Almila'dan;
Şu telefonlara neden akıllı derler anlamıyorum! Rüyanın belki de en güzel olacak yerinde alarm mı çalarmış? Bildiğin saygısızlık. Bu çirkin alarm sesine daha fazla tahammül edemeyeceğimi anlayarak, gayet isteksiz bir şekilde gözlerimi ovuşturduktan sonra bugün okula gitmek zorunda olduğumun da farkına vararak ayağa kalktım. Daha sonra masamın üzerinde duran telefonuma kızgınlık dolu bakışlar fırlatarak: "Bari beş dakika müsaade etseydin de sonunu da izleseydim!" dedim, eşyalarla konuşma içgüdüme sahip çıkamayarak. Sanırım sonsuza kadar da bu duruma sahip çıkamayacaktım, bu benim küçüklüğümden kalma yitiremediğim tek özelliğimdi.
Dün düzenle yerleştirdiğim kıyafetlerimi baştan savma bir şekilde giyindikten sonra, yine hiç özenmeyerek saçlarımı küçük çıtçıt tokayla toplamayı başardım. Aşağı indiğimde daha kimse uyanmamıştı, kimseyi rahatsız etmeyerek evden çıktım. Okul yoluna doğru yürürken telefonum mesaj sesiyle titredi; yazan Mert'ti. Bugün ailevi işlerinin olduğunu, okula gelemeyeceğini yazmış. Çok da takılmadım, zaten bugün okulda teslim etmem gereken ödevler vardı, ardından ajansa geçmek ve durumları kontrol etmek istiyordum, yani tamamen bunlara odaklanmıştım.
Okulda dört ders geçmişti. Bu kadar süre neden gelmediğimi merak eden yalnızca üç kişi vardı; Mert'in arkadaşı Buğra, sıra arkadaşım Ceyda ve okul müdürüm. Herkese gerekli açıklamaları yapmıştım, ödevlerimi de eksiksiz bir şekilde teneffüslerde teslim etmiştim. Beşinci derse gireceğimiz sırada Ceyda ve Buğra ile kantinden çıkıp, sınıfa doğru ilerlerken telefonum çaldı, arayan annemdi.Elimdeki kahveyi dökülmesin diye Ceyda'ya verip, telefonu açtım. Annem, biraz üzgün bir ses tonuyla: "Tatlım, karşı komşumuz sporcu bir adam vardı, o vefat etmiş. Babanla cenazeye gidiyoruz, sonrada halanlara geçeceğiz akşam bizi bekleme. Anahtarın yanında mı?" diye sordu. Annemle konuştuktan sonra, nedense içimde tuhaf bir şey hissettim. Bir şeyler unutmuş gibiydim ve bu unutuş canımı acıtmış gibiydi.
Sınıfa girdiğimizde biyoloji öğretmeninin bugün gelmediğini öğrendik. İki dersimiz onunlaydı, son dersimizde beden olunca herkes tek tek gitmeye başladı. Beşinci ders boyunca müzik dinledim. İçimdeki bu boşluğun ne olduğunu düşündüm. Vefat haberinden sonra böyle olmuştum, sabah hiç bir şeyim yoktu.
Bir an da aklıma o motorcu adam geldi. O adamı, ölen adamın yanında gördüğüme neredeyse yemin bile edebilirdim. Yani tanışıyorlardı, bence bugün cenazede o motorcu adam da olacaktı ve ben onu nedense uzun süredir görmediğimi farkettim. İçimdeki boşluğun bununla hiç bir ilgisinin olmadığını biliyordum ama yinede o cenaze törenine gitmek istedim. Zaten sınıftaki çocuklarda çoktan çıkmak için izin almaya müdürün yanına gitmişlerdi. Bir on dakika sonra ellerinde sınıf defteriyle sınıfa girdiklerinde, sarışın bir çocuk: "İzin aldık eve gidiyoruz sizde oturmayın boşu boşuna, yoklama alınmayacak." dedi.
Biz de hazırlanıp çıktık. Buğra bir yerlere gitmeyi teklif etti, Ceyda da bende istemeyince herkes kendi yoluna ayrıldı.
