlam olan kanepeye uzandı bir hışımla. Neler oluyordu? Şanssızlıklar peşini bırakmıyordu.
Bir an kafasını gömdüğü yerden kaldırdı ve düşündü 'Bu bir şanssızlık mı? Neden adamlarla o kadar net konuştum ki? Neden ısrarla kafeste kalmak istiyorum? Beni oraya çeken ne ? Belki defolacağım bu kan kusan şehirden, arkama bile bakmadan gideceğim ? Neden müsaade edemedim ?'
Salondan mutfağa ayrılan bölüme geçti. Zaten evi iki odadan oluşuyordu. Salonu, mutfaktan ayıran tek şey bel hizasında kısa bir duvardı. Bir de yatak odası -pek kullanmasada- , tuvaleti de odasının bir bölümündeydi; kırık bir kapıyı aralayarak girebiliyordunuz. Gömme dolapların birinden bir sigara çıkarttı ve yağ kokan ocakta yaktı. Olduğu yerde çöktü ve sanki ilaç içiyor huzuruyla sigaranın hepsini ciğerlerine indirdi. Tam sigarasını söndürmek için ayağa kalkıyordu ki, salondan bir tıkırtı geldiğini farketti. Oturduğu ve kısada olsa bir duvar olduğu için salonu görmüyordu. Duvarın dibine kadar ses çıkarmamaya çalışarak süründü. Kafasını kaldırdı, ne olduğunu görmek üzereydi...

SOĞUKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin