Kavga

55 4 0
                                    

Yiğit'ten;

Adam eve varıp içeri girince, gördüğü manzara pekte iç açıcı değildi maalesef. Ama elbette bu, Yiğit'in beklediği bir şeydi. Çok şaşırmaya vakit bulamayacağı belliydi.
O adamlar, eve girmeyi başarmış; ortalıkta ev falan bırakmamış, her yeri birbirine katıp, kırılacak eşyaları kırıp gitmişlerdi. Belli ki, Yiğit'in evde olmadığını da biliyorlardı. Belki hastaneye gittiğinden bile haberdardılar. Çünkü ev, saatlerce uğraşılacak kadar fazla dağılmıştı. Yani adamlar burada epey oyalanmıştı.
Zaten kapısı açık olan eve girip, ayakkabılarını çıkarttı. Kapıyı sinirle, sertçe kapattı. Adamlar, Yiğit'i kaçırdıklarında -sanırım biraz insafa gelmişlerdi ki- ayakkabısını da yanlarına almışlardı. Fakat Yiğit, geçen gün attığı gibi yerinde duran hırka ve anahtarlığını aynı yerinde buldu.
Ardından aklına gelen tek isim; Kadriye Abla oldu. Ayda bir eve gelip, ucuz fiyata temizleyip gidiyordu. Şu an cebinde beş kuruş olmayan Yiğit, el mahkum Kadriye abla'yı aradı. Kadının, Trakya yöresi şivesini duyar duymaz yüzünde gülümse oluştu.
"Alo. Kadriye hanım, bana gelmen gerek. Ev çok berbat halde." dedi kalın sesiyle. Kadriye abladan onayı aldıktan sonra, koltukların birine oturdu. Kadriye ablanın evi, yandaki villanın sağ tarafındaki bina'nın ikinci katıydı. Yani, on dakika içinde buradaydı. Ayrıca, kadriye abla Yiğit'i gerçekten çok uzun yıllardır tanıdığı için samimiydiler. Abla- kardeş ikişkileri vardı.
10-12 dakika sonra zile birisi dokundu, 'kadriye ablanın zil çalışı bu' diye düşünen Yiğit, yavaş hareketlerle gidip kadına kapıyı açtı.
Orta yaşlı kadın, Yiğit'i görünce: "Napıyon len." dedi Trakya şivesinin tatlılığıyla, bez ayakkabılarını entarisinden kurtarmaya çalışarak.
Yiğit, Trakya şivesini taklit etmeye çalışarak: "Napiyim bea. Dayak yedim. Evin haline bak." dedi. Fakat şive, şive olalı böyle çirkin kullanılmamıştı. Yiğit'in sert ve kalın sesine bu tatlılık yakışmamıştı.
Kadın'da bundan yakınarak: " Sus. Beceremediğin şeyi deme." dedi dudak büzüp, beğenmediğini belli eden suratıyla. Yiğit'te, aynı suratı taklit ederek kadını karşıladı. Sonunda, kadriye abla eve girdi. Eşarbını çıkartıp vestiyer -gibi görünen saçma tahta şeye- koydu. Onun olan, buraya geldiğinde kullandığı pembe terliklerini giyindi. Ardından arkasını dönüp evin halini görünce, ellerini dizine vurdu ve bağırarak: "Len! Ne yaptın burada be ! Evi bok götürüyo! Ayvan gibi tepindin dee mi yine!? Eşşoleşşek!" dedi. Her zaman ki gibi, pembe terliğinin tekini çıkartıp, o sert görünüşlü -ama kadriye abladan korkan.- adama fırlattı. Tabiki, tam isabet!
Adam, terliği göbeğine çarptıktan sonra efendilikle, elleri belinde olan kadına uzaktan uzattı. Ekledi: "Ben yapmadım ya! Eve girmişler." dedi, çocuk gibi korkan bir sesle. Yiğit'e göre, kadriye ablanın terliği boks'tan daha çok can acıtıyordu. Çünkü, karşılık veremiyordunuz.

