Almila'nın ağzından;
Kafama vurmuşlar gibi hissediyordum; BALYOZLA.
Neler oluyordu hayatımda ? Bu ne karmaşa böyle ? Bu ne anlamsızlık ? Ben ki, sıradan, evde pofuduk terliklerini giyip bir kahve yapıp kitap okuyan normal bir kızdım. Böyle şeylere alışık değildim ben. Arkadaş kazığı yemeye, birinin bir yerinin doğranmış olmasını görmeye, biriyle beş dakika boyunca göz teması kurmaya... Hayır, kesinlikle alışık değildim. Ayrıca bu duruma alışmayacaktım da.
Okul'a belli dilekçeleri verip, açıköğretime yazılacaktım ve o vakitte dershaneye gidecektim. Mert'in suratını bile görmek istemiyordum. En azından görmemek için elimden geleni yapacaktım. Kendimi iyice derslere ve tasarımlarıma, resimlere verirsem eminim hayatım normal halini almaya başlayacaktı.
Yarın okula gitme kararı almıştım, dilekçe işini acilen halletmeliydim. Bu düşüncemi annemle paylaşmak istiyordum ama konuya nereden başlayacağımı, konunun açık liseye kadar nasıl gittiğini açıklayabilir miydim bilmiyordum. Ne diyecektim ? Anne penceremi hep açık unutuyorum, bi adam beni çıplak gördü ve sonraki günlerde başka bir adamın elini doğradı ve ben buna birinci dereceden şahit oldum mu diyecektim ? Ya da en yakınım dediğim, dost saydığım bir insanın beni öpmesinden kıl payı kurtuldum mu? Hayatım iğrençliğe sürükleniyor mu diyecektim? Bu ne rezaletti ? Bu ne basitlik... Açıköğretim işini şimdilik ertelemeliydim.
Annem beni anlardı. Her zaman için, benim bile ağrıma giden hatalarımı cesurca sırtlamıştı. Beni yalnız bırakmak şöyle dursun, bir kaç gün bir yere gitse aradığında sesi ağlamaklı olurdu.
Kalkıp, bilgisayarımı aldım. O, en sevdiğim, bana 'beni' hatırlatan filmin ismi uçuverdi parmaklarımdan; Amelie... Yine izleyecektim, yine yarın kendini hatırlamış bir Almila olarak hayatıma kaldığım yerden devam edecektim.
Film başlar başlamaz, artık içimi mi döktüm bilinmez, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Film'i yarılamıştım, her zaman ki gibi bitmesini istemeyerek. Ağlamam, yerini yalnızca burun çekmeye bırakırken, filmde bitmek üzereydi. Bu filmin bana verdiği huzur, ne tarif edilir, ne de tarifi alınır cinstendi. İçimi kocaman huzur baloncuklarıyla kapladıktan sonra, sonunda uyuyakalmıştım.
Sabah uyandığımda, artık evde durmaktan boğulacağım için sertbest giyinip, okulu ve Ceyda'yı ziyaret etmek istiyordum. Annem ve Yasemin uyuyor olmalıydılar. Onları uyandırmadan, ya da rahatsız etmeden hazırlanmaya başladım. Dolabımı açtım ve umutsuzca bir göz attım. Nedense, aldığım herhangi bir şeyi bir kaç gün sonra beğenmeyebiliyordum. Tuhaf bir seçiciliğim vardı ama kriterlerimi ben bile bilmiyordum. Sanırım, o an ki duygularıma ve hislerime bağlı olarak alışveriş yapıyordum. Dolabımda her renk giysinin olma sebebi de bu olmalıydı.
En sonunda mat siyah taytımı, onun üzerinede kapşonlu uzun bordo rengi kazağımı giyindim. Saçlarımı açık bıraktım, gayet düzdü. Canım sıkkın olduğu için, çokta dikkat çekici bir şey giyinmek, süslenmek istemiyordum. Aslına bakarsanız ben zaten dikkat çekmeyen bir kızdım. İstesemde çekemezdim. Her neyse, saçımıda yandan gayet gevşekçe ördüm. Hata örgülerimi daha geniş istediğim için parmaklarımdan yardım alarak, örgüyü daha tanınmaz bir hale getirdim. Banyodaki günlük işlerimi hallettikten sonra, aşağı inip küçük bir kahvaltı yaptım. Sabah ilaçlarını içtim ve bir şemsiye alarak sessizce evden çıktım.
Kar yoktu bugün. Yağmur yağmıştı. Bütün karı eritmiş, şehre beyaz-kahverengi bir görüntü vermişti. Kabanımın cebinden telefonumu çıkartıp, kulaklığımı taktım. Ardından o en sevdiğim şarkılardan biri doldurdu kulaklarımı; Birdy- skinny love. Daha sonra tek elimle gül kurusu şemsiyemi tuttum, diğer elimi de cebime koydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOĞUK
Fiksi RemajaKaranlıkta kalmış, tutunamamış bir adamın; öfke ve tutkuyla tek beden olduğu hikayedir: SOĞUK...