Kendimi semtin mezarlığına doğru yürürken buldum. Mezarlığa gayet yaklaşmış olmama rağmen hiç bir kalabalığa rastlamadım. Girişteki bekçiye: "Bugün buraya yeni birini defnetmek için geldiler mi?" diye sorunca, adam bana ileride bir yer göstererek: "Şu ağacın sağına dön, ilk mezarlık. Daha az önce kalabalık dağıldı." dedi.
Yavaş ve nedensiz adımlarla ağaca doğru yürümeye başladım. Ağacı geçip sağa döndüğümde durup, bir adım geri atarak ağacın arka tarafına geçtim. Oradaydı, öylece uzanmıştı ve gözlerini boşluğa dikmişti. Hiç bir şey düşünmez gibi bir hali vardı. Ayrıca ben görmeyeli baya değişmiş, ciddi kıyafetler gitmeye başlamıştı. Vücuduyla bütünleştiğini düşündüğüm Harley ceketide üzerinde değildi. Takım giymişti, bu adamı ilk defa takımla görüyordum.
Gözlerimi kıyafetlerinden alıp, yüzüne doğrultunca iki göğsümün arasında bir sıcaklık oluştu ve kulaklarımın kızardığını hissettim. Dudaklarım titredi, ellerimse buz kesmişti. İçimde ki o boşluk şimdi sıcacıktı. Ona üzülmüş müydüm, acımış mıydım? Ya da belki daha tuhaf bir şeydi. Her ne olduğunu bilmiyordum ama ona yardım edecektim.
Saklanan ayaklarımı yerinden çıkartarak bir kaç adım attım. Tam karşısındaydım ama beni fark etmemişti bile. "İyi misin sen?" dedim orta tonda bir sesle. Ama sanki dünyanın e yüksek sesini duymuş gibi irkildi ve birden ayağa kalktı. O, o kadar irkilince bende korktum ve geri bir adım attım. Şimdi, biraz daha sessiz bir şekilde: "Orası bence uyumak için fazla rahatsız." dedim, mezarı göstererek.
Birden sert bir ses tonuyla: "Sen neden buradasın?" dedi. Önce bir şey söyleyemedim, daha sonra dudağımı ısırarak: "Tanıyordum." dedim. Birden yüzü çok manidar bir şekil aldı ve: "Nasıl bilirdin?" diyerek, yüzünde yandan ve yalandan bir gülümse oluşturdu.
Tamamen otokontrolsüz bir şekilde ona yaklaştım ve donuk kalan gülümsemesine dokundum, ardından: "Bu sahte. Gerçeğini istiyorum." dedim. Elimi suratına koymamla, gözlerini kapatması bir oldu. Şu an o kadar yardıma muhtaç gibi görünüyordu ki...
Bir an da gözlerini açıp, gözlerimin içine dikerek: "Gerçeğini kaybettim, bir süre önce." dedi.
Refleks miydi, içimden mi geldi bilmiyorum ama ona sarılmak istedim. Ona biraz daha yaklaşınca, belimden tutup kendine çekti ve zaten bir adım uzağımızda olan ağaca yasladı. Bir eli hala belimdeyken, diğer eliyle de saçımı tutturduğum çıtçıtlı tokayı çıkarttı. Saçlarım omuzlarıma dökülünce, ortamı çilek kokusu sardı.
Gözünü kapatıp, bir nefes içine çekti. Ardından ekledi: "Ama belki de yeniden gülebilmem için bir sebep vardır?" dedi.
(ARKADAŞLAR GECİKME İÇİN ÇOK ÖZÜR DİLERİM, AMA ELİMDE OLMAYAN BİR DURUMDU. ÜNİVERSİTE SINAVIMDAN DOLAYI GECİKME YAŞANDI. BİR DAHA OLMAYACAĞINA SÖZ VERİYORUM, KEYİFLİ OKUMALAR 😊)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOĞUK
Teen FictionKaranlıkta kalmış, tutunamamış bir adamın; öfke ve tutkuyla tek beden olduğu hikayedir: SOĞUK...