Kadın söylene söylene etrafı toparlamaya başladı. Birden söylenerek: "Deyyuslar ayakkabıyla girmiş bi de ! Belalarını versin be. Leen! Git tetercan al." diye Yiğit'e bağırdı. (Deterjan diyemediği için, tetercan derdi.) "Geliyorum. Sen devam et." deyip, hırkasını alıp çıktı evden Yiğit.
Yandaki villanın arka tarafında küçük bir market vardı. Oraya doğru yöneldi. Herhangi bir şeyle ilgilenmeyerek, hırkasını giyip kapşonu ile de kafasını kapatarak ilerledi. Karşısına bakmıyordu. Kapşonu tüm kafasını örttüğü içinde yere bakıyordu. Elleri cebindeydi. Tam marketin küçük kapısından girecekti ki bir şeye çarptığını farketti.
Nedense tanıdık olan kız sesi :"Ay! Ne yapıyorsun ya?! Önüne baksana! Üstüme çıksaydın !" diye, tabiri caizse civlemişti. Bu tepkiye sinirlenen Yiğit, sakin kalmaya çalışarak kapşonunu açtı ve karşısında ki kıza baktı. Tanıdıktı. Nereden hatırladığını önce anımsayamadı, daha sonra çöpün önünde karşılaştığı kız olduğunu farketti.
"Görmedim." dedi ve arkasını dönüp deterjanlara yöneldi. Arkadan bir erkek sesi ise buna karşılık: "Hoop bilader ! Özür dileyeceksin." diye sertçe bağırdı. Yiğit, ortamdakilerin duyabileceği bir ses tonuyla: "Pardon." dedi. Daha sonra gözleri en ucuz deterjanı aramaya başladı. Bu sefer ses yaklaşmıştı, çok daha yakınından
: "Özür dile." dedi ısrarla.
Tamam, bu sınırdı ve Yiğit sınırlarının zorlanmasından hoşlanmazdı. Göz açıp, kapayıncaya kadar arkasını döndü ve güçlü ellerinden biri ile çocuğun boynuna yapıştı. Hızla iterek, arkadaki yoğurt reyonunun camına, genç çocuğu bastırdı. Arkadan, o tanıdık kız sesi "Mert !" diye bağırdı ve yanlarına geldi ve ayırma çabalarına girişerek: "Mert ben onu tanıyorum, özür dilemesine gerek yok. Eminim yanlışlık olmuştur.!" dedi bağırmaya devam ederek.
Maalesef bu sözlerin tek biri bile iki adamı durdurmaya yetmedi. Bu sefer Mert, boynunu adamın elinden kurtararak sert bir hamleyle karşısındakinin kasıklarına tekme attı. Nedense o da en az Yiğit kadar profosyonel görünüyordu. Yiğit iki eliyle kasıklarını tutarken, alttan çenesine bir yumruk yedi. Kız hala var gücüyle onları ayırmaya çalışırken, bu seferde Yiğit karşısındaki adamın burnuna sağlam bir yumruk indirdi.
"Pezevenk!" diye homurdandı, burnundan hafiften kanlar gelmeye başlayan çocuk ve tam ikinci bir yumruk gelecekken karşısındaki adamın refleks olarak bileğini tuttu.
Tam o sırada dükkan sahibi elinde beyzbol sopasıyla gelip, ikisine de vurup, bağırmaya başladı: "Dövüşecek başka yer bulamadınız mı lan serseriler! Si*tirin gidin dükkanımdan vallahi polisi ararım!" dedi. Yiğit, hala havadaki elini indirdi. Karşısındaki çocukta bir süre sonra aynı hareketi uyguladı.
"Çıkın gidin! Pislik herifler! Hala duruyor! Çık ulan çık!" diye bağırmaya devam etti orta yaşlı dükkan sahibi. Yiğit, sanki daha saniyeler önce hiç bir şey olmamış gibi ellerini cebine koydu ve sordu :"Ucuz deterjan var mı acaba?".
Bunu duyan kız (Almila), gülmemek için kendini zor tuttu. Çünkü; dükkan sahibi iyice çileden çıkmıştı :" Şuna bak! Ukala köpek! Satmıyorum sana tek bir çöp bile! Bir daha seni bu mahallede görmeyeyim!" diye bağırdı.
Yiğit'te sinirlerine hakim olmaya çalışarak: "Siktir." diye mırıldandı. O sırada Mert, Almila'ya ben gidiyorum işareti yaptı ve kapıdan çıkıp, gitti. Nedense 'polis' kelimesini duyduktan sonra biraz tuhaflaşmıştı ve ortamda bulunmaktan gayet gerilmişti.
Almila, dükkan sahibine özürler yağdırırken Yiğit çoktan çıkmıştı. Onun çıkıp, yürümeye başladığını gören Almila peşinden koşup yakalamaya çalıştı. Yanına ulaştığında: "Gerçekten, özür dilemesi gereken kişi benim. Mert, biraz aksidir fazla tepki verdi. Lütfen kusuruna bakmayın, çok özür dilerim. Sizi de işinizden alıkoyduk. Almanız gereken neyse ben temin edebilirim." dedi nazik bir sesle.

Yiğit, bu çok konuşan kızdan sıkılmıştı ki: "Sorun yok. Lütfen sus." dedi ve yürümeye devam etti. Aynı büyük adımlarla yürümeye çalışan Almila: "Ben sizi tanıyorum, aynı yerde oturuyoruz." dedi. Biraz meraklı bir ses tonuyla. Genç adam ise: "Bende seni tanıyorum. Evet aynı yerde, benim binamın yanındaki villadasın. Yani?" diye cevap verdi. Kız, bundan cesaret alarak: "Bu yüzden saygısızlık etmek istemem. Lütfen, ne temin etmek istiyorsanız söyleyin. Gidip alabilirim. Sizi zor durumda bırakmak istemem." dedi. Bunu, cidden istediği her halindeb belliydi. Yiğit, deterjan alması gerektiğini ve cebinde de parası olmadığını düşünerek: "Olur. Deterjan lazım. Ama para harcamanı istemiyorum. Evinde varsa getir." dedi.

Kız, içi rahatlamış halde: "Kaçıncı kattasınız? Daire numarası?" dedi. Yiğit anında cevapladı: "İkinci kat. Üçüncü numara." dedi.
Zaten evin önüne gelmişlerdi. Zaten çok yakın olduğu için, çok yürümemişlerdi. Kız, kibarlığından ödün vermeyerek: "Siz çıkın. Ben hemen getiriyorum." dedi ve evine girmek için sağa doğru bir-iki adım yürüdü. Yiğit'te aynı şekilde evine çıktı ve kapıyı çaldı. Açınca, Kadriye abla (resmen) civledi: "Neredesin be ağaç oldum!" dedi. Yiğit ayakkabılarını çıkartıp, eve girdi ve "Geliyor şimdi." dedi. Geçip, salonda üzeri boş olan bir koltuğa oturdu.

(Arkadaşlar az yazdığımın farkındayım ama doğum günümdü, bir dahakine çooook uzun bir bölüm yazacağım sözveriyorum 🌸☺☺) Hepinizi öpüyorum 😌

SOĞUKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin